- 566 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
İTALYA’NIN LİBYA’DA, YUNANİSTAN’IN İZMİR’DE NE İŞİ VARDI?---2. BÖLÜM—
1914 Yılında I. Dünya Savaşı başladığında Yunanistan devlet yönetiminde tam bir görüş ayrılığı yaşanmaktaydı. Devletin Kralı Konstantin, Yunanistan’ın bu savaşa katılmaması taraftarıydı. Eğer ille de katılacak olursa Almanların yanında katılmalıydı. Çünkü hem Almanların başını çektiği grup daha güçlüydü hem de Kaiser II. Wilhelm’in eniştesiydi ne de olsa.
Kral Konstantin’e karşılık başbakan Venizelos, Yunanistan’ın savaşa katılması gerektiğine inandığı gibi mutlak surette İtilaf Devletleri ( İngiltere-Fransa- Rusya) yanında katılması gerektiğini düşünüyorlardı.
Peki İtilaf Devletleri ne düşünüyordu?
İtilaf devletleri ( Özellikle İngiltere ) Yunanistan’ın kendileri yanında savaşa katılması halinde Akdeniz’de ellerinin kuvvetleneceğini düşünmekte ve Yunanistan’ı ikna etmeye çalışmaktaydı.
İngiltere, Yunanistan’ı I. Dünya Savaşında kendi yanında savaşa sokabilmek için 1915 senesinde üç kez açık açık rüşvet teklif etti.
1- 23 Ocak 1915 de İtilaf Devletleri yanında savaşa girecek olursa ona Batı Anadolu topraklarından toprak verileceğini söyledi.
2- 12 Nisan 1915 de Batı Anadolu Toprakları kavramını somutlaştırdılar ve açık açık Aydın ili ve çevresinin Yunanistan’a verilebileceğini söylediler.
3- 13 Ekim 1915 de ‘’ Eğer bizim yanımızda yer alırsan Kıbrıs Adasını da sana veririz.’’ Dediler.
Demesine dediler ama en başından beri başbakan Venizelos’a gıcık olan Kral Konstantin, başbakanının tüm yırtınmalarına rağmen bu teklifleri reddetti.Bunun üzerine İtilaf Devletleri Yunanistan’a abluka ve ambargo uygulayarak Yunanistan’ı açlığa mahkum ettiler( İngiltere ve Fransa), Selanik şehrini işgal ettiler, yer yer katliamlar bile yaptılar. Tüm bunlar yetmedi 11 Haziran 1917 de Kral Konstantin’i tahttan indirip yerine oğlunu getirdiler. 27 Haziran 1927 de ise başbakan Venizelos ve yeni kral Aleksandros, Yunanistan’ın İtilaf devletleri yanında I. Dünya Savaşına dahil olduğunu açıkladı.
Yunanlılardan en çok Çanakkale savaşlarında faydalanmayı düşünen ama bunda muvaffak olamayan İtilaf devletleri 1917 de onu Bulgarlara karşı savaşıp o cephede rahatlayabilmek amacıyla kullandı. Yani Yunanistan’ın savaşa girdiği 27 Haziran 1917 ile bizim Mondros Ateşkes Antlaşmasını imzaladığımız, böylece de I. Dünya Savaşını bitirdiğimiz 30 Ekim 1918 Tarihleri arasında Yunanistan ile hiç bir şekilde bir silahlı çatışmamız, karşı karşıya gelme durumumuz söz konusu olmadı.
Evet, I. Dünya Savaşı ateşkes ya da barış antlaşmalarıyla sona ermişti. Savaş sona ermesine sona ermişti ama savaş ganimet, katılan ülkeler tarafından nasıl paylaşılacaktı?
İşte bu paylaşımın yapılabilmesi için Paris’te toplandılar büyük devletler 18 Ocak 1919 da... Yaklaşık bir sene önce 8 Ocak 1918 Tarihinde de ABD Başkanı Wilson 12 Maddelik Wilson Prensipleri diye adlandırdığımız sözde dünyada kalıcı barış prensiplerini ortaya koymuştu ve Wilson da vardı Paris’te.
Paylaşılacak en büyük pasta Osmanlı Devletiydi ama masada olmayan da yine oydu. Osmanlı Devletini savunabilecek tek Devlet maalesef İtalya idi. Çünkü kendisine vaad edilen Batı Anadolu toprakları Yunanistan’a verilmek üzereydi. Yani yapacağı şey aslında Türkiyeyi savunmaktan öte kendi çıkarlarını savunmak olacaktı.
Yunanistan da aslında masada yoktu.
Yunanistan yoktu ama Venizelos vardı. Eh haliyle Venizelos olunca Yunanistan da vardı demek çok da yanlış olmaz.
Venizelos’un kafaya alması gereken kişi Wilson’du. İngiltere zaten kafadaydı.
Wilson’dan neler istemedi ki...
Mesela?
Mesela Makedonya,Kuzey Epir, Nüfusunun tamamı Yunan olan (!) 12 Ada ve Doğu Trakya, İzmir ve çevresi, İstanbul’dan sultan ve saltanatın kovulup yönetiminin -Kurulacak olan Milletler Cemiyeti gözetiminde- Yunanistan’a verilmesi
Dahası kendileri için bir şeyler isterken Ermenileri de ihmal etmedi. Mesela Trabzon ve Adana illerinin Ermenilerin yönetimine verilmesi de istekleri arasındaydı ve tabii ki Yunanistan da 1911-1912 yıllarında Trablusgarp’a ( Libya) medeniyet getirmiş(!) olan İtalya gibi medeniyet getirecekti Batı Anadolu’ya. Özellikle de İzmir’e...
Şimdi öteki istekleri pas geçip direkt İzmir’in işgali ile sonuçlanan isteklerinde ileri sürdüğü argümanlara bakalım. Yani hangi gerekçelerle istiyordu İzmir’i?
1- En önemli gerekçesi İzmir’de Türk bayrağının dalgalanması Yunanistan için çok büyük bir tehlikeydi. Mondros Ateşkes Antlaşmasının 7. Maddesine göre İtilaf devletleri güvenliklerini tehdit eden bir durum ortaya çıkarsa canlarının istediği herhangi bir noktayı işgal etme hakkına sahiptiler. Yunanistan- geç katılmış olsa da- bir İtilaf devleti olduğuna göre İzmir’i işgal hakkına sahipti. Osmanlı Devleti ile I. Dünya Savaşında karşı karşıya gelmemiş olmasının bir önemi yoktu.
2- İzmir halkının çoğunluğunu Yunanlılar teşkil ediyordu.( İzmir’in Rum halkı Venizelos’a göre Yunan halkıydı.) Eee Wilson ilkelerinin 12 maddesinde ne diyordu? Osmanlı hakimiyetinde olup nüfusu Türk olmayan yerlerin yönetimi nüfus çoğunluğu kimdeyse onda olacaktır.
3- İzmir ve çevresi tarihsel ve dini bağlarla da Yunanistan’a aitti. İzmir’de eski Yunan Medeniyeti eserleri Osmanlı’dan daha çoktu, Rum okulları daha çoktu, hatta camiden çok kilise vardı.
4- Türkler İzmir’de çok yakın zamanda bir Rum-Yunan kıyımı başlatacaklardı aynen Ermenilere 1915 de yaptıkları gibi.
Wilson, önüne konan argümanlara baktı ve bunların hepsinin tırşkadan nameler olduğunu anlamakta gecikmedi. Ama Venizolos işin peşini bırakacak değildi. ‘’ Bi biskrem versem? ‘’ Dedi ( Burada ürün yerleştirmesi yaptım ))))
Evet, Veniezelos ‘’Komünist Rusya’ya karşı savaşırım gerekirse. Bu arada Milletler Cemiyetinin kurulması için de tam destek veririm’’ Deyince Wilson yelkenleri suya indirdi çünkü en çok istediği şey Milletler Cemiyetinin kurulmasıydı. Bunu başarırsa yaklaşan ABD seçimlerinde ikinci kez başkan seçileceğine kesin gözüyle bakıyordu.
Venizelos bu görüşmeleri yaparken kurmayları sordular: ‘’ Neden Kıbrıs’ı hiç ağzına almadın?’’ Venizelos sinsi sinsi güldü bu soruya ‘’ Kıbrıs zaten bizim. İngiltere bu konuda ta 1915 de söz verdi. Ve size şunu söyleyeyim: Wilsonla yaptığım görüşmeden sonra diğer isteklerimiz olmasa da İzmir kesin olarak bizim olacak.’’Dedi. [ Buraya bir mim koyun zira tekrar döneceğiz bu cümleye ]
Paris Barış konferansında Yunanistan’ın isteklerine en fazla karşı çıkan İtalya idi. ABD ise tereddütteydi. Gönlü en azından İzmir’i Yunanistan’a vermekten yanaydı ama işi kılıfına uydurmak gerekiyordu. Yani çok haklı bir gerekçe...
İtalya, Batı Anadolu’nun Yunanistan’a peşkeş çekileceğini anlayınca ‘’ Ulan buralar 1917 yılında yapılan gizli antlaşma(Saint Jean de Maurienne Antlaşması ) ile bana verilecekti. Yedirmem Yunanistan’a’’ dedi ve savaş gemileriyle harekete geçti.
25 Mart 1919 da Antalya’yı, 24-25 Nisan’da Konya’yı,11 Mayısta Bodrum’u,12 Mayısta Marmaris ve Fethiye’yi, 13 Mayısta Kuşadasını işgal etti.
İşte bu işgaller Yunanistan’a aradığı fırsatı doğurdu.
Fransa Başbakanı Clamenceau ‘’ İtalyanlar İzmir’i de işgal edecekler.’’ Dedi. İngiltere başbakanı Llyod George ise ‘’Yunanlılar İzmir’deki Yunan halkını korumak üzere İzmir’e asker çıkarma hakkına sahip oldular.’’ Dedi. Yani sözde İtalyanlara karşı Yunan halkını (İzmirdeki Rumlar kastediliyor tabii ki ama Rum değil Yunan halkı deniliyor onlara) korumak üzere Yunanistan, İzmir’e asker çıkaracaktı. Yani daha da açık bir şekilde ifade edecek olursak Yunanistan, Wilson’a sunulan gerekçeler ve argümanlar sebebiyle değil, İzmir’deki Yunan halkını işgalci İtalya’ya karşı korumak için İzmir’e asker çıkaracaktı(!)
Peki Türkler?
Türklerden, işgalden 36 saat önce İzmirdeki tabyaları boşaltması istenecek, 12 saat önce de İzmir’in işgal edileceği bildirilecekti.
Karar bu şekilde alındıktan sonra hepimizin bildiği gibi Yunanlılar 15 Mayıs 1919 da İzmir’i işgal ettiler.
İşin garip tarafı İzmir işgal kuvvetlerinin komutanı da İzmirli bir Rum’du.
Evet, İzmir’de doğmuş, 14 Yaşına kadar İzmir’de yaşamış olan Leonidas Paraskevopoulos, kırk beş yıl sonra (59 yaşındayken) İzmir’e Yunan işgal kuvvetlerinin komutanı olarak geri dönmüştü.
Daha sonrasını hepimiz biliyoruz.
Genel inanışa göre Hasan Tahsin adında bir kahraman Yunan’a ilk kurşunu sıktı ve böylece Milli Mücadelenin fitili ateşlendi. Bazı araştırmacılara göre ise bu ilk kurşunu saatçi Aziz Efendi adında biri sıktı.
Yunanlıların İzmir ve Batı Anadoluda yaptıkları mezalimi de ayrıca uzun uzun yazmaya gerek yok zira bu konuda herkesin mutlaka bilgisi vardır. En azından Yunanlıların İzmir’e getirdikleri ilk medeniyet örneğinin (!) ‘’ Zito Venizelos (Yaşasın Venizelos ) Diye bağırmayan Albay Süleyman Fethi Bey’i dipçik ve süngü darbeleriyle şehit etmek olduğunu bilmeyen yoktur eminim.
Sonra?
Sonra Milli Mücadelemiz başlıyor İnönü Savaşları, Sakarya Meydan Muharebesi ve nihayet Büyük Taarruz ve Başkumandanlık Meydan savaşı ve kazanılan zaferler sonrası 9 Eylül 1922 de Yunan’ı ayak bastıkları İzmir’den denize döküyoruz.
İlginç olan şudur ki Venizelos diğer yerleden değil de en çok İzmir’den ümitliyken tam tersine savaşın sonunda yapılan antlaşmalar ile( 1923 Lozan- 1947 Paris Antlaşmaları ) İzmir’e sahip olmasa da hayal ettiğinden çok çok fazlasını elde etti. Öyle ki İzmir’i elde edemedi ama İzmir de dahil tüm Ege ve Akdeniz sahillerimizde burnumuzun dibine kırmızı çizgiyi çizdi.
Zaferi kazanan bizdik. İzmir’den Yunan’ı denize döken bizdik ama çok yakın zamana kadar Coğrafya ve Sosyal Bilgiler Derslerinde sınıfa getirdiğimiz Türkiye haritalarında deniz sınırlarımız aynen yukarıdaki gibi çizilirdi. Yani zaferi biz, denizleri, hatta hiç ummadıkları şekilde kara parçalarını Yunanlılar kazanmıştı.
Daha açık anlatacak olursak bunu bir Türkiye- Yunanistan milli maçı olarak düşünün. Maçta golü atan biziz ama skor tabelasında yazan Yunanistan: 1- 0 Türkiye.. Ve bir üst tura yükselen Yunanistan, elenen bizdik.
Yine de buna da şükür. Mondros Ateşkes Antlaşması veya Sevr Antlaşması, olduğu gibi yürülüğe sokulabiseydi bunu da göremezdik ama yine de gönül yedi düvele karşı kazanılan bir zaferden sonra çok daha fazlası istiyor. En azından Akdeniz ve Ege’de olta atabileceğimiz kadar deniz istiyor üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke olarak...
Herhalde yanlış oldu. Benim gönlüm öyle istiyor ama pek çok vatandaşımız o kırmızı sınırı çoktan benimsemiş ve Misak-ı Milli sınırı olarak kabullenmiş. O sınırlar dışında bir istekleri yok.
Her neyse...Rabbim hakkımızda hayırlısı neyse onu nasip etsin bu ülkeye ve Rabbim hiç kimseyi ‘’ Yunan galip gelseydi daha iyi olurdu.’’ Diyecek kadar akıldan, fikirden, insaftan ayırıp sapıttırmasın.
YORUMLAR
Kahpelikler ve alçaklıklar hiç değişmiyor zaman değişse bile... Tarih tekerrür etmesin ders çıkaralım da... Kutlarım yürekten Sami Hocam...
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.