SUBHANALLAH HİKAYELERİ / 1
I. BÖLÜM
AYAZ
MSG Aksaray Ağaçören’de, bir ilkokulda sınıf öğretmeniydi. Kendisi de Aksaraylıydı. Ortaköy İlçesine bağlı Harmandalı Beldesinde doğmuş, İlkokulu köyünde bitirmiş, okumak için çıktığı köyüne 14 yıl sonra öğretmen olarak tekrar dönmüştü.
Son dersin bitmesini beklerken, aklından: “Bu gün hava çok soğuk. Her yer kar, buz ve hava ayaz. Evde sobanın kenarında çocuklarla vakit geçirmek en iyisi. Ne arkadaşlara ne de konukomşuya takılacak zaman değil.” Diye, geçiyordu.
Okul çıkışı manava uğrayıp bir kaç kilo kestane alarak köyünün yolunu tuttu. Yol buzlu olduğundan kaygandı. Bu soğukta zincir takamazdı. Zira, çocukluğundan beri elleri soğuğu sevmez, hiç bir şeyi tutamazdı. Ama, arabasını yavaş ve dikkatli sürmeliydi. En fazla beş dakika geç varırdı.
Nitekim öyle yaptı. Kazasız belasız eve ulaştı. Çocuklarını kucaklayıp sevdi. Üzerini değiştirip sobanın yanına, padişah tahtına kurulurcasına mindere kuruldu. Eşi, elinde leğenle mutfaktan yanına geldi. Kestaneleri leğendeki suya dökmüş, bıçakla kabuklarını çiz, ben de yemek hazırlayayım diyerek talimatı vermiş gitmişti.
Akşam ezanı okunuyordu. Hoca her zamankinden daha hızlı okumuştu. Üşümüş olmalıydı. Bu havada cemaatte olmazdı. Bir an önce okuyup dönmeyi düşünmüştür. Diye aklından geçirirken içini bilmediği bir sıkıntı bastı. Yemek için iştahı da gitmişti. Televizyonu açtı. Haber kanalı aradı. Hepsinde reklam vardı. Sıkıntısı gittikçe artmaya başlamıştı. Bunalıyordu. Aklına Kırşehirdeki Ağabeyi AG geldi.
-Hanım, ben gidiyorum.
-Nereye?
-Kırşehir’e.
-Bu havada deli bile evden dışarı çıkmaz. Yemeğini ye, kestaneni pişir, çayını iç, yat. Yarın mesain var. Hafta sonu değil ki gezmeye gidesin.
-Yok yok. İçime, gitme isteği bir kere düştü. Gitmezsem bu sıkıntıyla sabah olmaz.
-Allah akıl versin. Ne diyeyim. Nereye gidersen git.
****
II. BÖLÜM
DON
İY yetmiş yedi yaşındaydı. Kırşehir’in Saraycık Köyü’ndendi. Bir gün önce akşam yemek yerken telefon çalmış, açtığında asker arkadaşı Ağaçören Yeşilöz Köyünden asker arkadaşlığı ile başlayan dostu EN’in öldüğü haberini almıştı.
Sabah kahvaltısını yaptıktan sonra, hava günlük güneşlik diye paltosunu almadan ceketiyle yaya olarak cenaze namazına yetişirim umuduyla yola düşmüştü. Devedamı Köyüne kadar hiç bir vasıta denk gelmediğinden yaklaşık 6-7 km yürümüştü. Devedamı’nda biraz dinlenmiş, yol kenrındaki kahvede bir çay içmiş tekrar yola koyulmuştu. Harmandalıya kadar rast gelen bir arabaya binmiş, köyün çıkışında inmişti. Ağaçören yolunu yarıladığında aynı yöne giden bir arabaya el kaldırmış ve duran arabaya binmişti. Ağaçören’e varınca Şerefli Koçhisar dolmuşu ile Yeşilöze kadar gitmiş ve köyün girişinde inmişti.
Mezarlık köyün dışındaydı. Kalabalıktı. Doğruca o tarafa yöneldi. Vardığında, hoca yasin okuyuordu. Namaza yetişememişti. Dostunun mezarına bir kürek toprak atmak nasip olmamıştı. Olmazsa olmaz. Gelmişti ya. Fatiha okumak nasibiydi.
Mezarlıktan evin önünde kurulan taziye çadırında öğleye kadar oturmuş, dostunun eşi ve çocuklarıyla yas tutup üzüntülerini paylaşmıştı. Bir kaç komşunun getirdiği yemekten biraz yemiş ve açlığını bir nebze yatıştırmıştı. İki bardak çay içtikten sonra izin alıp tekrar yola düştü. Bu arada hava sertleşmeye başlamıştı.
Yolda Ağaçören dolmuşuna rastladı ve bindi. Dolmuş sıcaktı. Üzerine paltosunu almadan çıktığına pişman oldu. “inşallah köye kadar gidebileceğim bir araba denk gelir” diye içten içe dua ediyordu. Kaygılıydı. Ya denk gelmezse. Yol uzundu. “Allah Kerim” dedi.
İkindi namazını yol üstündeki camide kıldı. Harmandalı Köyü’ne kadar yürümüştü. Ayaz jilet gibi kesiyordu. Üşüyordu. Belki bir araba rast gelir umuduyla köyün çıkışına kadar dinlenmeden yürümüştü. Takati kalmamış, iyice yorulmuştu. “Kahveye uğrayıp bir bardak çay içseymişim iyi olcakmış. Belki biri misafir ederdi. Şimdi dönsem neredeyse 2 km daha yürümem lazım. En iyisi bekliyeyim. Bir geçen olur.” Diye kaldırım taşına oturmuş düşünüyordu.
Hava iyice soğumuştu. Titremeye başlamıştı. Çeketin yakasını kaldırmış ensesini iyice kapatmıştı. Kaldırım taşı soğuktu. Kalktı ve çömelerek oturdu. Dua ediyordu. “Allah’ım sen her şeyi görür ve ne yapacağını bilirsin.”
Akşam ezanı okunmuştu. Hava daha da soğumuştu. Başını iki dizinin arasına gömmüştü. Ayaklarını hissetmemeye başladı. Kalkıp bir adım atacak takati olsa köye dönüp en uçtaki evin kapısını çalacaktı. Ama yoktu. Donarak ölmek, üstelik en yakın evin ikiyüz metre geride olduğu bir yerde hiç aklına gelmezdi.
İnsanların dışarı çıkmadığı bu havada araba neden geçsin ki?
İçini ölüm korkusu, eş çocuk özlemi sardı.
“Allah’ım” dedi. Gerisini içinden geçirdi. Zira ciğerlerine kadar soğuk hava dolmuştu.
Ne kadar geçti bilmiyordu. Zira her an bir asra bedel olmaya başlamıştı. Sevdikleri bir bir film şeridi gibi önünde dizilmeye başlamıştı. Onları artık göremeyecek olmanın acısı donuşunu hızlandırıyordu. Bir taraftanda babası, dedesi, annesi, dostunu ve diğer ahrete göçmüş sevdiklerini düşünüyordu. O taraf daha cezbediciydi sanki. Torunları geldi sonra. Elinden tutup götürüyorlardı.
Derken, köy tarafından bir araba ışığı yansımıştı.
“Gözlerinde beliren umut fersizdi. Araba yaklaşıyordu. Kalkmak için yeltendi. Nafile. Dizleri tutmuyordu.
******
III. BÖLÜM
KARALTI
MSG arabayı çalıştırdı. Arabanın içi de buz gibiydi. Bir an önce ısınsın diye gaza bastı. Kaloriferi açtı. Araba ısındıkça kaloriferin ısısı artıyordu. Eşi, camdan üzgün üzgün bakıyordu. Eliyle Allaha ısmarladık der gibi yaptı ve hareket etti. Yol buzluydu. Dikkatli gitmeliydi.
Köyün çıkışına gelmişti. Dışarda köylülerden hiç kimseye raslamadı. Havanın soğuk olmasından dolayı kimse dışarı çıkmıyor olmalıydı.
Bu karaltı da neyin nesiydi. Yolun sağında bir karaltı görmüştü. İnsan mıydı? Bu havada niye burda otursun ki?
İçine bir kurt kemiriyordu. Dönüp baksam mı? Zihnimde duracağına iyice bakıp emin olayım diyerek geri döndü. Hem bu defa karaltı solunda kalır ve daha iyi görebilirdi. Dönüp karaltıyı gördüğü yere kadar geri geldi. Uzun farları yaktı. Aman Allah’ım, bu bir insan.
İY ayağa kalkamamıştı ama başını kaldırdı.
-Evlat, ayaklarımı hissetmiyorum yardım et.
MSG arabasını geri döndürüp adamcağıza iyice yaklaşıp ön kapı hizasında durup arabadan indi. Sağ ön kapıyı açtı. Adamı kucaklayıp oturttu. Kapısını örttü. Arabanın arkasından dönerek, kendisi de direksiyon koltuğuna oturdu ve kapısını çekti. Adamcağızın oturduğu koltuğu biraz daha geriye çekti. Ayaklarını ileri doğru uzatmasında yardımcı oldu. Bir müddet ısınmasını bekledi. Amca kendine gelmişti. Minnettar gözlerle bakıyordu.
-Seni, Allah gönderdi...
-Hayırdır amca, bu soğukta ne işin var burada? Neden birinin kapısını çalıp, ısınmadın?
-Sorma, araba gelir diye beklerken candan olacaktık. Köyün içinde donup kalacaktık. Umutla araba bekledim. Zaten yorulmuştum. Biraz dinleneyim derken soğuk hem üşüttü hem uyuşturdu. Kalkamaz hale geldim.
Seni Allah gönderdi.
Bunları söylerken diğer taraftan elleriyle dizlerini ovalıyordu. Kaloriferin sıcağı iyi gelmişti.
-Nerelisin amca?
-Saraycıklı.
-İyi, ben de Kırşehir’e gidiyordum. Seni köyüne bırakayım.
-Allah razı olsun.
-İyi anlat bakalım. Seni buraya bu hale düşüren nedir?
İY amca köyüne kadar başından geçenleri anlatmıştı. Evi yolun kenarındaydı.
-Şu ev benim. İn bir çay iç öyle git hoca efendi?
-Sağolasın İY amca. Bir an önce bende Ağabeyime gideyim. Daha geri dönmesi var. Çayımı onlarla içerim.
-Sen bilirsin. Allah yolını açık etsin. Kaza bela vermesin.
-Haydi geçmiş olsun. İyi akşamlar. Teyzeme de selam söyle.
-Aleyküm selam. İyi akşamlar hoca. Allaha emanet.
MSG, İY amcayı bıraktı ve devam etti. Tam köyü çıkarken;
-Ya, ben bu havada nereye gidiyorum? Koskoca hafta sonunda, gündüzün ışığıyla, yeğenlerini görmek varken, şimdi gidip ne yapacaksın? Çocuklar zaten çoktan uyumuştur ya da uyumak üzeredir. Deli miyim, neyim? Şurdan geri dönmek en iyisi. İçindeki sıkıntı ve Kırşehir’e gitme isteği bir anda geçip gitmişti. Yaklaşık bir saat yaşadıkları kendi isteği ile değildi. Görünmez bir gücün isteğini yerine getirmişti. O güç böyle bir şeyi gerçekleştirmek için kendini seçmişti. Seçilmiş olmak hayırlı ise ne mutluydu.
Köyün çıkışından geri dönüp evine geldi. Geldiğinde çay demlenmiş sobanın üzerinde hazır bekliyordu.
-Hayırdır, niye geri döndün? Diyen eşine ne diyeceğini, nasıl bir cevap vereceğini kestiremedi.
-Hiç bir şey sorma. Ben sanıyordum ki, taşıdığım kalp benim. Duygularım bana ait. Düşüncelerim, aklımdan geçenler ya da geçmeyenler bana ait. El bacak, ev araba bana ait. Oysa hiç biri bana ait değil. Her şeyin ama her şeyin Allah’ın olduğunu ve O’nun Sübhan olduğunu bil yeter.
Subhanallahil azim ve bihamdih.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.