- 501 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Dilsiz Fahişe-3
Kendini yılkı atı gibi hissetmiştin yıllardır. Onlar yaşlandıkları ve artık bir işe yaramadıkları için doğaya bırakılıyorlardı; soğukla ve yırtıcı hayvanlarla yaptıkları mücadeleleri kazanırlarsa sağ kalıyorlardı, tabii aksi olduğunda da ölüm kaçınılmazdı. Sen bir yılkı atı gibi yaşlı değildin, işe yaramaz da değildin; ancak atılmıştın, bir yuvanın korunağından yoksundun. O yüzden kendini yılkı atı gibi hissetmiş olabilir misin?
Yataktan fırlayıp ayağa kalkıyorsun. Az önceki gördüklerin rüya mıydı, gerçek miydi? Yoksa hepsi bir sinema filmi miydi? Aslında yaşadıklarının hiçbiri belki de hayatın kendi değildi; olsa olsa bir kâbustu. Evet, düpedüz bir kâbustu ve sen günlerdir/yıllardır bu korkunç hayalin görüntüsüne bakıyordun.
“Orospu” demeselerdi sifonu çekmezdin. Sana orospu denilmesine çok kızıyorsun da nedense fahişe denilmesine aynı tepkiyi göstermiyorsun. Oysa bu sözcüklerin ikisi de aynı anlamda değil mi? Fahişe de orospu da bedenini satmıyor mu? Halk arasında bedenini satanlar orospu iken, elit tabakada bedenini satanlar neden fahişe olarak adlandırılıyor? Sen elit tabakadan olmadığın için mi orospusun?
“Para karşılığı cinsel ilişkiye giren seks işçisi” olarak orospuyu yani fahişeliği tanımlayanlar, bu konuya sanki daha iyimser bir yaklaşımda bulunmuyorlar mı? Bunların fahişeliği bir meslek olarak kabul ettikleri belli, üstelik fahişelik çoğunun nazarında dünyanın en eski mesleği. Daha sevimli hale getirmek için “yosma” diyenler bile var. Tabii “ahlâksız ve hayâsız, namusunu korumayan, fuhuş/zina yapan, erkeklerin cinsel zevklerine para karşılığı hizmet eden, kötü yola düşmüş kadın “ diyenler de tam tersi bir görüşte. Pekiyi, “hayat kadını” diyenler acaba ne anlatmak neye işaret etmek istiyorlar?
Yıllar öncesine gidiyorsun...
Herkes ona Abla diyordu. Gerçek adını bilen de soran da yoktu. O, eski bir fahişeydi ve hem seni hem de daha dört kadını pazarlıyordu. Onu tanıdıktan birkaç gün sonra çalıştırdığı kızları yani seni ve dört kadını evine davet etmişti. O günkü konuşmasındaki şu sözleri hiç unutmadın:
“-Hayat, tilkidir; biz insanlar ise tavuk. Tilkinin çevikliği, uyanıklığı ve zekasıyla insanınki aynı olabilir mi? Tilki, tavukları kümeste ya da bir köşede sıkıştırırsa hemencecik işlerini bitirir. Sizler, bu tilki ile mücadele etmek için gerekli olan silahlara sahipsiniz. Nedir silahlarınız? Para ve güzelliğiniz. Yerinde ve zamanında bunları kullanmasını bilirseniz öldüremeseniz bile hiç olmazsa tilkinin size yaklaşmasını engelleyebilirsiniz.”
Böylesi bir hayatın neden oldu? Bu sorunun cevabı aslında çok uzun, özetlemek de biraz zor. Buna rağmen hayat hikayenin satır başları geliyor aklına sırayla:
Annenin evlendiği o adam, sana babalık hiç yapmadı. İlk yıllarda onun için senin varlığınla yokluğun birdi. Onun umurunda bile değildin. Seninle hemen hemen hiç konuşmazdı.
Yıllar böyle geçti.
Yaşın on beşe geldiğinde boyun büyüyüp serpilmiştin, öyle ki dikleşen göğüslerinin fark edilmesinden utanıyordun. Lise birinci sınıfa başlamıştın. Derslerinde başarılıydın, okuyup iyi meslek sahibi olmak istiyordun. Okuldan gelir gelmez odana kapanıp ertesi günkü derslerine hazırlanıyor, boş zaman bulursan da roman okuyordun. Fazla boş zamanın da yoktu aslında; çünkü mutfak işlerinde ve ev temizliğinde annene yardım da ediyordun. Arada sırada bir şeyler de yazıyordun okuduğun romanlardan gelen ilhamla.
Bir gün okuldan eve geldiğinde Hüseyin Usta ile karşılaştın. Tabii şaşırdın. Nasıl şaşırmayacaktın? O bu saatte hep işte olurdu ve eve gelmezdi. Annene seslendin, cevap alamadın. Hüseyin Usta, annenin alışverişe gittiğini, geç geleceğini söyledi ve:
-Git üstünü değiştir gel, sonra da biraz konuşalım, dedi.
(Devam edecek...)
YORUMLAR
selam hocam..diyer yazılarınız gibi bu yazınızda sürükleyici.takipteyim..gül diyarından selamlar