- 473 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
OSMANLI İMPARATORLUĞU'NUN BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞINA GİRİŞİ
Savaşın daha ilk günlerinde savaşanlar, Osmanlı İmparatorluğu’nu kendi saflarına çekebilmek için sonsuz çaba harcamaya koyulmuşlardı. Biliyoruz ki bu büyük ülkede etki üstünlüğünü kazanmak için İtilaf Devletleriyle Avusturya-Almanya bloku arasında amansız bir mücadele eskiden beri süre gelmekteydi.
Osmanlı İmparatorluğu’nda iktidarı elinde tutan Jön Türk hükümeti daha çok Almanya ile bir yaklaşmadan yanaydı. Ama buna karşılık Osmanlı İmparatorluğu’nun İtilaf Devletlerine olan ekonomik ve mali bağımlılığı da her gün biraz daha artıyordu.
Öte yandan Alman diplomasisinin Türk İmparatorluğu’nun, toprak bütünlüğü konusunda verdiği güvencelerin, aslında, Almanya’nın gerçek niyetlerini örtbas etmeye yarayan bir göstermelikten ibaret olduğunu anlamak da pek zor olmasa gerekti. Çünkü gerçekten de doğrudan doğruya Alman Dış işleri Bakanı Jagow’un itiraflarına göre bu göstermelik politika, ’’karşılıklı etki bölgelerimizde ilhaklara girişebilecek kadar güç kazanabileceğimiz ana kadar’ devam edecekti.
Sözün kısası, 1914 yılında Osmanlı İmparatorluğu için zaferi şu ya da bu taraf kazanmış hiç bir önemi yoktu aslında; çünkü her iki taraf da bu ülkeyi kendi yararına parçalamak kararındaydı.Gerçekten de: İtilaf Devletleri Osmanlı İmparatorluğu’nu bölüşmek için can atmaktaydılar; Almanya ise bu ülkeyi bütünüyle kendi tabiii haline getirmek istiyordu...Bu arada ayrıca Jön Türklerin de Rus ve İngiliz sömürgerlerini hedef tutan saldırgan Pantürk izlenimlerine de işaret etmek gerekir.
Özet olarak Jön Türk hükümeti uzun tereddütler ce iç mücadelelerden sonra, Almanya ile ittifaka karar vermiştir. Jön Türk triumvirasında Enver ve Talat Paşalar Almancıydılar: buna karşılık Cemal Paşaİtilaf Devletlerinden yana bilinmekteydi. En sonunda 22 Temmuz 1914 günü Harbiye Bakanı Enver Paşa, öteki hükümet üyelerinin çoğuna haber bile vermeksizin, Almanya’nın Türkiye büyükelçisine ülkesinin Almanya ile ittifaka hazır olduğunu bildirdi.
Aimanya’nın İstanbul Büyükelçisi Wangenheim, Osmanlı İmparatorluğu ile şu sırada zamansız kaçacağı düşüncesindeydi. Bu fikrini de Berlin’e açıklamıştı büyük elçi. Nitekim İmparator Wilhelm II, büyük elçi raporuna şu notu düşmüştür:
’’Teorik bakımdan doğru; ama şu sırada Balkanlar’da Avusturyalıların yanı sıra Slavlara doğru nişanlanacak olan her tüfek büyük önem taşıyor bizim için...Ve bu da herhalde Türkiye’yi, bir takım teorik düşünceler sonucunda İtilaf Devletlerinin safına itmekten çok daha iyidir.’’
Türk- Alman ittifak anlaşması 2 Ağustos 1914 günü imzalanmıştır. Anlaşmanın muhtevası, özet olarak, şudur:
Rusya, Avusturya-Sırbistan çatışmasına müdahale ettiği ve Almanya bu durumda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun yanında yer aldığı takdirde, Osmanlı İmparatorluğu da Rusya’ya savaş açmayı taahhüt etmektedir. Bu anlaşma Türl ordusunu olduğu gibi Almanya’nın emrine vermekteydi. Nitekim anlaşmanın 3. maddesi bu konuya ilişkin olarak şöyle diyordu:
’Savaş halinde Alman askeri misyonu Osmanlı hükümetinin emrinde kalacaktır. Osmanlı hükümeti bu misyonun Türk ordusu tarafından girişilecek her türlü harekat üzerinde tam söz ve yetki sahibi olmasını sağlamakla yükümlüdür.’’
Anlaşmanın imzalandığı 2 Ağustos günü, Osmanlı İmparatorluğu’nda seferberlik de ilan edilmekteydi.
Ve bütün bu olup bitene rağmen Osmanlı hükümeti, anlaşmanın imzalanmasının ertesi günü bir tarafsızlık bildirisi yayınlamıştır. Bu bildirinin yayınlanmasının nedeni, Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri bakımdan henüz bir savaşa hazır olmayışındandır. Nitekim Cemal Paşa, Jön Türk şeflerinin gerçek niyetlerini açıklamıştır. Şöyle diyordu bu konuda Osmanlı Triumvirasının üyesi:
’Biz sadece zaman kazanmak için tarafsızlık ilan ettik: seferberliğin tamamlanacağı ve rahatça savaşa katılabileceğimiz anı bekliyorduk aslında.’’
Jön Türk diplomasisinin iltifat ettiği yol ve yöntemleri gösteren tipik bir olgu vardır: Almanya ile bu anlaşmayı imzaladıktan sonra aynı Enver Paşa, İstanbul’daki Rus büyük elçisi ve Rus Askeri Ataşesi Leontiev’la müzakerelere girişmiş; veRusya’ya, Almanya’ya karşı bir ittifak anlaşmasını önermiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun ve yöneticilerinin Rusya’ya karşı en dostça duygularla dolu olduğunu bildiriyordu Enver Paşa İstanbul’daki Rus temsilcilerine. Paşa’nın dediğine bakılırsa Osmanlı Devleti Almanya’ya hiç bir antlaşmayla bağlı değildi; tam tersine, ordusunu olduğu gibi Rusya’nın emrine vermeğe ve Petersburg tarafından saptanacak her hangi bir düşmanın üzerine yürütmeye hazırdı Osmanlılar. Buna kariılık Enver Paşa, Ege denizindeki adalarla Bulgar Trakyasının bir kısmının Osmanlı İmparatorluğu’na geri verilmesini istemekteydi.
Sazanov, Enver Paşa’nın bu önerisini büyük bir kuşkuyla karşılamıştı: Jön Türk liderlerinin özdenliğine güvenmiyordu Rus dış işleri bakanı; bu güvensizliğin yanı sıra, bir de Bulgaristan’ı Almanya’nın kucağına atmaktan korkuyordu.
Çok geçmeden Enver Paşa’nın, Rusya’ya böyle bir anlaşma önerirken en basitinden bir yalancılığa baş vurduğu ortaya çıkacaktır. Gerçekte Enver Paşa, kendilerine Boğazlar’a doğru bir yol açmış olan Alman gemilerinin gelmelerini beklemekteydi. Türk ve Alman askeri otoritelerinin tasarısına göre bu gemilerin varlığı Karadeniz’de ki kuvvet dengesini İttifak Devletleri lehine değiştirecek ve Rusya’nın güney kıyılarını da sürekli tehdit altında bulunduracaktı.Nitekim 10 Ağustos günü, Goeben ve Braslau savaş gemileri Boğazlar bölgesine girmiş bulunmaktaydı.
Osmanlı hükümeti bu gemiler üzerinde düşsel bir satın alma işlemine girişmiştir. İtilaf Devletleri gerçi bunu protesto etmiştir; ama Osmanlı İmparatorluğu’nu tamamiyle yitirmek korkusuyla, yeterince enerjik bir protesto olmamıştır bu.
Gerçekten de Rusya’nın Kafkas cephesindeki askeri hazırlıkları belirli bir vakit gerektiriyordu. Öte yandan İngiliz diplomasisi de, Osmanlı hükümdarını halifeleri sayan Hindistan müslümanlarını hesaba katmak zorunluluğu karşısındaydı: Bu bakımdan Osmanlı İmparatorluğu ile Büyük Britanya arasındaki kopuşu İngiltere’nin değil, Osmanlı hükümetinin başlatması Londra için son derece önemliydi.
Bu arada İtilaf Devletleri, Osmanlı İmparatorluğu hükümetinden ülkedeki Alman subaylarının geri gönderilmesini talep etmişlerdir. Osmanlı başveziri bu talebe şu ilginç cevabı verecektir.
’’-Bu subayları nasıl göndermek gerektiği sorunu ortaya çıkıyor herşeyden önce: Karadan mı göndereceğiz, yoksa denizden mi? Buna karar vermemiz gerek.’’
Ve Alman subayları Türkiye’de kalmışlardır. Goeben ve Braslau’ın gelişi, Osmanlı kara ordusunun yanı sıra Osmanlı donanmasının da Alman genel kurmayının emrine verecektir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşa girişini geciktirmek ve hatta belki de önlemek amacıyla Sazonov, imparatorluğun toprak bütünlüğünü garanti etmeyi ve Limni’nin Türkiye’ye geri verileceği vaadinde bulunmayı önermişti müttefiklerine: Önemli sayılabilecek bir toprak kazancı elde etmeksizin Osmanlı İmparatorluğu’nun İtilaf Devletleriyle anlaşmaya yanaşmayacağı düşüncesindeydi Rus dışişleri bakanı.
Ne var ki Sazonov’un bu önerisi, İngiliz diplomasisinin muhalefetiyle karşılaşmıştır: İngiltere’nin Yunanistan’la olan ilişkilerine büyük önem veren Grey, Limni adasının Osmanlı İmparatorluğu’na geri verilmesine razı olmayacaktır.
Buna karşılık İtilaf Devletleri, Türk hükümetine imparatorluğun toprak bütünlüğünü garanti etme önerisinde bulunmuşlardır. Yalnız unutmamak gerekir ki söz konusu garanti sadece savaş boyunca geçerli olacaktı. Dolayısıyla da Osmanlı yöneticilerinin böyle bir garantiyi yeterli bulmayışlarına şaşmamak gerekir.
1914 yılının Eylül ayı başlangıcında Rus dış işleri bakanlığı, istihbarat servisinden, Osmanlı İmparatorluğu’nun gerçek durumu hakkında kesin bilgiler almıştı. Ve bu bilgiler sayesinde İtilaf Devletleri, Türk-Alman ilişkilerinin gerçek karakteri hakkında sağlam bir fikir edinme olanağına kavuşmuş bulunuyorlardı.
9 Eylül 1914 günü Osmanlı hükümeti, 1 Ekim 1914 tarihinden itibaren kapitülasyonları kaldırma kararı aldığını bildiriyordu bütün ilgili devletlere. Türk hükümetinin emperyalistlerin boyunduruğundan kurtulmak amacıyla yaptığı bu girişim, hiç beklenmedik sonuçlar doğuracaktır. Şöyle ki:
Bütün büyük devletlerin İstanbul’daki büyük elçileri Osmanlı hükümetini hemen o gün bir nota yağmuruna tutmuşlardır. Hemen hemen birbirinin aynı terimlerle kaleme alınmış olan bu notalarda ’’kapitülasyonların keyfi ve tek yanlı olarak kaldırılması’’ protesto edilmekteydi. Karşılığında hiç bir ödün almaksızın Osmanlı topraklarında emperyalist ayrıcalıklarını yitirme korkusu, en amansız düşmanları birleştirivermişti sözün kısası.
Bu notaların verilişinden sonra Alman diplomasisi Türk hükümetini, bu durumda yapabileceği en iyi şeyin müttefik yükümlülüklerine uyarak hemen savaşa girmek olduğuna inandırmak için çaba göstermiştir: Bu takdirde, diyordu Almanlar, kapitülasyonlar sorunu İtilaf Devletlerine karşı kendiliğinden düşecektir; İttifak Devletlerine verilmiş olan kapitülasyonlara gelince, bu konuda iki tarafı da hoşnut edecek bir anlaşmaya elbette varılabilirdi.
Kendi yönünden İtilaf Devletleri diplomasisi de, Osmanlı İmparatorluğu’nun tarafsız kalmayı yükümlenmesi koşuluyla, kapitülasyonlar sorununu müzakereye hazır olduğunu bildirmişti İstanbul hükümetine. Kapitülasyonlar konusundaki müzakere ve pazarlıklar bütün Eylül ayı boyunca sürdü.
Amanlar Marne kıyılarında bozguna uğrayınca apaçık bir şekilde oertaya çıkmıştı ki bu savaş uzayacaktır. Bu durumun anlaşılması, her iki tarafın da yeni müttefikler bulma çabalarını bir kat daha yoğunlaştırmalarıyla sonuçlanmıştır.
Nitekim Ekim ayında Almanya, Osmanlı İmparatorluğu’na kredi açmıştır. Bu krediye koşul olarak, paranın belli bir kısmını teslim alır almaz Osmanlı hükümetinin Almanya safında savaşa katılmasını koymuştu Berlin. İtilaf Devletleri bütün bu bilgileri Rus hükümeti aracılığıyla akmaktaydılar. Rusların, ayrıntılı ve kesin bilgiler elde edebilen bir haber alma örgütü vardı Osmanlı başkentinde.
Bütün bu süre boyunca, aralarında sadrazamın da bulunduğu bir dizi Osmanlı bakanı henüz savaş korkusundan sıyrılabilmiş değillerdi. Alnmanların Marne yenilgisi ve aynı günlerde Rus ordusunun Galiçya’da kazandığı başarılar, bu Osmanlı devlet adamlarının kuşkularını büsbütün artırıyordu.
İşte durum tam bu merkezde iken Enver Paşa, Alman kumanda kuruluyla da işbirliği yaparak, ülkesini bir oldubitti karşısında bırakmaya karar verecektir. Şöyle ki:
Alman amirali Souchon kumandasındaki Osmanlı donanması 29 ve 30 Ekim günleri Karadeniz üzerindeki bellibaşlı Rus limanları olan Sivastopol, Odesa, ve Novorossisk’i bombardıman etmiştir. Aynı 29 Ekim günü İstanbul’daki Rus büyük elçisi, Osmanlı hükümetinden pasaportları istemek emrini alıyordu.
Enver Paşa’nın Amiral Souchon’la el ele tertiplediği bu kışkırtmacı eylem karşısında Osmanlı hükümeti de şaşkına dönmüştü. Sadrazam istifasını hazırlamıştı hemen; istifa etmemesi binbir güçlükle sağlandı. Uluslararası bir skandal böylece önlenebilmişti ancak.
1 Kasım günü, Osmanlı Devletinin Petersburg Büyükelçisi Fahreddin sadrazamdan aldığı emir üzerine Sazonov’u makamında ziyaret etti. Büyük elçiyi şu soğuk sözlerle karşıladı Rus dışişleri bakanı:
-Size pasaportlarınızı göndermek üzereydim.
Buna güler yüzle şu cevabı verdi Türk diplomatı:
- Bense size barışı getirmekteydim.
Sonra da Sazonov’a İstanbul’dan almış olduğu telgrafı okudu büyük elçi, Sadrazam telgrafında, olaydan duyduğu büyük üzüntüyü bildirmekteydi.
Sazonov, bunun üzerine, iki ülke arasındaki ilişkilerin yeniden düzelebilmesi için Türkiye’deki bütün Alman subaylarının hemen geri gönderilmesi gerektiğini söyledi. Ama büyük elçinin belirttiğine göre sadrazam, istese de yerine getiremezdi bu talebi: O kadarına gücü yetmiyordu:
Dolayısıyla da İtilaf Devletleri büyük elçileri İstanbul’u terk edeceklerdi. Ve 2 Kasım 1914 günü Rusya Osmanlı İmparatorluğu’na savaş açmıştır. Onu 5 ve 6 Kasım günleri, İngiltere ve Fransa izleyeceklerdir.
Alman emperyalistleri ve onların ajanı durumundaki Enver Paşa işte böylece Türk halkını sonu felaketle kapanacak olan bir savaşa sürüklemiş bulunuyorlardı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.