- 418 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÜÇÜNCÜ BALKAN HARBİ
(Latekmen’den Büyüklere Masallar)
...İstiklal ve Cumhuriyetine kast edecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleket dahilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet, hatta ihanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir...
M.K.Atatürk
Yunan orduları Meriç Nehrini geçip Edirne’ye doğru ilerliyormuş. Canını kurtarmak isteyen halk, neyi var neyi yok hepsini geride bırakıp doğuya doğru kaçıyormuş...
Bulgar orduları da Istranca dağlarını Malkoçlar’dan geçip Kırklareli’ne doğru ilerliyormuş. Hem de hiçbir dirençle karşılaşmadan, bir nevi elini kolunu sallayarak. Halk, kaç yıllar öncesinde olduğu gibi şehri terk edip canhıraş İstanbul’a doğru kaçıyormuş...
Rusya destekli Suriye askerleri Hatay’a, Amerika destekli Kürt Peşmergeler de Hakkari’ye, Urfa’ya girmiş. Fransız destekli Ermeni güçleri de Van’a, Erzurum’a doğru ilerliyormuş...
Memleketin durumu vahim. İşgal başlamış. Köyün genç yaşlı bütün erkekleri kahvede toplandık, durum değerlendirmesi yapıyoruz;
"Arkadaşlar düşman orduları adeta elini kolunu sallayarak gelip topraklarımızı işgal ederken nerede bizim askerimiz? Ordu lağv mı edildi? Tanklarımız, toplarımız nerede; onlar dipsiz direksiz çukurlara mı itildi? Uçaklar hangarlara kilitlendi, cephaneliklerin ağzına betonlar mı döküldü? Bütün silahlar yakılıp kül mü edildi? Hükümet dağılmış, başkan, başbakan ve bakanlar kaçmış diyorlar. Şimdi memleket başsız, ordular komutansızken yok mu olalım? Hal böyle iken kayıtsız şartsız teslim olan veya kaçıp yok olan ihanet içindekiler gibi biz de sus pus kalıp biz de mi onlar gibi olalım? Yunan orduları Edirne’ye, Bulgar orduları da Kırklareli’ne girmişse çok geçmeden buraya da gelirler..."
Toplam yirmi bir gönüllü çıktı bizim köyden. Giyindik, kuşandık, silahlandık. Bizim köyden yirmi bir, ötekinden on bir, bir diğerinden otuz bir, kırk bir, elli bir... Herkes silahlanıp direnişe katılırsa çok oluruz. Geride bıraktıklarımızla helalleşip çıktık yola...
Bulgar ordusunun bir kolu da sınırı kapıdan geçip Dereköy’e gelmiş. Elini kolunu sallayarak. Oradan Kapaklı’ya gelecek, sonra da bizim köye. Peşinden Koyva, Düzorman, Kilisebayır, Hediye, Sazara... Sıra sıra. Kapaklı köyünde karşılamalıyız onları. İlk kurşun orada atılmalı, kıvılcım orada çakılmalı. Öyle karar verdik...
Kapaklı’ya vardığımızda gördük ki, ne bir milis, ne bir korucu, ne de asker; köy bomboş. Evler, avlular, yollar bomboş. Kaçmış olmalılar. Düşman iki adım ötedeyse ve onlara karşı koyacak tek bir asker bile yok ise ne yapsın silahsız halk. Kaçanın anası ağlamazmış deyip kaçmışlardır kaçabildikleri yere.
"Direniş burada başlıyor arkadaşlar! Gücümüz yettiğince. Direniyoruz, çekiliyoruz. Direniyoruz, çekiliyoruz. Tamam mı? Ölmek yok ha! Allah Allah diyerek göğsünü kurşuna siper etmek yok! Bir kayayı, bir toprak yığınını, bir ağaç gövdesini siper alarak. Gizlenerek. Sıkışınca çekiliyoruz, tamam mı? Çekiliyoruz güvenli bir yere. Orada bize başkaları da katılır. Biraz daha çekiliriz, orada da başkaları. Çok oluruz. Çok olduğumuzda direncimiz artar. Tamam mı arkadaşlar?"
Istırga bayırının başına gidip mevzilendik. Gelecekleri yer orasıdır. Gelsinler bakalım! Menzile girdiklerinde tetiklere basıp kurşun yağdırırız üzerlerine. Biz yirmi bir kişi. Az mıyız? Olsun. Kurşun yağdırırız elimizden geldiğince. Sonra çekiliriz geriye. Gene mevzilenir, gene kurşun yağdırırız elini kolunu sallayarak gelen işgalcilere. Öyle karar aldık.
Biz bu plan içindeyken Hediye köyü sapağında büyük bir kalabalık göründü. Hepsi silahlı. Üç yüz kişi, beş yüz kişi, belki de daha fazlası. Hediye, Sazara, Karadere, Paspala, Mokroşova’dan toplanmışlar.
"Arkadaşlar siz eliniz tetikte, gözünüz Istırga yönünde bekleyin!"
Siperden çıkıp yanlarına gittim. Elimde silah.
"Çok sevindim, çok sevindim. Benim adım Oğuz. Koruköy’lüyüm. Dereköy bitmiş. Bit edilmiş. Kapaklı yok. Hiç edilmiş. Biz yirmi bir kişi çıktık yola. Ne yapabilirsek. Bir direniş fitili, öyle olalım dedik. Gördüm ki, olmuş. Olacak, daha da olacak. Ne çok, ne çok. Ne çok sevindim sizi gördüğüme."
"Biz de sevindik." dedi içlerinden birisi. "Adım Kemal. Ben de Hediye’liyim. Kaç köy bir olup toplandık, silahlandık. Şimdilik üç yüz bir kişiyiz ama devamı gelecek. Götü boklu bir Bulgar’a, donu sidikli bir Yunan’a bu toprakları bırakmak yok!"
"Bilgi ve bilinç yanınızda olsun."
"Sizin de kardeşim..."
Istırga deresini geçince yamaçta belirdiler. Tek sıra, neşeli. Silahlarını çapraz asmışlar. Savaşa giden askerler değil de dağ yürüyüşüne çıkmış izciler gibi. Yaklaşıp menzile girdiklerinde tüfeğimi havaya kaldırarak bir komutan gibi bağırdım;
"Ateş!"
Peşinden bir yaylım ateş...
Ordusu iç ve dış mihraklarca dağıtılmış, tankları, topları denizlere atılmış, silahları yakılmış, uçaklar yakıtsız ve pilotsuz kalmış. Başkanı, başbakanı, bakanları pılı pırtıyı toplayıp kaçmış. Bir ülke ki, başsız ve başkomutansız. Uçağı yok, topu tüfeği yok. Askeri yok. Hükümet edenler gaflet ve dalalet değil, ihanet içinde. Onlar ki; kendileri satılmış, ülkeyi de satma peşinde. Bunu fırsat bilenler silahı kapıp düşmüş yollara. Götü boklu Bulgar, donu sidikli Yunan, emperyalist Amerika, iki yüzlü Rusya, haçlı kafa Avrupa. Büyük Orta Doğu projesinin mimarı, mimarın eş başkanım dediği emperyalist özentili ajanı, Irak’ta faşist Saddam, Libya’da size Osmanlı torunlarını köle yaptım diyen kalın kafa Kaddafi, Suriye’de Kürt teröristleri besleyip büyüten Türkiye düşmanı Esad hanedanı...
Yaylım ateşinde Bulgar askerlerinden vurulanlar oldu. Vurulanlar yıkıldı, vurulmayanlar sağa sola kaçıştı. İşte o zaman anyayı konyayı anladı...
Sonra geriye çekildik biz. Gücümüz bu kadar elbet. Vur ve kaç. Düşman durdu elbet. En azından duraksadı. Hediye gücü orada direnirken biz yirmi bir kişi Kapaklı köyüne geldik. Köy bomboş. İn cin top oynuyor. Arkadaşlar boş sokaklarda beklerken ben güney mahallesine doğru yürüdüm. Sigaram bitmiş, ölüyorum sigarasızlıktan. Hani köyden öyle çıkmıştım ya, hazırlıksız. Hani bir bakkal bulabilirsem. O da kapıyı kilitleyip kaçmıştır ama kırarım camını. Savaş varsa hukuk olmaz. Hukuk yoksa hak ve adalet olmaz. Savaş can derdidir her şeyden önce. Ayaklarım beni güney mahallesine götürdü. Dede bayırının kuzey yamacında bir yer orası. Köy okulu da orada. Oraya gittim ve o zaman şaşırdım. Okulda kadınlar, çocuklar ve yaşlılar var. Onlar kaçamayıp oraya sığınmış. Hepsi tir tir, hepsi korku içinde.
"Nerede diğerleriniz?"
"Onlar kaçtı."
"Nereye?"
"Kaçtılar işte. Kimisi ormanlık dağların derinliğine, kimisi de karanlık mağaraların içine. Kaçıp saklandılar."
Evinin bir odasını bakkal yapmış birini gördüm o zaman. Orta yaşlarda başörtülü bir kadın. O kaçmamış. Bir şeyler satıyor. Tahta raflarda pirinç, bulgur, mecimek, kuru fasulye, nohut, tuz, yağ, çay, şeker gibi şeyler var.
"Cigara var mı? Bitti de... Benim adım Oğuz. Milis kuvvetlerinin komutanıyım. Lüleburgaz’dan geldim ama aslen Koruköylüyüm..."
Üç paket sigara var tezgahında. Üst üste, elleri de üzerlerinde.
"Onları ver bana. Param var."
"Olmaz bayım. İkisi satıldı."
"Kimse yok ki, kime satıldı?"
"Dilim varmıyor bayım ama bir Bulgar piçin..."
Bir paket sigara alıp kaçıyorum oradan. Burası da işgal edilmiş. Buradan sonrası bizim köy.
Kapaklı köyünden çıkıp Dede Bayırına çekildik. Hediye gurubu nereye gitti, onu bilmiyoruz.
Dede Bayırında siperlendik. Kapaklı köyünü ele geçiren düşman bizim köye doğru ilerleyecektir. Dede Bayırı önemli. Bu yüzden orada konuşlandık. Biz onları bekleye dururken tepemizde başka birileri belirdi. Yunan askerleri koskoca Ergene ovasını geçip ta buralara gelmiş.
Edirne gitmiş, Kırklareli bitmiş. Kül olmuş ikisi de. Karakoç, Kadıköy, Koyva; hepsini geçip gelmişler buraya. Sıra sıra, dize dize. Köyleri yakar bunlar. Erkekleri kurşuna, kadınları ve çocukları ipe dizer bunlar. Çünkü tarih öyle yazmıştır, öyle bilinir.
Bir dağın yamacına dizildik, elimiz silahlı. Geldiler ardı ardına. Nişan aldık, kurşun saldık ardı ardına. Ama onlar çok, biz az. Kısa bir müsademeden sonra çekildik geriye. Önümüz Yunan, arkamız Bulgar; dağıldık çaresiz. Tek tek hepimiz.
"Öte yana..." dedim arkadaşlara "Öte yana. Burada duramaz, karşı koyamayız burada."
Öte yana kaçtı hepimiz. Ama koptuk. Birbirimizden koptu hepimiz. Bozgun gibi. Ben dağın öbür yanına gittim. Kaçsam mı dirensem mi ikilemindeyken orada Hediye gurubunu gördüm. Dağın yamacında mevzilenmiş, kurşun yağdırıyorlardı karşı yere. Bir tümseğin altına attım kendimi. Elimde tüfeğim, az ötede düşman askerleri. Çok net görüyorum. Birinin başı siperde, makineli tüfekle boyuna ateş ediyor. Bir diğeri daha beride; o da gerinip gerinip el bombası fırlatıyor. Düşen bomba düştüğü yerde patlayıp her yere şarapnel parçaları yayıyor.
Önce şu ateş kusan makineliyi susturmalıyım. Sonra da el bombası fırlatanı. Dürbünlü tüfeğmle nişan alıp basıyorum tetiğe. Makinelinin az berisinden toz kalkıyor. Bir daha bir daha deniyorum, hep aynı. Mermi bir metre daha öteye gitmiyor. El bombası atanı deniyorum sonra. O da aynı; mermi bir türlü menzile ermiyor...
Sine sine çukur boyuna kaçtım. Orada bir top palamut ağacı vardı. Hepsi gövdem kalınlığında. Oraya girip saklandım. Düşman askerleri koşarak yanımdan geçip öteye gidiyorlardı. Sonrasında top seleri duymaya başladım. Çok uzaklardan, tek tek. Sonrasında makineli tüfek sesleri. Gök uğuldadı jetlerden ve yerden gökyüzüne alevler yükseldi...
Çok şükür ki ordu lağvedilmemiş. Savaş uçakları hangarlara kilitlenmemiş. Tanklar toplar derin çukurlara itilmemiş. Cephanelik kapılarına betonlar dökülmemiş, silahlar yakılıp kül edilmemiş...
Bulgar kaçtı kendi bücüğüne, Yunan ülkeciğine. Edirne bizim, Kırklareli bizim, Trakya bizim. Suriye kaçtı Hatay’dan, Kürt Peşmergeler Hakkari’den, Urfa’dan. Güneydoğu bizim. Rusya kaçtı Sibirya’ya, Amerika Alaska’ya. Artık dünyalar bizim...
Savaş bir gün bile sürmeden bitti.
Yaşasın birlik ve beraberlik! Yaşasın Direniş! Yaşasın özgürlük ruhu! Yaşasın Cumhuriyet! Yaşasın boyun eğmeyenler! Yaşasın vatanseverler! Yaşasın Mustafa Kemal askerleri!
Tevfik Tekmen.Ocak/2020/Lüleburgaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.