O İŞ TAMAM
O İŞ TAMAM
Güneşli güzel bir gündü. Tabiatın bütün sevecenliği, cömertliği üstündeydi. Kelebekler havada uçuşurken kuşlar da dallarda ötüşüyordu. Arılar, sabahın ilk ışıklarıyla dışarı çıkmış çiçekten çiçeğe konup duruyor, Güneş kış mevsiminde ısıtamadığı toprağı daha da iyi ısıtmanın gayreti içindeydi.
İnsanlar kışın tembelliğini üzerlerinden atmış bağ bahçe hazırlıkları içinde, anneler, nineler sabah kahvaltısından kalan bulaşıkları yıkamışlar, öğle yemeği hazırlığı içindeydiler. Kimi yaşlılar ellerindeki bastonlarıyla dışarı çıkıp, evin güneş alan cephesine çömelmiş akranlarıyla koyu bir sohbete dalmışlardı.
Ortam bu kadar doğalken okula en uzak yerlerden gelen öğrencilerimizden birkaçının okula geliş-gidiş yolu üzerindeki evin köpeğinin saldırganlığı bize kadar aksetmişti. Bu köpeğin sahibi; vakti zamanında bölgedeki ağalara yılarca hizmetkarlık etmiş Ali Amca’ydı.
Ali Amca bir seksen boylarında, ince uzun boylu, ağarmasına rağmen pek de dökülmemiş saçlarıyla yaklaşık seksen yaşlarında bir ihtiyar delikanlıydı. Ali Amca ağzı laf yapar, hoşsohbet, konuklarına düşkün biriydi. Konu bize aksedince Mithat öğretmen; ‘’Kolay iş, bir haftasonu Salih öğretmenle Ali Amca’yı ziyaret eder, çocukların okul saatlerinde köpeklerini bağlamalarını rica ederiz. Ali Amca gün görmüş adam, bizi kırmaz’’ demiş.
Çok güzel bir bahar günüydü. Güneşin tabiatı ısıtmasıyla; erik ağaçları çiçek açmaya, güller tomurcuklanmaya, hatta fındıklar yaprak açmak için filizlenmeye bile başlamışlardı. Dallarda kuşların cıvıl cıvıl ötüşü, renk renk kelebeklerin uçuşu, arıların çiçekten çiçeğe konuşları etrafa bir güzellik katıyorlardı. İşte böyle güzel bir günde Mithat Öğretmenle bakkal Mustafa’dan; Ali Amca’nın ‘’tam da dişsiz harcı’’ dediği kaymaklı bisküvitten almıştık. Hatta bakkal Mustafa; ‘’Hayırdır öğretmenlerim, bir veliyi veya hasta bir öğrenciyi ziyarete mi?’’ deyince Mithat öğretmen durumu anlattınca Bakkal Mustafa;
‘’Ali Amca anlayışlıdır. Güngörmüş, eski kulağı kesiklerdendir. Komşuluk ölmedi ya!’’ demişti de hatta; ‘’Ali Amca’yı severim. Gelin bu hediye de benden olsun’’ dedi. Bakkal Mustafa’nın bu anlatımlarından sonra ‘’bu iş tamamdır’’ diye havalara bile girmiştik...
Okulun alt tarafındaki yöre halkının Evliya dedikleri yerden yürüyerek Ali Amcalara doğru yola çıktık. Etrafta gördüğümüz kimselere selam vererek bir an önce bu meseleyi halletmenin heyecanıyla yürürken Ali Amca’ların evine yaklaşmıştık. O malum köpek hemen önümüze çıktı. Havlama sesine pencereye yönelen Ali Amca; ‘’Oğlum Muharrem bak öğretmenler ziyaretime gelmişler. Şu iti sustur’’ deyince Muharrem hemen komutanından emir almış asker misali dışarı çıktı. Bir yandan köpeği iki bacağının arasında sıkıca tuttu. Bacak kadar çocuklar; gözlerinden ateş çıkan bu köpekten elbette korkarlar? diye içimden geçirdim. Köpeğin gittikçe yükselen havlama sesleri arasında biz de ikinci kattaki evin misafir odasında bizi bekleyen Ali Amca’nın yanına çıkmıştık.
Hoş beşten sonra Ali Amca bizim ziyaretimizden çok hoşnut olmalı ki; ‘’İyi ki geldiniz, çok mutlu oldum. Hava da güzeldi. Ben de bugün hocaların yanına doğru mu gitsem acaba diye düşünüyordum’’ deyince Mithat Öğretmen; ‘’Ali Amca, iyi olacak hastanın doktor ayağına gelirmiş derler’’ dedi. Elimizdeki hediye paketini Ali Amca’ya verdiğimizde; ‘’Niye zahmaet ettiniz. Var olun, sağ olun’’ dedikten sonra, paketi açtı. ‘’Bu hocalar benim kaymaklı bisküviyi de çok sevdiğimi nereden bilyorlar’’ dedi. Biz hoş bir sohbete dalmışken dışarıda kümes hayvanlarının yakalanmamak için sağa sola kaçışırken çıkardıkları seslerini de duyuyorduk. Ali Amca sevdiği misafirlerine yemek ikramında bulunmadan öyle kuru bir çay veya bir tas ayranla göndermezdi.
Mithat Öğretmen; ‘’Ali Amca, sebebi ziyaretimiz, şu alt komşun Cemal’in iki çocuğu okula gelirken senin köpekten çok korkuyorlarmış. Okula ya babaanne götürüyor, ya da Cemal o kadar işin gücün arasınada kendisi bırakıyor.’’ demişti ki; Ali Amca Mithat Öğretmenin sözünü keserek; ‘’Hocalar, bakın sizi severim ama ben adam ısırmayan köpeğe ekmek vermem’’ dedi. Ortam birden sessizleşti. Ben bu sözler üzerine bozuldum ama Mithat Öğretmen daha çok bozulmuştu. Gözlerinden adeta ateş çıkıyordu.
Zaten soyadı da ‘’Ateş’’ti. Vereceği tepkiden olacak ki; yüzü bir an kıpkırmızı oldu. ‘’ Salih Öğretmenim haydi kalk gidelim’’ dedi. Bunun üzerine Ali Amca; ‘’ Hocalar daha yemek yiyeceğiz’’ deyince Mithat Öğretmen; ‘’Biz lafımızın geçmediği yerde yemek yemeyiz’’ değince bu sefer de Ali Dayı bembeyaz kesildi. Eli ayağı birbirine dolaştı. (Doğrusu ben de Mithat Öğretmenden böyle ders niyeliğinde bir tepki beklemiyordum.) Bir an ne diyeceğini bilemedi. Hoşçakal bile demeden evden çıktık.
Mithat öğretmen öfkeyle cebinden bir dal sigara çıkardı, yaktı. ‘’Ali Dayı’dan bunu hiç beklemzdim. Keşke gelmeseydik. Hafta sonumuz da zehir oldu’’ dedi. Gelirken iniş olan yolumuz şimdi rampaydı. Bu olaydan çok etkilendiğimizden midir nedir bacaklarımız adeta yukarı gitmiyordu. Buna rağmen okulun yanına vardık. Mustafa Bakkal bizi görünce; ‘’Ali Dayı nasıl?’’ diye sordu. Anlattıklarımızı duyunca Mustafa Bakkal; ‘’Allah Allah! Ali Dayı öyle yapmazdı’’ dedi o da bu duruma çok şaşırmıştı.
Mithat Öğretmen evine gitti, ben de okulun dörde dört bir odasında kalıyordum. Elime bir kitap aldım. Okuyorum ama olayın şokuyla okuduğumu anlamıyorum. Yaklaşık üç yıldır çalıştığımız bu köyde şimdiye kadar bize kimse olumsuz bir cevap vermemişti. Karşılıklı saygı, sevgi çerçevesinde yaşayıp gidiyorduk.
Aradan bir saat kadar zaman geçti. Dışarıya çıktım. Mithat Öğretmen bahçede bir ileri, bir geri tur atıyor. Adete sigarasında ateş fışkırıyor. Ben de tam dışarı çıkmak üzereydim ki; Ali Dayı çok mahçup bir şekilde okul bahçesine girdi. Soluk soluğa kalmıştı. Biraz da rengi kaçmıştı. Selam verdikten sonra, bahçedeki oturaklardan birine oturdu. ‘’Hocalar, o iş tamam’’ dedi. Olanca kırgınlığımıza rağmen yaşına hürmet ederek Ali Dayı’ya ikimizde tokalaşarak ‘’Hoş geldin’’ dedik.
Ali Amca; ‘’Hocalar, bana öyle bir ders verdiniz ki, bu kadar olur! Şimdiye kadar kimse benim soframdan yemek yemeden kalıkıp gitmedi. Bu yanlışı ben nasıl oldu da yaptım diye dizlerimi dövdüm ama nafile. dedi. ‘’Sizden sonra Muharem’i çağırdım. Hocaları bir köpek için darılttık. Şu iti bağla dedim.
Muharem de iti bağlarken namussuz Muharem’i kolundan ısırmaz mı? Muharemin feryadına dışarı çıktım. Baktım bizim oğlanın eli köpeğin ağzında. Bir türlü bırakmıyor. Hemen tüfeği aldım. Köpeğin alnına dayadım. Tetiği çekince o işi kökünden hallettim hocalar’’ dedi. Merak etmeyin çocuklar artık okullarına gönül rahatlığı ile gelip gitsinler. Siz de beni affedin. Bir eşeklik ettim.’’ ...
Mithat Öğretmen; ‘’Hayatta böyle hatalar olabilir. Önemli olan hatadan dönebilmektir’’ dedi. Ortam iyice yumuşadı. Mithat Öğretmenin eşi çay yapmıştı. Onu içmeye başlamıştık ki, Mustafa Bakkal konuşmalarımıza kulak vermiş son duruma sevinmişti. O da sohbetimize katılmak için yanımıza gelirken bir paket de kaymaklı bisküvi geitrdi. Bakkal Mustafa; Ali Amca hoş geldin. Konuşmalarınıza kulak misafiri oldum. En doğru olanını yapmışsın. Sana da bu yakışır’’ dedi.
O günden sonra muhabbet arasında bir işin yapıldığını anlatmak için ‘’ O iş tamam’’ denilmeye başlandı. ‘’O iş tamam’’ sözü de Ali Amca tarafından yöredeki konuşma öbeklerine ilave edilmiş oldu. Bu sözden ötürü olay kısa zamanda çevrede duyuldu. Ben bile zaman zaman ‘O iş tamam’’ sözünü duyduğumda, kırk yıl önceki o olayı hatırlarım...
Salih KOÇ
18 Ocak 2020 / Avcılar-İstanbul
YORUMLAR
İçim kanayarak okudum inanın.Ali Amcanın hatasını zavallı hayvan yaşamını kaybederek ödemiş.Önce saldırgan olsun diye öyle yetiştirip sonra da zararını görünce öldürmek ne kadar insani bir tutum olabilir ki.Yanlış işler yapan çocuklarımızı öldürüyor muyuz ki başka bir canı kolayca alabiliyoruz.Köpek saldırıyı bir hırsıza,kurta filan yapsaydı övgülerle ödüllendirilirdi.Bence bu iş tamam olmamış efendim.Bu iş yanlış olmuş.Saygılarımla