- 371 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
YALANIMIN SANA NE ZARARI VAR
YALANIMIN SANA NE ZARARI VAR
Mustafa Çavuş, Halil köyünde kimseye zararı olmayan herkesçe sevilip sayılan bir kişidir. Tek geçimi olan çiftçilik ve hayvancılık gibi fazla girdisi olmayan, sadece çocuklarının karnını doyuracak işlerle uğraşmıştır.
Pek öyle malda, mülkte gözü yoktur. Kanaatkar bir kişidir. Herkes Almanya’ya işçi olarak gitmeye uğraşırken o kılını dahi kıpırdatmamıştır. Geçim ehlidir, dövüş, çekiş nedir bilmez birisidir. Hanımı Göğ kızla Almanya’ya giden kardeşi İhsan’ın hanımı bazen birbirlerine küserse pilav pişirip onları bir sofrada oturtup barıştıran alçak gönüllü yapıya sahipti.
Zamanla oğulları iş, güç sahibi olmuşlardı. Oğlu Duran okumayı yarıda kesmiş yıllarca şehirde bir halı, mobilya mağazasında çalışmış, ticaretin bütün meziyetlerini öğrenmişti. Askerden sonra eş dost yardımıyla köy okullarından birinde odacı olarak işe başlar, bir iftira ile (güya sol kitaplar onun eliyle dağıtılıyormuş) ekmeğinden olur.
Suçsuzluğu sonradan anlaşılsa da bir daha işine başlayamaz. Gerek babasının yardımı, gerek kendi dişiyle tırnağıyla kazandığı üç-beş kuruşla geçinmeye gayret eder. Bir arkadaşına yardım maksadıyla gidip gelmekte olduğu pazarlarda bu işi kendisinin de yapacağı kanısına varmıştır. Zaten yıllarca müşterilerle (halı mağazasında) haşır neşir olmuş, esnaflık ruhuna işlemişti.
Kendi kazancı, eşin dostun yardımı derken toplanan parayla Ankara, Kayseri toptancılarından alışverişini bir pazarcı arkadaşının hem kefilliği ile hem çeşit seçimindeki yardımıyla temin etmişti.
“Biraz borçlandım” diye daha çok gayretle işine sarılıyordu. Sabah çok erken kalkıp pazarlara gitmeye zaten alışkındı. Çeşidini dizmiş gittiği ilçelerin pazarlarında tanıdık pazarcılar kendisine bir tezgahlık yer vermişler, işler gayet iyi de gidiyordu.
Arabası olmadığından yakın köylüsü Horlalı Mustafa diğer pazarcıların olduğu gibi Duran’ın da eşyalarını taşıyor, yalnız ondan ücret almıyordu.
Mustafa’nın babası aslen Medetsiz köyünden olup Horla’da bir ağaya çiftçi durmuş, orada evlenip, yerleşmiş, oralı olmuştu. Horla’lılar her köyde olduğu gibi önceleri babasını yadırgasalar da zamanla kabullenmişlerdir.
Mustafa iyi saz çalan, türkü söyleyen, ortaokulu ve liseyi okumuş, giyimine kuşamına özen gösteren bir gençti. İşe falan girmemiş, nereden aklına geldi bilinmez birden kendisini pazarcı buluvermişti. Arabasına toptancılardan aldığı erkek-bayan giysisi, bunun yanında çorap çeşitlerini doldurur, pazar pazar gezerdi. Öyle her pazara gitmezdi. Belki uzaktaki pazarlar masrafı çıkarmayabilirdi.
Pazarcı arkadaşlarını ücret karşılığı koltuklarını söktüğü minübüsüne mallarıyla birlikte karışık olarak doldurur, yolda trafik polisleri görüp ceza yazmasın diye camlarının boyasını arada sırada tazelerdi.
Bir gün pazara giderken bir virajda pusu kuran trafik polislerine yakalanmaktan kurtulamamış, “bu kadar insanı arabanın içine doldurmanın suç olduğunu niye bilmiyorsun” diyen polislere, “Bunlar insan değil, pazarcı” cevabıyla onları gülmekten kırıp geçirmişti.
Pazarlar genelde üç bölümden meydana gelir. Meyve-sebze satanlar, hayvansal yağ, peynir, yoğurt gibi ürünlerin yanında iğneden ipliğe, giyimden kuşama, hırdavattan plastik eşyaya, camdan yapılma ürünlerden ayakkabı terlik gibi ihtiyaçların satıldığı bölümlerden oluşur. Tavuk ve balık satılan kısımlarda pazarda ayrı ayrı yerlerde olurdu. Sabah erkenden evinden ve köyünden gelen müşteriler orada büyük bir kalabalığın oluşmasına neden olur. Pazarcı ve müşteri pazarlığının bağırtısına çığırtkanların sesi karışır, adeta kulakları tırmalayan gürültüler oluşur.
Pazara herkes ticaret ve alışveriş yapmaya gelir, bazıları da helalin dışında kazanca göz diker.
Cepçisi, hırsızı, düzenbazı, koluna beyaz bir bez dolayıp vatandaşın acıma duygusundan istifade edeni, kucağında çocukla merhamet dileyenin, yer kavgası karışır gider. Kimi emanet bıraktığı paketini kaybeder, kimisi kuşlara kader kısmet çektirir, kimisi boynuna doladığı kenger sakızını zorla satmaya çalışır, kimisi bir anlık dalgınlıkta tezgahtan boncuğunu çaldırır, bazıları paranın üstünü vermeyi unuturken, bazı açık gözlerde esnafı lafa tutup aldığının parasını vermeden kaytarırken pazar da günler böyle devam eder gider.
Duran’la Mustafa o gün çok erken kalkıp gelerek çadırlarını kurdular. Tezgahlarına çeşitlerini dizerlerken birbirlerine yardımcı oluyorlar, aynı zamanda da midelerine aceleyle bir şeyler atıştırmayı ihmal etmiyorlardı.
Eylül ayının sonlarıydı. Kimi çocuğuna defter, kitap, önlük alıyor, kimi bol gelen çorabı değiştiriyor, öbür tarafta kışlık kurutmalıklar, turşuluklar acele acele poşet ya da torbalara doluyordu.
Duran’la Mustafa’nın tezgahları karşı karşıya olduğundan müşterisi az olan diğerine yardıma koşuyordu. Pazarda bozuk para sorunu çok olur. Birbirinin parasını bozmada kızmaca olmuyor, işleri öyle iyi ki birbirlerini takip etmeye, kafayı kaldırmaya fırsat bulamıyorlardı. Çeşidi az olana çok olan ödünç veriyor, müşterinin başka tezgaha gitmesinin bu şekilde önüne geçiliyordu.
Genelde Mustafa eski pazarcı olduğundan tezgahında her çeşide cevap verecek yeterli malı bulunuyordu. Bunun aksine Duran kıt kanaat geçindiğinden, maddi yönden zayıf ve az çeşidi olduğundan dolayı müşteriye satış yapmada zorlanıyordu. Elindeki malı “olmazsa haftaya değişirim” diye satıp paraya çeviriyor, ertesi hafta değişmeye gelen müşteriyle ufak tefek ister istemez ihtilafı oluyordu.
Müşteriyi yoktan bahanelerle başından savıp ertesi hafta mal geleceği, çeşitlerin çoğalacağı yalanlarıyla sepetlemeye çalışıyordu. Zaman zaman bu tartışmalara ister istemez kulak misafiri olan Mustafa içten içe Duran’a kızıyorsa da durumunu bildiği için bunu ona pek belli etmemeye çalışıyordu.
Sabır sabır derken bir gün Mustafa “Duran, kaç zamandır ister istemez tezgahında olanlara kulak veriyorum, senin müşterilere bu yaptıkların çok ayıp, bunu sana hiç yakıştıramadım. müşteriye çok yalan atıyorsun, şurada söylemeyim diyorum ama duramadım bir daha olmasın kardeşim” diye çıkışır.
Çeşit yokluğundan dolayı ister istemez bu yola baş vuran Duran’ın canı zaten burnunda dır, durumundan kendisi de memnun değil ama ne yapsın, yapacak bir şey yok, yarı öfke ifade tonu ile “MUSTAFA, BENİM YALANIMIN SANA BİR ZARARI VAR MI KARDEŞİM” diye o da arkadaşına ister istemez çıkışır.
ERDOĞAN ÇALIŞKAN 07 12 2011 KIRŞEHİR GERÇEK YAŞANMIŞLIKLAR
NOT: Öyküleri şahısları küçük düşürmek, mirasçılarını rencide etmek için yazmadım.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.