BİR DAHA SEVMEM İÇİN HEVES Mİ BIRAKTIN...
EL AYAK ÇEKİLİNCE Mİ BAŞLAR YALNIZLIK?.
Soğuk, yağmur ve de rüzgâr hepsi bir arada. Ee’’kış artık normaldir dediğinizi duyar gibiyim; evet benim de itirazım yok, yalnız arada sırada, ah keşke kuraklık olsa da İstanbul susuz kalsa diye neredeyse dualar eden kişilerin kulaklarını çınlatıyoruz o başka…
Şemsiye, sadece yüzümüze yağmur varmasın diye elimizde, yoksa başka bir işe yaradığı yok. Minibüs ne zaman gelir?, gelirse de durur mu?, düşünceleri arasında durağa varıyorsunuz ve yağmur şiddetin artırıyor, bu rüzgar da artık şemsiye ters döndüğü için işe de yaramıyordu çünkü çubukların bir çoğu ya koptu, ya da eğrildi. Minibüs geldi, aa, şansa bakın tıka basa dolu değil ve tanıdık bir yüz. Günaydın. Bu sabah şanslıyız ha ne dersin. Ayni tebessümle, ‘’Günaydın, evet, bu sabah rahat gideceğiz gibi, ben arka tarafa gideyim orada bir koltuk boş’’ deyip gidip oturuyor, o çok şanslı bu sabah…
Minibüsün ön camı sürekli cam silecekleriyle siliniyor ve diğer camlar buhar olmuş durumda. Minibüs ilerledikçe inenlerde oluyordu ama binenler inenlerin iki katı olunca kısa bir süre sonra paket olmuş kamyona yüklenmeye hazır bir koli gibisiniz artık..
İnsanlar, bir süre sonra öksürmeye başlıyorlar nefessizlikten… Allahtan, tam bu sırada birisi iniyor ve açılan kapıdan içeriye giren oksijeni derin bir nefesle içinize çeliyorsunuz, nasılsa birkaç dakika sonra birisi daha iner diye düşünerek idareli kullanıyorsunuz aldığımız oksijeni… Kısa bir süre sonra yine öksürükler başlıyor, doğrusunu söylemek gerekirse hepsi de avuçlarına öksürüyorlar, âmâ tutunmak için yine aynı eliyle demirlere tutunuyorlar o başka mesele… Arkalardan bir ses, ‘’kaptan müsait bi yerde ineyim’’, birkaç metre gittikten sonra şoför,’’ inecek mi vardı?’’…Hep bir ağızdan, ’evet’ ’Yine minibüsün kapısı açılıyor ve yuhaaa,’’bir adım daha atar mısınız?, yada çantanızı önünüze alırsanız ben de binebilirim, bak orda boşluk var’’
‘’Bir adım daha falan atamam, ne yapayım önümdekine mi yapışayım’ ’ ve bir kaç denemeden sonra minibüsün kapısı kapanıyor,kısa bir suskunluk ve yine o yalnızlık geliveriyor. Hava henüz alaca karanlık kuşağı gibi ve yoğun ışıklar arasında yağmur eşliğinde sıkışan trafikte ilerlemeye devam ediyorsunuz. Bir kaç dakikadan beri inen olmadığı için haliyle minibüsün de kapısı açılmadı…, nefessiz saniyeler başlamak üzereyken şoför,E5, TAMİRHANE. Oh be diyorsunuz yine nefes alabileceğim.
Ön koltuk boşalır boşalmaz bir kadın hızla içeriye dalıyor ve o koltuğa oturuyor, ‘’aslında minibüse hiç binmek istemiyorum da’’
Önceki yolculardan başka bir kadın. ’Biz de binmek istemiyoruz ama mecburen biniyoruz’’
Kadına tepeden bakınca camdaki yazının içerden okunuşu.
‘’Bir daha sevmem için
Heves mi bıraktın’’…
Devamında..
‘’Telefonda konuşacaksan buraya oturma’’
Tam bu sırada Candan ERÇETİN giriyor araya. ‘’Yalnızlık içindeyim, bir garip olur içim el ayak çeklince
Tam da yaşadığınız o anı anlatıyordu. 07, 01,2020.. Salı..Gündüz Yavuz.
NOT:
(yuhaa)Yön bilmeyen, ne yapacağını şaşıran kalabalıklar;ya da hikaye ve buna benzer şeyleri anlatan kişi dikkatleri kendi üzerine çekmek için anlattığı olayı biraz abartarak anlatması.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.