- 790 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
23 Suskunluklarımız benlik direncimizi aştı 23.
Belki de yıllarımızın pişmanlığıydı "ben seni gerçekten sevdim" dediğimizdekinden sonraki yaşam...
Aslında zamandı sevdiğimizden ziyade gerçekleri yüzümüze savuran...
İçinde yaşadığımız anlardı savrulduğumuz yıllar sonrasında dahi sebebini bilemediğimiz...
Ama nefes almalar devam ettikçe bu yanılgılarımızda devam edecekti şüphesiz, sadece yüreğimizin unu kabullenip, yaşamın girdaplarında kaybolmaması gerekti bedenimizin...
Terk edilmesi arzu edilen korkulu düşler gibiydi arkada kalan yaşamdaki zaman…
Kirlendi artık hem rüyalarımız, hem de rüya sonrası düşlerimiz…
Ve yüreğimizdeki enerjinin tek sebebi, bekleyip görmekti son dönem aşk denilen olgunun gücünü...
İçimizdeki ruhlarımız uçup geçiyordu zamandan belki de bu umutsuzluklardı onlarla beraber uçan…
Belki de vedalaşma zamanlarıydı bu uçuşlarıma eşlik eden, gerçekte belki çöküyordum veya yığılıyordum artık bir yerlere…
Yaşadıklarımızla kaybettiklerim yarış halindeydi kendileriyle, tutunduğum tek olgu umuttu ki onun çöküşüydü aslında bu darbelenmelere sebep olan.
Sadece azaldıkça umuttan bitkinleşiyordum yaşama, çözümsüzlüktü asıl kaybetme sebebim umutlarımı, kaç bedel olgusunun bedeli ödeniyordu sanki, unutulmazlıkları içime dahil eden…
Her şey her umut tükenmekle var olma umudunda çatışıyordum ki artık susmak belki de tam çözümdü…
Yaşam var olma mücadelesiydi kendi kendimle aslında ki ben de bu uğraşın içinde var olamaya çalışıyordum…
Belki de kendi kendimi tamlıyordum iç dünyamdaki sınavda…
Belki de sen haklıydın sevgili derken de kendi kendimdeki savaşı kaybetmekti oysa böyle bir gücüm yoktu sadece güçlenerek nefes alma mecburiyetim vardı…
Çok şey tükendi hayatımızdan.
Mesela havalar soğudu, birlikte kumsalda oturduğumuz her kes kendi dünyasına yöneldi…
Denizin rengi koyulaşarak değişti.
Artık yollar bomboş, hareket eden araç sayısı azaldı…
Sabah erken doğan Güneş, geç ışıklarını salmaya başladı yeryüzüne, galiba bundan sonra da erken batarak gün yüzü Güneşini göstermeyi azalttı akşamlar, erken oluyor, kimse kimseyle uzun uzun akşam sözleşmelerinde bulunamaz oldu, günler kısaldı…
Seni bir yerlerde görme düşüncem bile azaldı. Hoş görsem ki eski kışlardaki gibi yüreğim gümbürdemeyecek, kırlangıçlar bile çekildi, havanın soğuması nefesimin sesini değiştirdi, akşamlar artık erken oluyor, eskisi gibi gece buluşmalar olmadığı için gecelerin uzaması umurumda değil…
Sokaklar Tenhalaştı, neredeyse boşaldı, güneşin rengi bile değişti sanki, artık bedenimizi bile ısıtmıyor, benim yüzüm sararıyor, yazdan kalma yanıklar yavaş yok oluyor bedenimden, içimdeki yangınlar bile harlıyor, sanki eski düşlerle, günlere kızıyorum, geceye ise öfke taşmaları ile bakınıyorum…
Eski fotoğraflar soldu, sanki ışıksız umarsız duruyorlar, içimde öfke azıttı kendini, aynaya baksam, kendi öfkem dikleniyor bana, sevgiden söz etsem, buz kesiyor sanki yüzüm…
Karanlıklar bile eskidi gibi, sarmalayıp saklamıyor beni, sokaklar ve yollar bomboş, her gördüğüm kendi öfkesine saklanmış, neredeyse, kendi gölgemle kapışacağım…
Özlüyorum bir şeyleri, birilerini sanki içimde yangınlar tutuşuyor, körü körüne düşler kuruyorum ve kendime köpürüyor ruhumun olmazları ile…
Kendime karşı barışıklığım bitiyor, yapamadıklarım ve gidemediğim yollar kırıyor umudumu…
Herkesler gidiyor, herkes kendi düşüne gidiyor, herkes kendi umudunu kurcalıyor, benlik savaşında…
Ve ben, kendime gidiyorum kendi kendimle kapanıyorum içime…
Yalnızlık kızarmış bir nar topaklığında. İçim içime taneleniyor, her tane bir dünya saklıyor içinde, her renk bir dünya görüşü…
Kendi kendimde var olmaya çalışıyorum. O kadar darlık savaşımı var ki öksüzleşmiş bir ruh ve kendine yabancılaşmış bir his yorgunluğu…
Sana kızmak, kendime kırılmak demekten öte gerçeklik payı çok yüksek…
Eskilerdeki yaşamlar ki bu günkü döngüler…
Yarınlardaki düşler çoğalmış dünlerdeki yaşanmışlıklar eksilmiş ve biz her sonbahar gibi bu sonbahar da döngülerdeyiz…
Değişen zaman ve zamandaki değişime uyan uyan birçok şey, belki de her şey, yannışlığımın çoğundaki mutluluklardı en çok arandığım zamandaki benliklerimin eskilerde kalması…
Acıların üstüne basarak pirim toplamaya çalışanların eninde, sonunda sadece bir hiçler toplamı kalır…
Sebepsiz gidişler, anlamsız bekleyişler meydana getiriyordu…
Yıllar süren acılanmalarımın asıl sebebi de bu olsa gerek.
Belki de sevginin obruk çukuruydu bu durumda yaşamak…
Zamanla her şey kendi kendine değişmiş…
Hangi anımız vardı, bu güne kadar ruhumuzda kâbusları düşündürüp, içimizde öfkeler yetiştirip beslemeyen?
Daha kaç yıl kalacak bu düşler içimizde?
Dünleri unutma çabasında iken, geleceğe meydan okumayı unuttuk…
Şimdilerde düş kurmalar mı, sen düşleri ile avunmalar mı, yaşamımın bu dönemine ait…
Cevabı çok yönlü bir soru, unutulacak ne kadar düş ve düşünce varsa, hepsi obruk çukurunda…
Sadece sonbahar ve sarısı tüm maviliklerimi örttü…
Vakit öksüzleşmiş bir sonbahar günü. Ne kadar anı ve düş varsa, hepsi yeşilimsi kahverengine bulanmış gömütlerde…
Umut yoksunluk hâkimiyetinde, sadece yalnızımsı istek ve düşler kapıldığı son bahar yelinde… Buna belki de sahipsizlik denir ama aslına bakarsan umarsızlık… Tüm umutların üstü çizilse, yasımın yeri neresidir dense, sadece beklemek veya beklenen denir. Sanırım…
Yaşamımda senden öncesi nefes alma zamanları vardı. ama senden sonrası zamanlar ise, umurumda değil artık. Belki de geçici bir boş vermişlik bu yarınlara umut yöneltmek için…
Ayrı ayrı şehirler, aynı gökyüzü, aynı düşlerdi zaman zaman yan yana gelen.
Çoğu zaman bakışlar birleşirdi gökyüzündeki bir yıldızda.
Ve iç sese haykırılırdı ”ben de sevdim seni, ben de özledim, ben de çok sevdim seni” dediğimiz ayrı ayrı şehirlerde, ama aynı gece ve aynı saatte, yani gece yarılarına altı çeyrek saat kala zaman diliminde, aynı gece zamanlarında, düş kurardık birbirimize…
Kaybettiğimiz tek şeydi birlikte olup da vaz geçtiğimiz tüm zamanlardan birbirimizden.
Biz her zaman büyük harflerle yazardık birbirimizin adlarını, vedalarımız da sessiz harflerle oldu… Ve sadece bir soru işareti ile sessizliğe gömüldü tüm sevgi sözcüklerimiz…
Dünler ve de yarınlar, birbirlerini tamlayan iki farklı yaşam kesiti...
Nefes almalarsa bu, birleşik zamanlara sığmışsa ve arada sıkışıp kalan özlemse, dünleri unutup yarınlardan umut beklemek midir yaşam?
Oysa nefes almalar öylesine zorlaşmıştır ki, can havli başlamıştır duyulan tüm ağıtlarla birlikte...
Oysa var olmaktı yaşamdaki amaç, yarılsa da tüm düşler umuttur beklenen...
Dünlerdi yaşamımızdaki en zor dönem nefes almalara, dünlerdi en ağır özlem yaşama savaşındaki geçmeyen zamanın içinde, oysa söz verilmiş vaatler vardı yaşama dair, sevgiye dair, sadakate dair, iç huzura dair yaşamdaki umutlara dair unutulamayacak söz verişler vardı, tüm onura dair söz verilmelere karşı…
En önemlisi söz verilmiş umutlardı içinde var olmaya çalıştığımız…
Acıların üstüne basarak pirim toplamaya çalışanların elinde, daha sonraları sadece bir hiç kalacak…
Bir gün, bensizlikle yaşama devam ettikçe, benim kaybettiklerimle sen asla hüküm süremeyeceksin, sadece hep eksikli kalacaksın yaşama…
Ve güneşin karardığı o sonsuzluk farz edilen zamanda artık beni düşlemen de sende kalamayacak…
Hangi anımız vardı, bu güne kadar ruhumuzda kâbuslar düşündürüp, içimizde öfkeler yetiştirip beslemeyen?
Daha kaç yıl kalacak bu düşler içimizde?
Dünleri unutma çabasında iken, geleceğe meydan okumayı unuttuk…
Yaşamı yazdırdın bana… Son on iki yıl, kendini ayrılığa atamış, onca yaşam mutlu duygularını bir kalemde silmiş, acının limiti ile baş etmeye yönelmiş yaşamın geçmişe dair diğer yıllarının üstüne acı örtüsü gerilmiş bir yaşamın içinde çırpınırken, sen varlığına var olduğun en büyük dirençle karşı koyarak yok sayılan son, o kadar yıl…
Hepsi yaşanmışlığın dışında bir öfke, bir pişmanlık ve darmadağın bir ruhla nefes alınmış bunca yıl sonunda diyorsun ki “sen benim gerçeğimsin…”
Nasıl bir söylem bu ki iliklerime kadar inen bir yorgunluk veren…
Kaybedilmiş onca yaşam gülüşleri, bunca çile ve bedensel bir yığılış sonrası, özlemin daha sonrası, öfke ve yaşam pişmanlıkları…
Hepsi çilenin itici parçalarına eklenen acılanmalar…
Nasıl bir sevgi, nasıl bir eksilen yaşam bu ki hâlâ hüküm süren varlığında baş edilemeyen nefes almalar…
“Herkeslerim, her şeyimsin” demen yaşamın bu batağında işin neydi ki?
“Hayat” diyordu bir şarkıdaki kadın sesi, ardından da “boş ver” demek de bu günkü düşlerime de ne kadar da uyum sağladı ki içimden bir şeyler kopuştu…
Ve sen sevgili, sevgiden ziyade gerçeğimdin ki bugüne sarkan yaşamın kısık gülüşleriyle...
Gözlerimin içine bakarak ”bir gün sen de gidecektin şüphesiz ama arkanda bir enkaz bıraktığını hiç bilemeyeceksin…
Yaşam gün gün peşinden koşacak ama ben yoruldum artık, adım atacak isteğim yok sana doğru, derken bile içimdeki korlar hep harlı halinde...
Geçmişten gelen çok şey değişti,
sen büyüdün,
ben usandım sen düşlerinden...
Acılanmalarımla, huzurda yarım kalmış bir zaman yolculuğu bu yarısı eksilmiş bir benliğin kalanı ile mutlu olabilme çabaları bu nefes almaların içine saklanan…
Tamamı öfkeye dönüşmüş gün yaşamlarının ardı arkası kesilmiş, hiç olmazsa düşüncede mutlu olabilme ihtiyacı ile yaşama ağır gelen bir benlikle günlerin ardına baka baka gün kovalamacası uğraşları bunlar…
İçe sinen yarınsızlık korkuları ile hazmedilemeyen sevgiye dair geçmiş zaman hatırlanışlarının bedensel yükü gün gün artarken, öfke yükselişleri ile yaşamı baş etme çabalarının tümü boşa harcanmış zamanlara dönüşüyordu…
Bir kurban aranıyordu ve ben seçilmiştim bu sevgi kulvarındaki herkeslerin arasından ve inanmışlığa adanmış bir yaşamın gün gün çöküşünü engelleme uğraşlarının bedensel yıpranışlarını yaşamak sebep olan sevgili adına duyulan öfke sonu ulaşılan yol tiksintili bir kalan ve geçmiş yaşam ortaya çıkıyordu artık…
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.