SİNEMA VE AŞK
YEDİNCİ SANATTA AŞK ÜZERİNE
Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. “Aman sakın kendini” diye tembihler. Hâlbuki aşk öyle mi? onun tek dediği: “Bırak kendini, ko gitsin!”
Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Hâlbuki hazineler ve defineler, yıkıntılar arasında olur. Ne varsa hep harap bir kalpte var! (Şems-i Tebrizi).
“Aşk eski bir yalan/Âdemle Havva’dan kalan’’, diyor eski bir şarkının sözleri. Aşka dair bu yolda ayağı tozlanan herkesin söyleyecek bir çift sözü vardır şüphesiz. Şarkılarda, filmlerde, şiirlerde, romanlarda ve hikâyelerde anlattık aşkı. Söze “ilk aşkım” diyerek başlayabilecek kaç kişi vardır aramızda? İki binli yılların başında bir İstanbul gezimizde, Arkeoloji Müzesi’nde Sümerlerden kalma toprak tablet üzerinde gördüğüm tarihin ilk aşk şiirinin bir rahibe tarafından Kral Şusin’e hitaben tam 4000 yıl önce yazıldığını öğrendiğimde hayret ve merak ile fotoğraf makineme sarılmıştım. Sahi aşkın resmi var mıdır?
Resmi var mı sorusu bir yana aşk o kadar çok filme konu olmuştur ki. Beyaz perdede kimi ünlü romanlardan, hikâyelerden, hatta gerçek hayattan aktarılmış çoğu acı demi ağır basan nice aşka şahitlik etmişizdir.
Adana’da 1970 li yılların başlarında kentin yaz geceleri nefes aldığı Atatürk Caddesi üzerinde “Sular” denilen mevkideki beş altı ve değişik semtlerdekilerle sayıları ile onu geçen yazlık sinemalarda nasıl bir kültür atmosferi solurmuş Adanalı! Bazılarında sadece yabancı filmler gösterilirdi. Gençliğimin ilk yıllarına denk gelen o dönemde izlediğim “Love Story”, bir aşk klasiğidir… Kaybetmenin ağırlığı ile kasırgalar koparır aşk. Ali MacGraw ve Ryan O’Neal’in müthiş hikâyeye oturan oyunculukları uzun yıllar aşka dair herkesin hatırasına çıkmamak üzere kazılmış bir efsane idi. Ailemin yanında izlediğim o film kim bilir belki de aşkı anlamama sebep en önemli ilk ders olmuştu!?
İlerleyen yıllarda hayatımıza giren tek kanallı siyah beyaz televizyonda seyrettiğim en güzel aşk filmlerindendi “The Swan - Beyaz Kuğu”. Grace Kelly’e hayran olduğum o filmde aşk adeta “Beyaz Kuğu” siluetindedir. Temiz, saf, ulaşılması kolay olmayan ama bir o kadar tabii ve doğal. en insani, en güçlü duyguya can verir gibidir “Beyaz Kuğu”.
İkinci Dünya Savaşı’nın tam ortasında kuzey Afrika’da geçen hikâyede dünya sinemasının kült filmlerinden “Casablanca” yı izlemeyenimiz yok gibidir. Rick Blaine ve Ilsa Lund Laszlo karakterlerine hayat veren Humphrey Bogart ve Ingrid Bergman ikilisini izlerken yaklaşılması güç yüksek surlarla çevrili kaleye döner aşk. Ünlü yönetmen Michael Curtiz bu film ile Oscar almıştır.
Günümüz gençliğine mal olan, beyaz perdeye yansıyanları unutmamak lazım. Kendinizi genç hissediyorsanız, bizim gibi seyretmişsinizdir. “Not: Seni Seviyorum - Ps: I Love You” adlı filmde sıra dışı öyküde Gerard Butler ve Hilary Swank genç nesle ders niteliğinde yine hüzün ve acı ile aşkın ölümsüzlüğünü yaşatır. Erkek karakterin ölümü ile aşk ayrılığı oynar yine. Akademi ödülünü iki kez almış Hilary Swank’ın belki de en güzel filmlerinden biridir.
Türk sinemasının tarihinde pek çok aşk filmi vardır. Yakın tarihe bakarsak en az sınır ötedekiler kadar güçlü aşk filmleri görürüz. Daha dün seyrettiğimiz bir örnek, Melis Birkan ve Cemal Hünal’ın oyunu ile doruklara çıkan hikâyede genç yönetmen Çağan Irmak “Issız Adam” ile yarım kalan bir aşkı, Melis Birkan’ın zümrüt gözlerine sığdırır; öyle duru, öyle buruk ve öyle ıslak. Yine ulaşılamayanı oynar oyuncular.
Ve Ömer Faruk Sorak tarafından yönetilen “Aşk Tesadüfleri Sever” de tesadüflere takılan bir gözyaşı olur Mehmet Günsur ve Belçim Erdoğan’ın oyunuyla aşk. Hikâye o kadar güçlüdür ki, oyuncular da çok doğru seçilince ortaya romantizmi, dramı, gözyaşı ile müthiş bir aşk filmi çıkmıştır. Şebnem Ferah filmin finalinde “Hoşça kal” derken, benim diyen erkeği bile gözyaşlarına boğar.
Benim ajandamdan aşka dair beyaz perdede ne var deyince bunlar çıktı. Baktım da çokça gözyaşı var. Kim bilir sizlerde neler var? Şarkılarda da yaşayan aşk, Şebnem Ferah’ın Hoşçakal’ında olduğu gibi önce gönülden gönüle, sonra kalemden kâğıda dökülür. Yazın sanatı deyince aşk adına aklıma nedense ilk Fuzûlî’nin dizeleri takılır.
Aşk imiş her ne var âlemde. / İlm bir kıyl ü kâl imiş ancak.
Günümüz şiirine damga vuran Murathan Mungan dizelerinde beyaz perdede izlediğimiz çoğu imkansız o aşkları anlatır.
Olmasa mektubun,
Yazdıkların olmasa
Kim inanırdı
Senle ayrıldığımıza.
Neydi bir arada tutan şey ikimizi
Birleştiren neydi ellerimizi
Bırak bana anlatma imkânsız sevgimizi
Sevmek birçok şeyi göze almaktır.
Okuduğum ilk aşk hikâyesi hangisiydi? Kendime sorduğum bu sorunun cevabını veremedim. Şaşırdım! Demek ki ıskalamışım.
Şimdilerde moda deyişlerle, aşk ya “dibe vurarak” ya da “tavan yaparak” yaşanıyor. Kendi kalemimizle yazılmış dizelerle aşkı anlatarak bitirelim:
Düşte saklı,
Kaf Dağı’nın arkası,
Manolya kokusunda bahar telaşı
Hüznüme düşen cemreydi gülüşünüz
Sonra aklıma, en son kalbime yürüdünüz. (Adı Saklı)
Aşkı, gerçekte düş biliriz biz,
Bir bakış, bir gülüş, naz biliriz biz.
Nice yiğit, kirpik gölgesinde vurulur da
Bir çift gözde, şifa buluruz biz. (Aşk)
Mevsim dönümünde yurtsuz bir leylek olmak mı?
Biteviye uçan yaban kazı gibi dolaşmak mı?
Sevda bir bülbül tutsaklığı kadar
Gülle göz açıp kapamaktır belki. (Hikâye)
Aşkla kalın
HRNOZMN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.