- 356 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Peki İsmail Saymaz da George Orwell'ı görecek mi?
Hafızası olmayanın tevbesi olmaz. Tamam. Tevbe için lazım başka meziyetler de vardır. Mesela: ’Hatalarını görebilme’ yeteneğine sahip olmak gerekir. ’Gördüklerini kabullenebilme’ erdemine sahip olmak gerekir. ’Yanlışı değiştirme’ cehdine sahip olmak gerekir. ’Nefsimizi eleştirebilme’ cesaretine sahip olmak gerekir. İtiraf gerekir. İz’an gerekir. İdrak gerekir. Bir parça sorumluluk almak gerekir. Hatta bazen bedel de ödemek gerekir. Fakat özünde bütün bunlar hafızaya bağlıdır. Vicdan dediğimiz şey ancak duru bir hafızayla beraber çalışır. Çünkü ancak onun sayesinde kendimizi kendimizle kıyaslayabiliriz. Yani zamana yayılmış ’benliklerimiz/eylemlerimiz’ üzerinde yolculuk yapabiliriz. Sonraki ’ben’i önceki ’ben’i ölçmede kullanabiliriz.
İşte biraz da bu nedenle hatalarıyla yüzleşmek istemeyenlerin ilk üzerine gittikleri şey hafızadır. Suçlu, suçun eylenmesinden hemen sonra, içinde büyük bir fırtına yaşamaya başlar. ’Olan şey’le ’arzulanan şey’ arasında büyük bir mesafe vardır. Tapındığımız kemalimiz bir yara almıştır. Çaresi? İnkâr. Geçmiş tekrar tekrar ele alınarak anılar yenibaştan kurgulanır. Başta öyle düşünülmeyebilir. Ama ileride bir yerde şu noktaya gelinir: "Önce o başlatmıştı!" Başta öyle görünmeyebilir. Ama ileride nefsimize de bir miktar hakverilir: "Üzerime gelmemeliydi!"
Nihayetinde kişioğlu/kızı hafızasına pes ettirecek kadar gerçeklerin üzerine gider. Böylesi durumlarda bazen insan ne yaşandığını gerçekten anımsamayacak kadar kötüye de gidebilir. Bu görece masum birşeydir de. Fakat genelde içimizde döndürülen ’al-ver’lerle iş yoluna koyulur. Eylenen meşrulaştırılır. Aykırı konuşanlar silinir. Hayalin silahıyla hakikatin üzerinde oynanır. Veyahut bile-isteye inkâr edilir. Tevbe/tedavi kapısı da böylece kapanır. Zindan Adası filminin finalinde Teddy Daniels karakterinden işittiğimiz replikte de bu vardır. Sahi ne demişti DiCaprio orada: “Merak ediyorum da, sence hangisi daha kötü olurdu, canavar olarak yaşamak mı, iyi bir insan olarak ölmek mi?”
İsmail Saymaz’ın Selman Öğüt’le girdiği tartışmayı izlerken de aklıma bu geldi. Zindan Adası mı? Hayır. (Doğrusu Teddy Daniels İsmail Saymaz’a göre çok masum bir inkârcı sayılır.) Onu hatırlamadım. Ben Saymaz’la daha çok Orwell’ın 1984’üne gittim. Hani daha önce demiştim: "Bence 1984: 1) Vahiy olmadığı halde vahiymiş gibi muamele görmek isteyen doktrinin, 2) Din olmadığı halde dinmiş gibi kabullenilmek istenen ideolojinin, 3) Peygamber olmadığı halde peygamber gibi takip edilmek istenen liderin, 4) Fıtrî olmadığı halde fıtrat gibi içselleşmeyi isteyen toplum mühendisliklerinin, 5) Kusursuz olmadıkları halde kusursuzmuş gibi algılanmak istenen uygulamaların, 6) Sürekli değiştikleri halde kader kadar değişmez bilinmek istenen seçimlerin, 7) Allah olmadığı halde Allahmış gibi tapınılmak istenen sistemlerin vs. eleştirisini içeriyor. Tasannuyu, ’mış gibi’yi, kurguyu devam ettirmek için mecbur olacakları zulümleri/hileleri tasvir ediyor." Evet. Ben de Saymaz’ın inkârında bir 1984 rahatsızlığı gördüm. Çünkü biliyordum ki: İnsanda hafızanın fonksiyonu neyse tarihin toplumlardaki fonksiyonu da odur. İnkârı aynı psikolojiyle icra edilir.
Tarihte; ideolojinize din, liderinize peygamber, toplum mühendisliğinize fıtrat, seçimlerinize kader, putlarınıza Allah demeyen-dedirtmeyen ne kadar detay varsa, tıpkı yukarıdaki misallerde olduğu gibi, toplumsal hafızadan biçmek istersiniz. Gelecek nesiller bu kusurları öğrenmesin, hatırlamasın, tanrı-ideolojiniz bu bilinçle yaralanmasın diye yaşananları yeni baştan kurgularsınız. Tedrisine çalışırsınız. Farklı şeylerden de haber veren metinler varsa, illegal ilan eder, ’gayriresmi’ olmakla damgalarsınız. Fakat, yok, iş burada da bitmez ki. Zaman değişir. Şartlar değişir. Kazananlar değişir. Kazandıranlar değişir. Bir zamanlar ’resmi’ olanların içinde de bazı detayların hatırlanması sakıncalı görülmeye başlar. Baş ağrıtır. Gönül usandırır. Seçmen kaçırttırır. Aman! Eyvah! Ne yapılır o zaman? Hemen yeni bir pozisyon alınır. Bilişler yenilenir. Savlar değiştirilir. Dün alabildiğine sahiplenilen başörtüsü yasağı bile bugün inkâr edilir.
Saymaz’da da olan budur. Kemalizmde de olan budur. Partisinde de olan budur. Gariptir. 1984’te de olan budur: "Parti üyesi yabancı ülkelerden koparıldığı gibi geçmişten de koparılmalıdır. Çünkü atalarından daha iyi durumda olduğuna ve ortalama yaşam düzeyinin yüksekliğine inanması gerekmektedir. Ama geçmişin yeniden düzenlenmesinin asıl önemli nedeni, Parti’nin yanılmazlığının korunmak zorunda olmasıdır. Parti’nin öngörülerinin hep doğru çıktığını göstermek için söylevlerin, istatistiklerin, tekmil kayıtların sürekli güncelleştirilmesi yeterli değildir. Aynı zamanda öğretide ya da politik çizgide en küçük değişikliğe izin verilmemelidir. Örneğin: Avrasya ya da Doğuasya (hangisi olursa olsun) bugün düşmanınsa o ülkenin eskiden beri düşmanın olması gerekir. Gerçekler tersini mi söylüyor? O zaman gerçekler değiştirilmelidir. Böylece tarih sürekli olarak yeniden yazılır. Geçmişin Gerçek Bakanlığı tarafından günü gününe çarpıtılması, düzenin varlığını korumak açısından, Sevgi Bakanlığı’nca yürütülen baskı ve istihbarat çalışmaları kadar gereklidir."
Bediüzzaman’ın Mektubat’ta da naklettiği “Allah bir topluluk için hayır murad ettiğinde onlara nefislerinin ayıplarını gösterir!” (el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:81) hâdis-i şerifini ne ’komünistliği’ ne de ’dindarlığı’ kimseye bırakmayan İsmail Saymaz’a bir nasihat olarak iletmek isteriz. Belki böylelikle tarihten korkmayı bırakır. Yalom’un tabiriyle ’tedavinin, suçlamanın bitip, sorumluluğun kabul edildiği noktada başladığını’ idrak eder. 1984’ün sahiden gerçekleşebilir birşey olduğuna inanmıyorsa böyle yapmalıdır. Zaten Gerçek Bakanlığı’nda da ona iş vermezler.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.