- 563 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
OTHELLO
- Buyrun hoş geldiniz?
- Teşekkür ederim.
- Uzatmadan konuya girelim.Burada stajınızı tamamlayacaksınız. Yaklaşık üç ay kadar sürecektir. Siz hastalarımızı, biz de sizi gözlemleyeceğiz. Sizi burada misafir edeceğiz. Umarım başarılı bir çalışma ile bu süreci tamamlarsınız. Sizin özellikle üzerinde çalışmak istediğiniz bir hastalık var mı yoksa bizim düşündüğümüz ve uygun gördüğümüz hasta tipleriyle mi ilgilenmek istersiniz?
- Aman efendim, ne haddime. Burada sizlerle olmak benim için büyük bir şans. Bu yüzden sizin belirlediğiniz her şeye ben tamamım. Elimden gelenin fazlasını yapmaya çalışacağım.
- O zaman anlaştık. Burası devletin en güvenilir,en ciddi ve alanında en çok uzmanın bulunduğu bir hastane. Bütün hocalardan faydalanmanız ve onların tedavi metodlarından istifade etmenizi salık veririm. Doğrusu buraya yılda sadece bir kişiyi seçeriz. Sizin referanslarınız ve akademik başarılarınız burada olmanızı sağladı. Dediğim gibi umarım her şey sizin için güzel olur.
- Anladım efendim, bana inananları ve sizi asla mahcup etmeyeceğim.
....
1. Gün.
- Bu, Hasan. Ağır bir şizofreni. Onunla Osman Bey ilgileniyor. Tedavi süreci çok iyi seyrediyor. İlk geldiği günü size anlatamam. Osman Hoca adeta onu baştan yarattı.
Evet, burada da Hilmi var. Hilmi otofaji. Kendine zarar veriyor. İçinde yaşayan her bir hücresinin hesabını her gün bize sorar. Vücudunu özellikle kollarını ısırarak koparmaya çalışıyor. O yüzden ellerini tamamen bağlıyoruz. Ağır bir hastalık ve maalesef Hilmi, tedaviye yeterince cevap vermiyor.
İşte burda da bizim senin için düşündüğümüz hastamız var. İsmi Adil. Sana dosyasını vereceğim. Şu an için sadece bu kadar... İçerde konuşalım isterseniz.
....
Adil’in dosyasını okumak için can atıyordum. Çünkü Adil, benim tanınır bir doktor olabilmem için açacağım kapının anahtarıydı. Bir an önce onunla karşılaşmak,onu dinlemek ve tedavi etmek istiyordum. İtiraf etmeliyim ki ilk başlarda Adil’in tedavi olmasından daha çok kendi istikbalimi önemsiyordum. Büyük bir iştah ve heyecanla Adil’in dosyasını elime tutuşturmuştu Müşfik Hoca.
Gece boyunca onun hakkında dosyada ne varsa yutmuştum adeta. Fakat dosyasında hastalık tanısı ve bu tanıya cevap verecek tedavi şekli bilerek yazılmamıştı. Sanırım bu, benim ilk sınavımdı. Önce tanıyı koyacak, sonra uygun bir tedavi şekli bularak Adil’i iyileştirecektim.
....
2. Gün.
Korkarak Adil’in bulunduğu odaya gittim. Kapıyı açacak dermanı kendimde bulamıyordum. Dizlerimin bağı çözülmüş, kalp atışım hızlanmıştı. Ya beni sevmeyip sorduğum sorulara cevap vermezse? Ya da ağzını hiç bıçak açmazsa? Tüm bu sorularla kendi beynimi gece boyunca meşgul etmiştim.Onun vücudunu görmeliydim. Kendine verdiği zarar var mıydı? Maalesef Müşfik Hoca yanıma hiçbir yardımcı ya da personel vermemişti. Tüm işleri kendim halletmeliydim.
- Merhaba Adil. Girebilir miyim içeri? Ben senin yeni doktorunum. ( Henüz bu sıfatı tam olarak almamıştım ama sanırım özgüvenimi ayakta tutmak istiyordum.)
Cevap vermişti. Sessizliğin kabul anlamına gelebileceğini düşünüp yatağının kenarında duran masaya doğru yöneldim. Masasında yarısına kadar dolu olan bir plastik sürahi ve bardak vardı. Plastik olmasına özellikle dikkat etmiştim. Çünkü cam olsaydı onu kırabilir, kendine ya da çevresine zarar verebilirdi. Adil hakkında vardığım ilk sonuç buydu. Tehlikeli olmaya meyilli....
- Nasılsın Adil? Burada sana iyi bakıyorlar mı?
Cevap vermedi.
- Beni merak ediyor musun? Neden burda olduğumu?
Sadece başını kaldırıp yüzüme boş boş baktı.
- İstersen seninle önce arkadaş olabilirim. Sorularıma cevap verirsen eğer belki bahçede beraber yürüyüş de yaparız.
Yine konuşmadı.
...
3,4,5,6,7. Gün
Sabırla Adil’e ulaşmaya çalışıyordum. Bir hafta geçmiş, ona sorduğum hiçbir soruya cevap vermemişti.Bu bir hafta içinde dosyasına kaç kez bakmıştım sayısını bile hatırlamıyorum. Müşfik Hoca bana Adil’le iletişim kurup kuramadığımı birkaç kez sormuştu. Ona kaçamak cevaplar veriyor, ilgisini başka yönlere çekmeye çalışıyordum. Bu iş benim için hayat memat meselesiydi ama hiç de iyi bir başlangıç yapmamıştım doğrusu.Yedinci günün sonuna doğru Adilin yanından ayrılmak üzereydim.Kapıya yöneldim. Sırtım Adil’e dönüktü. Soğuk ve kalın bir sesle Adil ben tam kapı kolunu tutmuşken seslendi.
- Geldi mi?
Hemen arkamı dönüp Adil’in yanına sandalyeyi çekip oturdum.
- Kim geldi mi Adil? Kimi soruyorsun. Beklediğin kim?
Adil yine cevap vermiyordu. Heyecanlıydım. Çünkü bana ilk kez sözlü olarak tepki vermişti.Onu sorularımla sıkıştırmaya çalıştım ama nafile. Ne yaptıysam neyi sorduysam bana dönüt vermiyordu.
Büyük bir heyecanla döndüğüm yönümden bu sefer aynı büyüklükteki hayal kırıklığı ile Müşfik Hoca’nın odasının yolunu tuttum. Çok sinirlenmeye başlamıştım. Bir haftadır hastanedeki sadece bir hastayla uğraşıyor fakat onun kimliklerinden daha fazla bir şey bilmiyordum. Burnumun önünü görecek halim kalmamıştı. Kapıyı çaldım.
- Af edersiniz, girebilir miyim hocam?
- Hı hı.. Gir tâbi. Gel şöyle. Hayırdır?
- Olmuyor hocam. Ne yaptıysam da Adil’e ulaşamıyorum. Benimle hiç konuşmuyor. Sürekli odasından dışarı bakıyor. Hep bir noktaya konsantre olmuşcasına öylece boş boş bakıyor.... Bir haftadır onu çözmeye çalıştım. Ama bana sadece ilk kez bugün " Geldi mi? " sorusunun dışında hiçbir şekilde cevap vermedi. Ona nasıl bir ilaç başlayacağımı bile bilmiyorum. Sanırım başaramayacağım.Olmuyor hocam bir türlü.
- Bir saniye, bir saniye... Sana geldi mi, diye mi sordu? Başka bir şey dedi mi? Bu büyük bir şey , çok güzel... Aferin evlat. Seni sevmiş belli ki Adil. Usanmadan sabırla devam et.Mutlaka çözülecektir.
- Ama hocam, ne yapacağımı bilmiyorum, lütfen bir şey söyleyin.
- Yoo, orda dur bakalım. Bu senin hastan ve senin ispatın.
Boğazım düğümlenmişti. Yutkunmadım bile. Beynimi Adil’in kemirdiği yetmezmiş gibi Müşfik Hoca’nın bu senin ispatın sözü aklımı uçurmuştu. Demek ki benden bir beklentileri ve bana olan güvenleri vardı. Ertesi on beş gün boyunca yılmadan Adil’in odasına gittim. Her gün bana geldi mi diye soruyor bunun dışında ne bir soru duymak istiyor ne de bu sorulara cevap veriyordu. Hastaneye gideli yaklaşık bir ay oluyordu. Ben arpa boyu kadar yol bile almamıştım. Müşfik Hoca’nın yanına gitmeye karar verdim.
- Hocam müsaadenizle birkaç gün sizden izin istiyorum.
- Hayırdır evlat. Kötü bir durum yok değil mi?
- Yok hocam, aslında kendim için değil. Adil için izin istiyorum. Dosyasında yazılı olan adresine gitmek istiyorum. O bana gelmiyorsa ben ona gideyim diye düşündüm. Belki çevresindeki birileri onun hakkında bana bir şeyler söylemek ister.
- Aferin bizim doktora. Ben de acaba bunu ne zaman akıl edecek diye düşünüyordum. Git ama bir şartla. Mesai bitmeden hemen önce gelip şu forma imzanı atacaksın.
Müşfik Hoca’ ya kızamazdım çünkü zaten normalde de her gün hastanede olsam bile bu forma imza atıyordum. Müşfik Hoca’nın zaten bunu bekliyordum deyişinden doğru yolda olduğum sonucuna ulaşmıştım.Sanki benimle oyun oynuyorlar , atacağım her adımı izliyorlar ve kafalarında beni bir şekle sokmak istiyorlardı.
- Teşekkür ederim hocam. Şimdi gidebilir miyim?
- Tabiki. Ama imzaları unutma. Ve aklından çıkarma sadece iki gün izinlisin. Pazartesi burada olmanızı gerekli.
Yanıma sadece ceketimi ve cüzdanımı alarak alelacele hastaneden çıktım. Köşe başında çevirdiğim ilk taksiye Adil’in dosyasındaki adresini verdim. Gideceğimiz yer hastaneye çok uzak sayılmazdı.
- Doktor musunuz? Hasta bakıcı mı yoksa? Ben anladım sizi hastanızı ziyarete gelmiştiniz değil mi?
Taksicinin bu anlamsız ve beni tanımak isteyen sorularından daha ilk dakikada sıkılmıştım. Birden beynimde şimşekler çaktı. Aslında ben de bu taksi şoförü gibi sorularımla Adil’i pekâlâ sıkıyor olabilirdim. Düşünsene dedim kendi kendime. Taksici bana bir kez sordu ama ben her gün birçok kez sorularımla Adil’i çözmeye çalışıyordum. Bu iki gün Adil için de iyi gelecekti. İki gün kimse ona soru sormayacak ve kafasını biraz olsun rahat ettirecekti diye içimden geçirdim. Nedense içimi bir mutluluk kaplamıştı. Şoföre:
- Doktorum ben. Bir hastam var. Onun tedavisi için buradayım. Ona yardımcı oluyorum, dedim. Ve aklımdan tam da o an sormasın diye düşündüğüm soruyu şoför bey soruvermişti.
- Neymiş hastalığı garibimin?
Duymazlıktan gelip daha çok var mı diye sorusunu unutturmaya çalıştım.
- Geldik doktor bey, şu karşı ev aradığınız ev. Buyrun. 45 lira.
- Teşekkür ederim. Üstü kalsın lütfen.
...
İki katlı, dış boyası mavi renkli bir evin önündeydim. Orta halli insanların yaşayabileceği bir mahalleye daha çok benziyordu burası. Çevrede çok katlı fazla apartman yoktu. Kömür kokusunu alabiyordum. Belli ki birçok ev sobayla ısınıyordu. Mahallenin sokak aralarında kimi zaman top oynayan çocuk seslerini duyabiliyordum. Kapının önüne iyice yaklaştım. Dosyada kapı numarası 2 yazıyordu. Elimi alt zile dokundurdum. Biraz bekledikten sonra tekrar bastım. Bu işlemi tam beş kez gerçekleştirdim ama kimse kapıyı açmadı. Üstteki zile bastım bu kez. Zile basmamla camda beliren bir kız çocuğunu görmem bir oldu.
- Kapıyı açar mısınız? Bir şey soracağım sadece.
Biraz bekledikten sonra kapıyı orta yaşlarında olan bir bayan açtı. Yeşil uzun eteği, sol göğsüne yatırdığı bir bebekle beni karşılamıştı.
- Buyrun... Kime baktınız?
- Kusura bakmayın rahatsız ettim. Ben Adil Dilaçar’ ı arıyorum. Elimde adresi var. Sanırım üst komşunuz. Nasıl ulaşabilirim.
- Arama boşuna.
- Neden ki, n’oldu?
- Delirmiş o. Aklını kaçırmış diyorlar. Mecnuna dönmüş anlayacağın.
Şaşırmış göründüm.
- Meczup ayol Meczup... Karısı işten çıkmamıştır daha.
- Karısı mı dediniz? Evli mi Adil?
- Evet Elmas’la hem de.
- Hem de derken? Elmas Hanım’ın bir kusuru mu var ki?
- Ne kusuru ayol. Keşke ondaki kusur bizde olsaydı. Elmas benim ilkokuldan arkadaşım. Taaa o zamanlardan belliydi. Dünyalar güzelidir Elmas. Mahalleyi bırak İstanbul’un en güzel kızıdır o. Çok aşığı vardı. Ona gelen görücü şu mahallede kimseye gelmedi. Kısmet mi diyelim kader mi? Bilemedik işte. Nice evi arabası olan zengin adam varken o gitti Adil delisini istedi. Annesi çok kızmış kızına, aklını başına devşirme diye. Ama dedim ya Allah böyle yazmış bu kızın kaderini.
- Ne zaman gelir peki Elmas Hanım?
- Bilmem orasını. Bazen beşte bazen onda.
- Peki nerde çalışıyor, biliyor musunuz?
- Sanırım bir muhasebecide. Ama kimin yanında, nerede inanın ki ben de bilmiyorum.
-Teşekkür ederim, ben bekleyeyim dışarıda olmazsa.
- Siz bilirsiniz..Şey siz neden aramıştınız Adil’i?
- Ben askerden arkadaşıyım onun. Çok iyiliği var üstümde. İstanbul’a gelince uğrarım diye söz vermiştim.
- Yapmış mı askerliğini? Hiç bahsetmedi bize. Neyse kusura bakmayın, kız içerde yalnız, aha bu bebecik de kapıda kaldı, üşümesin. Ben içeri gireyim.
- Aaa! Tabi özür dilerim lafa tuttum sizi kapıda. Bağışlayın lütfen beni...
....
Komşu kadının Adil’in asker arkadaşı olduğuma inanacağını tahmin etmemiştim ama bana birçok konuda yardımcı olmuştu. Dosyada Adil’in evli olduğu yazmıyordu. Ya gözden kaçmış ya da Müşfik Hoca’nın bana oynadığı küçük bir oyundu bu. Bulmacayı benim çözmemi istiyordu..
Kafamı toplamak için mahallede dolaşmaya karar verdim. Saat ikiye geliyordu. Nereden baksam daha en az üç saat vardı Elmas Hanım’ın eve gelmesine. Taş döşeli yollardan küçük ve dikkatli adımlarla yürüyordum. Eriyen kar suları yolları ufak şu günlerde çevirmişti. Yanımdan hızla geçen arabanın üstüme bu pis suları sıçratacağını bile bile yoluma devam ettim. Az ötede bir kahvehane görmüştüm. Önce içimi ısıtacak bir çay içecek ve kahvenin müdavimlerine Adil’i soracaktım. İçeri girdim. İçerde yoğun bir sigara ve nem kokusu vardı. Duvarlar terlemişti. Sobanın etrafında ısınan üç kötü giyimli adamın dışında , yeşil masa örtüsü üstünde büyük bir ihtimalle kumar oynayan dörtlüden başka kahvede kimsecikler yoktu.
Sırnaşan bir kedi yavrusu gibi sobaya yaklaştım. Ellerimle soba borusundan ısınmak için adeta yardım istiyordum. Beni gören kahveci hemen çayı kaptığı gibi yanıma bıraktı. Tam arkasını dönmüştü ki:
- Adil Dilaçar’ı arıyorum. Bu mahallede oturuyor sanırım, dememle birlikte sobanın etrafındakiler gülmeye başlamıştı.
Hemen sağımdaki genç derin bir iç geçirerek
- Ahhh Elmas, ahhh dedi.
Ortada oturansa iki elini başının ortasına alarak kafasını iki yana sallmaya başladı. Kumar oynayanlar ise ellerindeki kağıtları masanın üzerine bırakarak bana dik dik bakıyorlardı. (Ürkmedim desem yalan olmaz)
Benden sonra kahveye giren yaşlı bir adam elini omzuna koyarak bana seslendi:
- Aslan parçası, sen şöyle gel bakalım.
Masayı gözleriyle işaret etmişti. Verdiği komuta uydum ve gösterdiği masaya oturdum.
- Anlat bakalım, neden arıyorsun Adil’i?
- Ben asker arkadaşıyım onun.O yüzden ben...
Sözümü yarıda kesmişti.
- Yalan söyleme. Adil hiç askerlik yapma. Kimsin sen? Sen neden arıyorsun onu?
Korkmuştum. Ringin köşesine çekilmiş bir boksör gibiydim ve bir şeyler yapmazsam havlu atacaktım. Doğruyu söylemem gerekli diye düşünüp anlatmaya başladım.
- Ben doktorum......
.....
Kahvede iki saat kadar kalmıştım. Komşu kadının söylediklerinden daha fazla bir şey öğrenememiştim. Aradığım soruların cevabı Elmas’taydı.Onu beklemek için tekrar evinin önüne gittim. Saat beşe geliyordu. Çalıştığı yerden buraya gelmesi de bir mesafe tutacaktı elbette. Yeniden üşümeye başlamıştım. Sadece içtiğim sigarayı tutmak için sırayla iki elimi tek tek çıkarıyor sonra da yeniden ceplerime sokuyordum. Bir saat kadar bekledim. Evin önünde bir dolmuş durdu. İçinden uzun siyah pardösülü, kırmızı baş örtülü, benden yarım karış kadar uzun bir bayan indi. Çömeldiğim yerden ayağa kalkarak onu izlemeye başladım. Evet bu Elmas olmalıydı. Kapıya yöneldi. Anahtarıyla kapıyı açtı.Biraz bekledikten sonra kapısını çalayım diye aklımdan geçirdim.Üşüyen ellerime inat bir sigara daha yaktım. Son nefesi içime hapsettikten sonra
- Kim o?
- Açar mısınız? Adil Dilaçar’ı arıyorum.
Sanırım Elmas beni merak etmiş olacaktı ki kapıyı çok beklemeden açtı.
- Ne istiyorsunuz? Adil’i neden arıyorsunuz?
Aklımı yitirecek gibi olmuştum. Elmas Hanım’ın anlatıldığı kadar guy olduğunu görünce konuşamamıştım. Uzun boyu, beyaz teni, iki yanağında iki gamzesi, simsiyah saçları, iri gözleri, sürmeli kaşları, dudağının kenarındaki küçücük beni ile insanın kesinlikle etkileneceği biriydi. Rast gele bakan birinin başını ikinci kez döndürüp bakacağı biri hem de...
- Size diyorum beyefendi? Neden arıyorsunuz Adil’i?
- Şey... Özür dilerim. Eğer vaktiniz varsa konuşmak istiyorum. İçeri girebilir miyim?
Elmas Hanım biraz tereddüt ettikten sonra beni içeri davet etti. Gün boyu evde soba yanmadığı için içerisi biraz soğuktu. Ayağıma bir terlik verdikten sonra beni oturma odasına davet etti. İki tane pembe üçlü kanepe karşı karşıya konulmuştu. Bu iki kanepenin ortasında en az üç kişinin sığabileceği bir yer minderi ve kamıştan yapıldığını tahmin ettiğim sedirler vardı. Sobanın üzerinde iki güğüm,bir ibrik ve küçük bir çaydanlık vardı.
- Sobanın kovasını sabah işe gitmeden önce koymuştum. Çakmağınız var mı!
Cebimden aceleyle çakmağı çıkarıp uzattım.
- İki dakikaya yakarım. Şu çıralar tutuştu mu içerisi hemen ısınır.
- Yok önemli değil... Ben zaten çok üşümemiştim.
- Evet, sizi dinliyorum.
Konuya nereden gireceğimi bilmiyordum. Aniden konuya girmeye karar verdim.
- Ben Adil’in doktoruyum. Adil’in tedavi sürecinde henüz onun tedavisi için bir teşhis belirleyemedim. Bana anlatmanız lazım. O, neden orda? Neyi vardı?
Ağlamaya başladı. O, iri gözlerinden boncuk boncuk yaşlar dökülüyordu.
- Lütfen anlatın. Bunu eşiniz için yapalım. Benimle hiç konuşmuyor. Yaklaşık bir aydır onunla iletişim kurmak için uğraşıyorum, ama maalesef bana hiç yardımcı olmadı. Ben de size geldim. Onu biraz anlatır mısınız bana. Sanırım beklediği biri var, o siz misiniz? Bana her gün geldi mi soruyor? Onu en son ne zaman ziyaret ettiniz?
- Ben... Ben size anlatamam. Lütfen gidin artık. Geç oldu.
- Ama...
- Lütfen dedim... Lütfen yardımcı olun bana. Gidin artık.
Belki daha sonra tekrar görüşebiliriz diye bu ilk buluşmamızın kötü bitmesini istemiyordum.
- Özür dilerim, rahatsızlık verdim. Hayırlı akşamlar...
....
- Adil, merhaba... Artık bu işi bitirelim istiyorum. Biliyor musun ben bu hafta kiminle tanıştım? Elmas’la...
Adil başını kaldırdı.
- Geldi mi? Burda mı?
Adil’in bana söylediği ikinci kelime buydu: Burda mı? Heyecanlanmıştım. Sanırım Adil’in burada olmasının yegâne sebebi Elmas olmalıydı.
- Hayır, henüz gelmedi ama ben onunla konuştum... Seni sordu bana. Merak ediyormuş seni. Eğer bana yardımcı olursan onu buraya getirebilirim.
- İşten gelmiş mi? Pencereleri iyice kapatmış mı? Kim vardı yanında? Kokusu nasıldı? Telefonu yanında mıydı yoksa çantasında mıydı?
Adil’in adeta dili çözülmüş, anlamlı anlamsız bir sürü soru sormaya başlamıştı. Adil bana bir şeyler anlatmaktan daha çok sorular soruyordu. Yanında yaklaşık bir saat kaldım. Hiç yol alamadım. Beni umutlandıran tek şey sadece artık Adil’in konuşmaya başlamasıydı.
Birkaç zaman zaman böyle devam etti. Adil’in benimle konuşmasına seviniyor fakat Elmas dışında bana bir şey sormamasına üzülüyordum. Kendi kendime Elmas’la görüşmenin daha doğru olacağı kanaatine varıp hafta sonu yeninden Elmas’ın evine gittim.
- Kim o?
- Benim... Adil’in doktoru. Sizi bir saat sonra köşedeki parkta bekliyor olacağım. Konuşmamız gerekiyor. Önemli.
Konuşmamdaki ciddi ses tonu ve Elmas’a emrivaki tavrım işe yarayacak diye ummuştum. Ve bir saat sonra da öyle oldu.
Banka oturmuştum. Karşıdan uzun kırmızı pardösülü, siyaz yazmalı, saçlarının önü alnına kısmen dökülmüş, yürüdüğü zaman insanların dönüp tekrar bakmaya utanmayacağı kadar cezbedici bir şuhlukta geliyordu. Ne yalan söyleyeyim ilk kez bu kadar dikkatli izlemiştim onu. Ve dedikleri kadar vardı. O benim de hayatımda gördüğüm en güzel kişiydi... Yanıma iyice yaklaştıktan sonra usulca "Merhaba" dedi. Hemen ayağa kalkıp yanıma oturması için davet ettim. Elimi uzatıp tokalaştık. Sıcaklığı eldivenlerden dışarı çıkmış adeta avuç içlerimi yakmıştı.
- Hoş geldiniz.
- Hoş buldum.
- Sizi biraz emrivakiyle çağırdım ama kusuruma bakmazsanız sevinirim.
- Yoo, önemli değil, lütfen rahatsızlık duymayın.Ben de sizinle konuşmaya karar vermiştim.
- Sizinle ilk konuşmamızın öncesinde Adil hastanedeki hiç kimse ile konuşmuyordu. Ama sizle görüştüğümü söyledikten sonra onu durduramadım. Sürekli sizi sordu durdu.
- Doktor Bey, benden neyi öğrenmek istiyorsunuz? Adil’in hastalığı belli. Onu ilk kez doktora götürdüğümde beni odadan çıkardılar, yalnız konuşmak istediler. İstedikleri cevapları alamayınca şu an sizin olduğunuz hastaneye sevk ettiler. Kaç defa ziyaretine gitmek istediysem de ağır ilaç kullandığını ve beni görmesinin o an için doğru olmadığını söylediler. Çaresizce bekledim. Sizi ararız dediler. Kaç zaman geçti, ne arayan ne de soran.. Ta ki siz gelene kadar....
Elmas’ın bana bir şeyler anlatacağı belliydi. Sohbetimizin gidişatına havanın muhalefet etmesini istemiyordum.
- Hava biraz soğuk. İsterseniz sıcak bir yere geçelim. Hastalanmanızı istemem. Parkın çıkışında bir pastane var. Hem sıcak bir şeyler de içeriz. Orada devam edersiniz.
- İyi olur. Dizlerim üşümeye başlamıştı.
Centilmen olmam gerekliydi. Kendisi hastamın eşi ama her şeyden önce bir bayandı. Gideceğimiz mesafe uzun değildi. Fakat bu arada hiç konuşmadık. İkimizin de elleri ceplerindeydi. Nefes alıp verdikçe ağzımızdan ve burnumuzdan dumanlar çıkıyordu. Mevsim kış olmasa bizi görenler şaşırıyor sigara içtiğimizi sanabilirdi.
- Şu masa iyi, dedi. Pastanenin arka masalarından birini göstererek. Elimle sandalyesini çekip onu masaya buyur ettim. Garsonla göze geldik.
Masaya geldi.Elmas kahve istedi, bense çay...
- Biz birbirimizi çok severek evlendik. Benim çok görücüm vardı. İstanbul’un öbür tarafından insanlar geliyordu. Beni artık nerede gördülerse...
Neyse biz evlendik Adil’le. İlk başlarda çok mutluyduk. Her akşam film izlerdik. Hafta sonları bazen Sapanca’ya bazen Şile’ye bazen de Üsküdar’a giderdik. Bir gün Şile’de Adil’le kol kola yürürken üç sarhoş bana uzun uzun baktılar. Laf attılar Adil’in yanında. Sonrası malum... Kavgaya tutuştular. Adil o gün dayak yedi . Eve geldik
Eve geldik hemen. Ben Adil’in gereksiz yere kavgaya tutustuğunu anlatmaya çalışırken o, benim onlarla ilgimin olabileceğini düşündü. Çok kırılmıştım. İki gün küs kaldık. Sonra..
- Sonra?
- Şey.. Nasıl anlatacağımı bilemiyorum size.
- Lütfen çekinmeyin. Bunu Adil için yapıyorsunuz. Rica ederim devam edin.
- O gece ben Adil için süsledim. Fakat Adil benimle olamadı. İlk başta ikimizde büyütmedik bu olayı.Sonra birkaç kez daha aynı sorunla karşılaştık. Adil bu durumdan dolayı beni suçluyordu. Onu tahrik edemediğimi falan söylemeye başladı. Onun yetersizliği yüzünden artık gündüzleri de çok konuşamaz olmuştuk. Gece yatarken telefonumu koyduğum yerlerde bulamamaya başladım. Bana sürekli beni çok sevdiğini ve kıskandığını anlatmaya başlamıştı. Bir keresinde alışveriş için markete gitmiştim. Elimdeki poşetlerin çokluğundan dolayı market servisi beni eve kadar bırakmıştı. Adil benim niçin o serviste olduğumu sordu durdu. Artık şiddet görmeye de başlamıştım. Küçük itiş kakışlar yerini tokatlara bırakmıştı.Sabah işe gidiyordum. Beni takip ettiğini epey bir zaman sonra anladım. Öğlen yemek molasında kimlerle yemek yediğimden tutun da giydiğim her şeye , gelen tüm telefon ve mesajlarıma dikkat eder olmuştu. Akşam iş yerinden bir mesaj geldi. Bitiremediğim bir dosyayı tamamlayan arkadaşım sadece "Bitti " diye yazmıştı. Adil bu mesajı ben mutfaktayken telefonumdan gizlice okumuştu. Sonra sormaya başladı.
- Şu sizin iş yerindeki Ali evli miydi?
- Evet öyleydi ama geçen ay boşandı. Annesi var yaninda, onunla kalıyorlarmış.
Film kopmuştu o akşam. Ali Bey’in yazdığı bitti mesajını Adil, biten evliliğine yormuş benimle Ali Bey’in arasında bir şeyler olduğunu açıkça bana söylemişti. Artık kıskançlığı ve uydurduğu tüm senaryolar benim için çok zor gelmeye başlamıştı. Kıyafetlerime karışıyor, bazen işe göndermiyor, bazen de eve gelince köpek gibi üstümü kokluyordu. Sırf üzülmesin diye ya da tartışma oluşmasın diye eve girerken kendi parfümümü üstüme sıkıyordum. Giderek daha kötü bir hâl almaya başladı Adil. Her defasında onu aldattığımı düşünüyor, beni kendince sınavlara sokuyordu. Telefon rehberimdeki kız isimlerini bile acaba bu kişi erkek mıdır diye ankesörlü telefonlardan arayıp teyit etmeye çalışıyordu. Yemek yemiyordu kimi zaman. Beni bu derece kıskanmasını anlamıyordum. Koridorun ışığını kapamadım diye beni azarlamış, üstüne üstlük tokat bile atmıştı. Sonra hiçbir şey olmamış gibi beni kolumdan tutup zorla yatağa götürmüş, birlikte olmak istemişti. Ama yine olmamıştı. O gün beni tekmeleyerek yataktan atmış, kendisini aldattığımı söyleyip istemediğini ve beni öldüreceğini söylemişti. Korkudan titriyordum. Onun dışında kimseyi sevmemiş ve birlikte olmamıştım. Eve kapattı beni. Zorla alıkoydu günlerce. Benimle beraber öylece oturdu durdu. Ben yatarsam yatıyor ben kalkarsam kalkıyordu. Tuvalete gittiğim zamanlarda telefonuma bakıyor ya da perdenin gerisinden sürekli dışarıyı gözlüyordu. Annemi aramak istediğimde bile buna izin vermiyordu. İşe gitmediğim için arkadaşlarım ve patronum merak etmişti. Defalarca aradılar. Hastayım diye yalan söyledim günlerce.Sonunda işe döndüğümde en yakın arkadaşıma durumumuzu anlattım. Ondan yardım istedim. O da bana bir doktor ismi söyleyip yardım alabileceğimi söyledi.. Sonrasını biliyorsunuz işte..
- Othello...
- Anlamadım.
- Yok, yok bir şey. Kalkalım mı? Sizi tekrar arayacağım... Sanırım Adil’in hastalığını buldum. Müşfik Hoca’yla konuşmam lazım.
....
- Hocam.. Hocam!! Buldum hocam buldum. Adil Othello sendromu hastası...
- Dur, dur hele soluklan. Baştan anlat.. Emin misin?
- Evet hocam.. Eşiyle konuştum.. Her şeyi anlattı bana. Cinsel yetersizliğini, aşırı kıskançlığını, Elmas Hanım’a uyguladığı şiddeti ve daha birçoğunu...Adil’in damarlarında kan yerine kıskançlık akıyor...Aklında sadece Elmas’ın onu aldatabileceği şüphesi var ....
- Aferin evlat, teşhis tamam. Tedaviye başlayabilirsin...
...
Okuyanlar için bilgi...
Othello sendromu:
Adını Shakespeare’in en önemli eserlerinden biri olan Othello’dan alıyor. Othello yakalandığı kıskançlık hastalığı nedeniyle, şüphelerinin içinde boğularak delice aşık olduğu karısını ve kendisini öldürüyor. Bir eşin sadakatsizlik sanrısı. Othello sendromu erkekleri ve daha seyrek olarak kadınları etkiler. Tekrarlayan aldatma suçlamaları, delil aramaları, eşin tekrar tekrar sorgulanması, partnerinin sadakatinin test edilmesi ve bazen taciz ile karakterizedir. Sendrom kendi başına ya da paranoid şizofreni, alkolizm ya da madde bağımlılığı seyrinde ortaya çıkabilir..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.