- 654 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
İSTASYON
İSTASYON
Köyün yüz elli-iki yüz metre kuzeyinden tren yolu geçiyordu. Bulunan istasyon da köyümüzün adını taşıyordu. İki katlı bir bina vardı; giriş katta bilet gişesi ve genişçe bir bekleme salonu bulunuyordu. Bekleme salonunun müdavimi olan sevimli kedi Hera, arkadaki koltuğa yatar, mışıl mışıl uyurdu. Gelen yolcular ona evlerinde yaptıkları yemeklerden getirir, ve onu severlerdi. İkinci katı ise Haydar Amca’nın ve Habibe Teyze’nin oturduğu personel lojmanıydı. Oğulları Oğuzhan benden bir yaş küçüktü ve en samimi olduğum arkadaşlarımdan biriydi. İstasyon yapıldığında dikilen çam ağaçları binanın arka tarafında aynı hizada, yemyeşil sıralanıyorlardı. ağaçların bittiği yerde tel örgüler vardı ve tel örgülerin içinde pembeli, beyazlı, kırmızılı güller bulunuyordu.
Arkadaşlarımla birlikte çam ağaçlarının tam ortasındaki çardakta piknik yapardık. Oğuzhan’da bize mutlaka eşlik ederdi. Haydar Amca’ya semaverde meşe kömürünün ateşiyle demlediğimiz çaydan bir bardak doldurur verirdik. Bize teşekkür eder, her birimize birer avuç kabak çekirdeği verirdi. Kabak çekirdeklerini çay eşliğinde yerdik. Keyfimize diyecek yoktu.
Rayların üzerine, içtiğimiz gazozların kapaklarını dizerdik. Tren geçtikten sonra gazoz kapakları aynı büyüklükte, metal paraya benzer bir yapı alırlardı. Evcilik oynarken arkadaşlarım benim marketten alışveriş yaptıklarında bunlarla ödemelerini yaparlardı. Ahmet de gıda toptancısı olurdu, ben de o paralarla gider toptancıdan tükenen mallardan alırdım. Ne çabuk biterdi günler, na hızlı geçerdi zaman. Hemen akşam oluverirdi. Ne güzeldi o güzel ve doyumsuz günler.
Şimdi bir ’İstasyon’ kelimesi duyduğumda çocukluğumu ve gençliğimi geçirdiğim, her yerinde güzel anılarımın barındığı istasyon geliyor aklıma.
En yakın istasyona gitsem, bir trene binsem acaba beni o istasyona ve çocukluğuma götürür mü?
İSMAİL MALATYA