- 337 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
CİN ÇARPMASI
CİN ÇARPMASI
Nedir cin? Açtım kara kaplıyı, baktım. Enine boyuna inceledim. Arapça kökenli bir sözcük cin. Göze görünmeyen ama gerektiğinde türlü biçimlere ve bu arada insan biçimine de girebilen, iyilik de kötülük de yapabilen yaratık.
Mecazi anlamıyla cin; çok akıllı, çok zeki kimse. Benzetme yapılır böylesi kişiler “Cin gibi” diye. Kurnaz olan için “Cin fikirli”, beklemediği bir sonuçla karşılaşanın “Cin çarpmışa dönmesi”, öfkelenen birinin “Cin atına binmesi” veya “Cinlerinin başına toplanması” boşuna değildir. Issız yerler için “Cinler cirit oynuyor” deyimi kullanılır. Çok sinirlenen birine “Cini tuttu.” derler. Cinnenmek de çok öfkelenmek manasına gelir. Cin çarpması, cinlerin öfkesine uğrayıp vücudun çarpılması, dilin tutulmasıdır.
Ayrıca “Cin darısı”nı da unutmayalım. Ufak ve sivri taneli mısır, “Cin mısırı”dır. Ha, bir de"Cin biberi"... Cin biberi de yaman acıdır ha!
Ben kara kaplıda "cin" sözcüğünün kalın kumaştan yapılan pantolon anlamına geldiğini okudum. Bu arada buğday, arpa, yulaf gibi bitkilerin damıtılmasıyla yapılan içkiye de “cin” deniyor. Ardıçla kokusu sağlandığı için bu içkiye “Ardıç rakısı” da diyorlar.
Dostlarım beni bu “cin” öyle bir çarptı ki ne siz sorun, ne ben söyleyeyim. Feleğimi şaşırdım vallahi. Ne? “Anlat!” mı diyorsunuz? Israrcı mısınız? Eh, anlatayım öyleyse.
Balıkesir Necati Eğitim’de yatılı öğrenciyim. Yıl 1974. Bitirme sınavlarında kompozisyondan bütünlemeye kaldık. Burada birinci çoğul kişiyi kullanıyorum. Sebebi var. Yıl içinde Keşanlı Ali Destanı’nı sahneye koyduk. Bölüm şefimiz Hilmi Satıcı buna karşı çıktı:
-Keşanlı Ali Destanı olmaz. Başka bir oyunu sahneleyin, dedi.
Biz ısrar ettik. Türkçe bölümünden hocalarımız hiçbiri bize yardımcı olmadı. Sosyal Bilgiler’den Tarihçi Cahit Yarış yöneticiliği üstlendi.
Keşanlı Ali Destanı’nda ben Destancı Hidayet rolündeydim. Güzel bir iş çıkardık. Defalarca okul salonunda oynadık. Susurluk’ta, Kepsut’ta, Bandırma’da Töb-Der yararına Keşanlı Ali Destanı’nı tiyatro severlerin beğenisine sunduk. Çalışmamız ses getirdi.
Gel gör ki bu bize pahalıya mal oldu. Yönetici konumundaki biz altı arkadaş Haziranda kompozisyondan kaldık. Eylülde geçemedik. Sınav sonuçları açıklanmadı ama biz tek ders sınavında da kaldığımızı haber aldık. Bölüm Şefimiz Hilmi Satıcı’nın hışmına uğramıştık.
O akşam gündüzlü arkadaşlar kaldıkları eve davet ettiler bizi. Bir sofra hazırlamışlar. Çilingir sofrası. Oturduk. Bizde moral sıfırın altında. Yedik, içtik. Sofrada “cin” de var. Ben o güne kadar “cin” içmemişim. İlk defa deniyorum. O kafayla ne kadar içtiğimi doğrusu ben bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa "cin" çarptı beni. Hem de ne çarpma...
Yerde miyim, gökte miyim? Bilemedim. O gece uyuyamadım. Sabahı zor ettim.
Sabah topluca okula gittik. Yönetici Öğretmenimiz Cahit Yarış müdür vekili olmuştu. Kendisiyle görüştük. Henüz sonuçlar kendisine gelmemiş. Bizi dinledi:
-Siz merak etmeyin, dedi.
Sözü daha fazla uzatmayayım. Müdür Vekili Cahit Yarış sonuçları geri çevirmiş. Yeniden incelenmesini istemiş sınav kağıtlarının. Hatta demiş ki:
-Bu çocukları kasıtlı bırakıyorsunuz. Notları düzeltmezseniz hakkınızda her işlemi yaparım.
Bu zılgıt işe yaradı dostlar. İkinci inceleme sonucunda hepimiz sınavda başarılı olmuşuz. Hilmi Satıcı’nın elinden yakamızı zor kurtardık.
Yaa, işte böyle. O günden sonra "Cin"i ağzıma koymadım. Hilmi Satıcı’yı da bir daha hiç görmedim. Şeytan görsün yüzünü!