- 294 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
HUZURU BULAN ADAM
HUZURU BULAN ADAM
Bunaldım şehirdeki keşmekeşten; trafikten, hava kirliğinden, yoğunluktan...
Daha fazla dayanamadım, panelvan tipi arabamın bakımını yaptırdım; içine ince bir yatak, iki tane battaniye, bir tane piknik tüp, bir tava, bir bir tabak, bir kase, iki çatal, iki kaşık, ızgara gibi malzemeler aldım.Bisikletimi ve oltalarımı da almayı unutmadım. Bir gün sabah erkenden sahil yolundan gitmeye başladım. Yarım saat sürmedi şehrin apartmanlarının uzakta kalması.
Açtım sevdiğim; huzur veren şarkıları, dinleye dinleye aralıksız dört saat gittim. Tepe üstünde küçük bir tesis gördüm, arabamı çektim. Kenarda güvenli bir yere park ettim. İndim tesise girdim. Selam verdim alan olmadı. Biraz sonra yerde arkadan elleri sıkıca bağlanmış, ağzı koli bandıyla bantlanmış orta yaşlarında bir adamın yattığını gördüm. Bir an ne yapacağımı şaşırdım. Şaşkınlığım kısa sürdü,hemen adamın ellerindeki ipi çözmek için eğildim. Tam bu sırada tam boynuma ağır bir cisimle vuruldu. Vurmanın etkisiyle adamın üzerine yığıldım. Kafamı çevirdiğimde, yüzü maskeli iki kişinin hızla tesisten çıktıklarını gördüm. Hemen kendimi toparladım arkalarından çıktım. Bir de ne göreyim? Adamlar benim arabaya binip kaçmıyorlar mı? Koştum ama bir işe yaramadı. Telefonumu çıkarıp Jandarmayı aradım, bulunduğum yeri tarif ettim.
Neye uğradığımı şaşırdım. Kırk yıl düşünsem aklıma gelmez. Ancak filmlerde görürdüm böyle şeyleri. Koşarak içeri girdim, canı yanan çaresiz adamın ellerindeki sıkı bağlanmış ipi çözmeye çalıştım. Beceremedim. Arka taraftaki odaya baktım, bulduğum bir çakıyla ipi kestim. Adam hemen yattığı yerden kalktı ve ağzındaki yapıştırılmış olan koli bandını çıkardı. ’Kaçtılar mı? Yakalayamadın mı onları?’ diye sormak oldu ilk sözleri.
’Koştum ama yetişemedim arkalarından, üstelik de benim arabamla kaçtılar.’
’Nasıl yani? Kendi arabaları yok muymuş?’
’Bilmiyorum. Ben geldiğimde hiç araba yoktu. Arkalarından bakmakla yetindim.’
’Jandarmayı aradın mı bari?’
’Hemen aradım. Birazdan gelirler. İşte bak geldiler bile.’
Jandarma arabasından dört kişi indi ve yanımıza geldi. İlk iş olarak olayla ilgili bilgi aldılar. İki tanesi de parmak izi almaya başladılar. Arabamın plakasını verip gittiği yönü söylediğimde, gelirken gördüklerini söylediler. Hemen araçlarına binip peşlerine düştüler.
Adamla birlikte içeri girdik. Korkusunu atmaya çalışan adam elini uzattı, ’Bu arada ben Hakan Yılmaz,’ dedi.
’Ben de İsmail Malatya,’ dedim ve elini sıktım.
Biraz bakındı adam oraya buraya.
’Yedi bin lira vardı. Onu almışlar,’ dedi üzgün üzgün. ’Senin araba bulunana kadar benim misafirim olabilirsin,’
’Gerçekten mi?’
’Tabi de gerçekten. Şaka yapmıyorum. Sen canını koydun ortaya. Adamlar ikimizi de öldürebilirlerdi.’
’Arabam hiç bulunamazsa ne yapacağız?’ diye sordum muzipçe.
’Hep burada kalırsın;’ diye cevap verdi adam ’kazancım iyi İsmail Kardeş, ikimize de yeter, arkada boş bir daire var. Dayalı döşeli. Orada da kalırsın. Ortağım olursun benim.’ dedi.
Adamın söyledikleri inanılır gibi değil. Ama yüreğiyle konuşuyor. Söylediklerinde oldukça samimi. Birlikte ortalıktaki dağınıklıkları topladık. İki tane otomobil girdi tesise. İzmirliymiş aileler, yolları uzunmuş. Karınlarını doyurmak istediklerini söylediler. Sulu yemeklerden yediler. Ben de yemek servisi yaptım. Sonra boş tabakları topladım. Adamın -Hakan Bey’in- çok hoşuna gitti bu davranışım. Müşteriler memnun ayrıldılar. ’Araban bulunsa da gitme be İsmail Kardeş, iyi uyum sağladık,’ dedi. ’Nasip,’ diye cevap verdim Hakan Bey’e.
O gün günümüz böyle geçti. Gece yarısına kadar müşteriler geldi- gitti. Yoğun geçti günümüz. Akşam olduğunda lojmana geçtim. Yatağa yatar yatmaz daldım derin bir uykuya.
Ertesi gün öğleye doğru jandarma beni aradı. Arabamın bir orman yolunda terk edilmiş halde bulunduğunu söylediler. O yöne giden otobüslerden biriyle gittim. Arabam bıraktığı gibi, sapasağlam duruyordu. Hiçbir şeye dokunmamış hırsızlar. Sevindim. Birkaç evrak imzaladıktan sonra arabama bindim ve Hakan Bey’in tesisine gittim.
’Çok sevindim ama bir yandan da üzüldüm,’ dedi.
’Neden üzüldün onu anlayamadım,’ diye şakayla karışık çıkıştım.
’Sen şimdi gidersin,’ dedi.
’Giderim, evet. Ama Bu tesisi ve seni asla unutmam.’
’Gitme be!’
’Çok iyi bir insansın. Ama gitmem, sessiz, sakin bir koya yerleşmem lazım. Birkaç ay tel başıma yaşayacağım. Balık tutacağım, yüzeceğim, bol bol şiir ve öyküler yazacağım.’
’Yazar mısın yani?’
’Eh! Kendimce bir şeyler karalıyorum,’ dedim ve yarım saatlik bir sohbet sonrası Hakan Bey’le vedalaşıp yola kaldığım yerden devam ettim.
Birkaç saat sonra sağ tarafta, deniz tarafına giden bozuk bir yol gördüm. Arabamla gitmeye başladım. On dakika sonra ormanın bitiminde masmavi denizi gördüm. Fazla insan gelmediği belliydi. Tertemizdi her taraf. Kumsal olsun, deniz olsun, ormanın içi olsun pırıl pırıldı. Arabamı durdurdum, anahtarını aldım ve kilitledim. Neme lazım artık orman bile olsa tedbirli olmak lazım. Çevreyi inceledim. Sessiz, sakin ve güvenli buldum. Hemen oltalarımı denize attım. Bazı gerekli eşyaları arabanın yanına indirdim. İlk gün oldukça nasipliydim. Üç tane büyük balık yakaladım. Mangal yakmadım, güzelce temizledim onları, tavada hafif yağda kızarttım. Afiyetle, büyük bir iştahla yedim onları. Karnımı iyice doyurdum. Güneşin ormanın ve denizin üstünden elini çekip, gittiğinin verdiği huzur hiçbir şeyde yoktur. Nihayet buldum hayalimdeki huzurun adresini. ’En duygulu şiirler, en güzel öyküler, gezi yazıları, denemeler, günlükler, anılar, romanlar burada yazılır,’ dedim kendi kendime.
Arabama girdim, yattım ve güzel bir uykunun vurdum dibine.
Ertesi sabah erkenden uyandım, yarım saat yüzdüm. Daha sonra bisikletimle dolaştım. Bir süre sonra bir patlama duydum. Tüfek sesiydi bu. Ardından üç el daha duydum aynı sesi. ’Bu bir avcı olmalı,’ dedim içimden. Daha sonra her tarafı koklayarak bir av köpeği geldi arabamın yanına. Daha sonra uzun boylu elli beş-altmış yaşlarında bir avcı geldi.
’Merhaba, hoş geldiniz,’ dedi yanıma yaklaştı elini uzattı ’Ben Mehmet Emin Ercan. Emekli polis memuruyum,’ dedi.
’Asıl siz hoş geldiniz, memnun oldum, ben de İsmail Malatya, buralara yakın mı yaşıyorsunuz?’ diye sordum.
’Evet yarım saatlik mesafede bir denizin kenarında bir köy var. Orada yaşıyorum. Emekli olunca en son görev yerim olan Soma’ya yerleşmiştim. Her yaz tatilimi geçirdiğim bu güzel köyde daha uzun kalmaya başladım. Baktım olmuyor Soma’daki evi sattım, buraya yerleştim. On iki ay avcılık yapıyorum. Denizde, karada çok güzel oluyor,’ dedi.
’Aslen nerelisiniz?’ diye sordum.
’Sivas’ın Yıldızeli adında şirin bir ilçesi var. Aslen oralıyım. Yıllardır Yıldızelispor’un forvetliğini yaptım, gol atmadığım maç olmazdı. Spora ilgisi olan tüm Sivaslılar tanırdı beni,’ dedi.
İlerleyen günlerde Mehmet Emin Bey’le yakın arkadaş olduk. Onunda yardımıyla bana iki odalı bir kulübe yaptık. Arabada yatmayı bıraktım. Köylülerin sandallarıyla denize açıldık.
Çok güzel buralar. Beklerim hepinizi.
Bu arada Hakan Bey’i de unutmadım. Düzenli olarak aradık birbirimizi. Giderken ona balık bıraktım. Hırsızlar da yakalanmış. Komşularıymış. Her gün gelip yemek yiyen adamlar. Cezalarını çekiyorlarmış. Çaldıkları parayı da vermişler.
Bu güzel koyda tam üç ay kaldım. Bol bol kitap okudum. Güzel güzel yazdım. Çok şey ürettim.
Yılın altı ayını orada geçiriyorum. Bunca şey üretmek mümkün mü yoksa. Yüzlerce öykü, onlarca tiyatro, yüzlece gezi yazısı, binden fazla şiir, ona yakın roman...
İSMAİL MALATYA 11/02/2020 SALI