- 334 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Göğün göğsünün aldığı kadardır
Dağa çıkmışlar bilirler. İnsan yükseklere vardıkça göğsü daralır. Aldığı nefes yetmiyormuş gibi gelir. Bunun en büyük sebebi hava basıncındaki düşmedir. Hava basıncı düştükçe ciğere dolan oksijen miktarı da düşer. Bu düşüşten dolayı kandaki oksijen miktarı azalır. Hassas bünyeli olanların böyle yüksekliklerde rahatsızlandığı çok olur. Fakat bugün mevzuun bu tarafından bahsetmeyeceğiz. Ben sizi asıl En’am sûresinin 125. ayetine çıkarmak istiyorum. Haydi kısa bir mealine tutunarak yamacında soluklanalım: "Allah, her kimi doğruya erdirmek isterse, göğsünü İslâm’a açar. Kimi de saptırmak isterse, göğsünü göğe çıkıyormuşçasına daraltır, sıkar. Allah inanmayanlara azap (ve sıkıntıyı) işte böyle verir."
Elbette göğsün daralması göğün daralması değildir. Hatta, aksine, insan yükseklere çıktıkça mekansal bir genişliğe kavuştuğunu zanneder. Tamam. Dünyada tuttuğu yer gıdım değişmez. Ama gözleri daha uzaklara kavuşur. Âdemoğlunun/kızının tabiatında bu kadim bir aldanıştır. Dünyası ancak elinin/ayağının yetiştiği yere kadarken o gözlerinin aldığı yeri de kendisinin sanrılar. Bu nedenle yükseklere çıkmak, sadece bir ’sanki’ olarak, genişleme hissi uyandırır. Genişlik bizi mutlu eder. Şunu da biliyoruz ki: Varolan herşey varolmaya âşıktır.
Eksik söyledim: Varolan herşey ’varolmaya’ âşıktır. Doğrudur. Fakat söz pür-şer beşere geldiğinde o ’daha çok varolmaya’ da âşıktır. Belki de kavuştuğu genişliğin onda tetiklediği mutluluk da biraz bununla ilgilidir. Her ne ki gözüne girmiştir, manzarasına dahil olmuştur, bir şekilde ona sahip olduğunu ’sanki’ler. Bu sahiplik hissiyle gönlü ferahlar. Varlığı artmıştır. Birşey yukarıya doğru çıkıyorsa aşağıya iniyor olamaz. O halde, yani varlığı arttığına göre, o an yokluğa gidiyor olamaz. Belki de manzaralar bizi bu yüzden rahatlatıyor? Kimbilir. Bunu söylerken mevzuun başka zenginlikleri olabileceğini de reddetmiyorum elbette. O yüzden, yeri gelmişken, haddimizi bildirir o ifadeyi de konuştuklarımıza katık edelim: Allahu’l-a’lem.
Efendim, yine sözü uzatıyorum, ’Göğsün daralması göğün daralması değildir’ demiştik. Oradan devam edelim: İsviçreli olan-olmayan bütün çeşit bilimadamları bize diyorlar ki: Yüksekte nefes alamama işi oksijenin suçu değil. Ya? Yukarıda da bir parça konuşmuştuk: Atmosfer kalınlığının suçu var. Yoksa Kösedağ’a çıkınca oradaki oksijen miktarı düşüyor değil. Lakin atmosfer inceldiği için ciğerlerden içeriye kendisini yeterince bastıramıyor. Akciğer kesecikleri yeterince açılmıyor. Oksijensiz kalma sıkıntısı da oradan doğuyor. Olanı içine alamıyorsun yani. Hani biraz idmanlı olsan belki de bu sorunu yaşamayacaktın. Alyuvarların da biraz serpilseydi. Zaten oranın insanları da bu sorunları şu şekil adaptasyonlarla aşıyorlar.
Herşeyin idmanı kendine göre. İslam’ın idmanı da kendine göre. Mesela: Ben şu an bunu yazarken bir idman yapıyorum. Sen bunu okurken bir idman yapıyorsun. Namaz kılarken bir idman yaşıyoruz. Oruç tutarken yine bir idmandayız. Hatta öyle ki: Aleyhissalatuvesselamla gelen mübarek sünnetinden her neye ittiba etsek bir çeşit idman oluyor. Böyle şeylerle meşgul olanların da, elbette takvaları miktarınca, göğüsleri açılıyor. Mürşidim de bu sadedde diyor: "Mevcudatın kemalleri Sânie müteveccih yüzlerinde tesbih ve ibadetle tezahür eder. İbadeti terk eden mevcudatın ibadetini görmez ve göremez. Belki de inkâr eder." Yani sanki aynı şeyi söylüyor bize: Göğsün daralıyorsa kesinlikle idmansızlıktan. Yoksa kainat yine baştan sona Cenab-ı Hakkı anlatan ayetlerle dolu. Onlara ulaşamayışın varolan oksijeni ciğerlerine alamayışın gibi. Keselerindeki büzüşmeden dolayı giremiyorlar.
Burası aslında ’yanlışa nasıl talip olduğumuzu’ da gösteriyor bize. Allah bizi dalalete mecbur etmiyor. Hâşâ. Biz gayretsizliğimizle dalaleti hakediyoruz. Kazanıyoruz. Eğer yüzümüz alyuvarlarımızı arttırmaya baksa idmanda da olacağız. Yok. Hayır. Hiç o taraklarda bezimiz yok. Hiç o kısımlarda takılmıyoruz. Bedeli olarak da ’idmanın zenginleştiriciliği’ elimizden alınıyor. Eksilmiyoruz da aynı kalıyoruz. Azaltılmıyoruz da arttırılmıyoruz. Çalışmamız bir dua yerine geçtiği gibi tembelliğimiz de bir dua yerine geçiyor. Allah, göğsünü daralttığını, gayretsizliğinden dolayı daraltıyor. Göğsünü açtığını, gayretinden dolayı ödüllendiriyor, açıyor. Herkes duasının elverdiğini alıyor. Aramadığına körleşiyor.
Bu benim ayetten kendi hisseme birinci aldığım. Bir de ikinci bir inci var: İnsan İslam’a kapandıkça kainatla bir hırlaşma içine girer. Bunu sadece ekolojik dengeyi bozar falan manasında söylemiyorum. O kısmı açık zaten. Sonuçlarını giderek daha net görüyoruz. Fakat bir de kendi içinde hırlaşma yaşar. "Kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur!" ferman-ı Subhanîsi sırrınca başka herşeyin zikrinde bir yürek daralması vardır. Yeterli oksijen gitmez. Kişi dalalette ilerledikçe huzursuzluğu omuzlarında biriktirir. Zahirde, tıpkı dağlarda olduğu gibi, üzerindeki atmosfer incelmiş gibi görünür. Fakat alamadığı nefese sorsan en büyük ağırlık ondadır. Modern insanın yaşadığı psikolojik sorunların altında yatan başka nedir?
İslam’dan uzaklaşanın gönlü daralıyor. Çünkü asıl alması gereken şeyi alamıyor. Zikretmesi gereken şeyi zikretmiyor. Tatmin edecek şeyden azalıyor. Gözleri ne kadar kesif bir manzarayla dolarsa dolsun. Onların hiçbirisi aslında onun değil. Onun olmadığını en çok göğsü ona söylüyor. Yani göğsü gözünü yalanlıyor: "Aldıklarına bakma. Benim alamadığıma bak. Sen istediğini alamasan bu âdem ölmez. Fakat ben istediğimi alamazsam ölümümüz yakındır." Hülasa arkadaşım: Bu ayette daha çok sırlar var. Allah’ın hazinesi geniş. Biz garip. Daha yükseğe çıkmayalım. Ellerimizi daha yükseğe doğru açalım. Kibirlenmekte hayır yok. Haman’ın yaptığı kuleden Firavun’a bir hayır gelmedi. Musa’nın (a.s.) secdesi lazım bizlere.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.