- 611 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Alara Ve Sarı Karanlık* Yeni bölüm
Ne zaman mis kokulu güllü çiçekli bir bahçe görsem bu bana tam hatırlayamadığım birşeyleri çağrıştırıyor... Sen gerçeksin Alara.. Sen varsın Alara...
Bir kolye hatırlıyorum. Bir evin salonu. Etraftaki lüks ve tarz pencerelerden salona vuran dize dize, bölük bölük güneşin ışıkları.
Güneşin ışıkları yoğun bir şekilde, dizeler halinde ortadaki beyaz sehpa’ya ve sehpa’nın üstündeki camdan yapılma süslemelere vuruyor.
Birazdan, bu öğle vakti yükselen güneşin ışıkları salonun şık perdeleri arasından ilerleyip, ilerideki beyaz tül perde’ye vuruyor.
Sehpa’nın üstünde camdan yapılma süslemeler var, inci’den yapılma kolye’ler var.
Birkaç adet beyaz süs mumu, kokulu mu bilmiyorum.
Sehpa’nın yanında koltukta oturmuş bir kız var, elinde ise üstünde rengarenk simlerle kaplanmış boncuklu bir kolye var, kolyenin ipi kopmuş.
İnci boncuklar yere düşüp dört bir yana dağılmış, yere eğilip boncukları topluyor. uzunca bukle bukle dalgalı sarı saçlarını fark ediyorum.
Gözlerim yaşarıyor, ani bir ağlama krizi bu...
***
Hacettepe üniversitesinin kampüsü eğer zamanını bilirsen gelip düşünmek için harika bir seçenekti. Ama bu sefer ilkbahar mevsimi başlangıcı, hafif yağmurun ardından hafif toprak kokusu oluşan bir akşamdı. Etrafta eşit şekilde dizilmiş yüksek çam ağacının arkasından ay ışığı yansıyan kampüse ait apartmanlar Barış’ın kahverengi gözleri tarafından genel hatlarıyla süzülüyordu. Bakışları alaycıydı fakat genelde alay etmek onun karakter olarak tenezzül etmeyeceği birşeydi. Bir an için sokak lambasının ışığı, ağaçların yaprakları arasından barışın gözlerine yansıyınca, gözleri simsiyahmış gibi göründü...
Etrafta şimdilik insan yoktu. Kolundaki gri saate baktı, saat akşam 08:50. Şimdilik huzurluydu.
Fısıldayarak:
-Hmm şimdi tekrar başlayalım. dedi.
Parkta, biçilmemiş uzun çimenlerin üstündeki kayaya oturup gözlerini kapattı. Rüyasında gördüğü başka hayatlarından kesitler kısa kısa aklında canlanıp duruyordu. Görüntüler bulanık, aklında kalanlar parça parçaydı.
Gözlerini sımsıkı yumarak ve yumruklarını sıkarak ’’Onu bulmalıyım’’ dedi içinden. onu bulmalıyım onu bulmalıyım!! Neredesin...
Parkın yakınlarındaki yoldan birileri yaklaşıyordu... Kolundaki saat, bileğindeki gerilime daha fazla dayanamazdı. Yalnız kalmak istedi, parktan uzaklaşmaya karar verdi, ve bu arada daha net birşeyler hatırlamaya çalışıyordu.
Şimdi bile görüntüler çok hızlı ve bulanıktı, kısa saçlı bir kız görüyordu, bir sokakta yürüyordu, bir kaç defa arkasına baktı, bu öyle tuhaf bir tecrübeydi ki barış bir onun gözünden, bir herhangi bir yerden görüntü alıyordu.
Diğer yandan kızın saçının cennet gibi kokusunu alabilmişti,
Bunlar olurken çoktan kampüsteki parktan uzaklaşmış, geniş asfalt yoldan yokuş aşağı doğru yürüyordu. Gördüklerine şaşırmıyordu. Kız büyük bir korkuya kapılmıştı, Barış bunu hissetti, ve onun bu korkusu yaşadığı hayatla ilgiliydi.
Onun yüzünü hatırladı, müthiş derecede güzeldi. Onu tanıyordu, ama yaşadığı hayatta hiç görmemişti, ama onu tanıyordu, yaşadığı gerçeklikte bile olmayan bu kızla güçlü derecede bağı vardı...
Gün, barış için zihnen yorucu geçmişti. Eve gidip dinlenmeliydi. Babasını düşündü, ailesi istanbulda yaşıyordu, aile evinden ayrılalı 6 yıl olmuştu. Okulu için Ankara’ya geldiğinde 20 yaşındaydı, çocukluğundan beri tıp’a meraklıydı.
Arabasına binip okuldan dostu Emre’yi aradı. Emre gibi bir dostu olduğu için şanslıydı çünkü neredeyse barışın kafa dengiydi. Bu iki dost birbirine zor durumlarında yardım etmekten çekinmezdi, barış zengindi emre ise barış gibi araştırmacı ve ondan farklı bir beyne sahipti, bu sayede onun göremediği şeyleri görür, aklına gelmeyen şeyler aklına gelirdi. Emre kaldığı evin kirasını ödeyemediği için yarın Barış’ın evine taşınacaktı.
Emre’yi aradı, hat meşgul çalıyordu. yağmur yağmaya başladı. arabayı çalıştırıp hızla kendi evine doğru sürdü.
Evine vardığında kolundaki saat gece 11:50’yi gösteriyordu. O başka hayatlardan, hiç bilmediği mekanlardan sanki bir çeşit çağrışım gibi gördüğü görüntüler gözlerinin önünden kolay kolay silenecek gibi değildi. Silinsin de istemiyordu. Bir bardak su içti. Evde yalnız değildi, evde yalnız olmadığını bir sır gibi saklıyordu çevresinden. Bir çıtırtı duydu, ardından bir sarsıntı, evin koridorundan mutfağa doğru, kendisinin tam da gözlerine bakan siyah gözler korkunç fakat karşı konulamazdı...
Salondaki koltuğa uzandı. Gözlerini kapattı...
Uzun bir süre uyumuştu Salondaki saat, gece 03:00’ü gösteriyordu.
Telefonunun sesiyle duyup doğruldu Arayan Emre’ydi.
-Neden gelmedin barış? Neredesin?
Barış kısık ve biraz şaşkın bir sesle
-Yarın geleceğim emre, sen beni merak etme.
-Haber vermediğin için merak ettim. yarın görüşmek üzere.
-İyi geceler dostum.
Uyandığında saat öğlen 12 yi çeyrek geçiyordu. Evin salonu, kendi etrafını çevrelemiş koca saksılardaki çeşitli bitkilerdenden dolayı orman gibiydi. Bir saksıdaki sarmaşıklar her geçen gün gittikçe daha da uzuyordu ve barış’ın onları kısaltmaya hiç niyeti yoktu. Hızlıca ayaklanıp alt kattaki depo’ya yürüdü, burada orta halli bir yiyecek deposu vardı. Konserve yiyecekler, sebze ve meyveler, bulgur ve pirinç. Gıda ve malzeme azaldıkça alışveriş yapıp dolduruyordu. Tipik bir dondurucu da vardı burada, içinde balıklar ve brokoli vardı. Eline konserve uskumru balığı be birkaç yeşillik aldı. Merdivenlerden yukarıdaki mutfağa çıktı. Birşeyler atıştırdıktan sonra odasına gitti. Giysi dolabındaki siyah şapkasını alıp başına ters bir şekilde taktı.
***
0.20+
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.