- 456 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Teknoloji ve Kültür/insan
Teknoloji yoğun yaşam ile kültür yoğun yaşam ayrıştırılabilir mi? Biri öncelenip diğeri öteleştirilebilir mi? Teknoloji bağımlılığı kültür erozyonuna neden olur mu? Teknolojiden tamamen uzakta bir yaşamı özlemek tekniğin yarattığı kirlenmeye duyulan öfkenin bir yansıması olabilir mi? Tekniğin kullanım biçimi, teknik araçların hangi ihtiyaç için üretilmesi ile yakından ilgili olmasına göre, çoğunluk azınlığın tercihlerine göre mi yaşamakta sorusunu ortaya çıkarmaktadır.
Geçmişte yaşanmış mıdır o da tam bilinmez; bir ütopyadır gelecekte yaşanılacağı umut edilen; özgür, eşit paylaşımcı bir toplumsal yapı...bu dahi meçhuldür ve fakat bir o kadar cazip, çekici ve ilgisini yitirmeyen bir heyecandır…Düşünürün dediği gibi “düşünceye kurşun geçmez” ve aynı şekilde umut hiçbir zaman yok edilemez. Erk-egemenin on-bin-yıllık baskısına, sömürüsüne, örgütlenmiş yalanına karşın komünal eşitlik ve özgürlük, sömürüsüz bir yaşam her zaman mümkün olmuş, insan düşüncesinde, eyleminde bir karşılık bulmuştur. Binlerce yıldır sömürmek için yaşanılan savaşlardan elde edilen/yaratılan savaş/zafer çığırtkanlığı dinmemişken ondan daha çok uzun bir zamandır insanın insan gibi yaşamasına dair özlemi ve bunun için verilen mücadelelerin kahramanlığa gerek duymayan tarihi yan yanadır. Kanatların sesine kulak verdiğimizde bu tınıyı duymamak mümkün değildir.
Emek sömürüsünün örgütlendiği günden bu yana devam eden sömürü düzenleri sınıflı toplum olarak tanımlanmışlardır ve fakat kadın hiçbir zaman bir sınıf olarak tanımlanmamıştır. İşin özünde bu tanım da yanıltıcı olabilir. Çünkü, sömürünün kadın/erkek cinsiyeti olmaz, ancak, artık-ürüne el koyma ile başlayan sömürü günümüz teknolojisi ile kat be kat artmıştır. Teknolojinin girmediği yer, sosyal doku, bir karış toprak parçası adeta kalmamıştır. Amazonlarda girilmeyen endemik topluluklar hariç. Teknolojik gelişmelerin insan yaşamını iyileştirmesi, hayatı kolaylaştırması, iletişim ile yarattığı devasa boyutu yadsınamaz, yok sayılamaz ve fakat onun bu yapısı onun sunum ve gerekçesi ile her zaman örtüşememektedir.
Günümüzde teknoloji yoğun yaşam biçimi dayatılmış ve içselleştirilmiştir. Şehir merkezlerinin neredeyse tamamının teknoloji bağımlısı olduğu söylenebilir. Köy yaşantısında kısmen bu bağımlılık yaş kategorisine göre azalabilmektedir. “üretim araçları” üzerindeki özel mülkiyetin neo-liberalizm ile taçlandırıldığı yüz yılda yoğun teknoloji yaşam biçimi kendi kültürünü de belirlemektedir. Çok değil 40 yıl önce sokaklardan çıkmayan çocuklar şimdi sokak yüzü görememekte, telefon bağımlısı durumunda bulunmaktadırlar. Orta yaştakilerin de bunlardan farkı kalmadığı rahtlıkla söylenebilir. Kültür, insanın insanlaşma sürecinde varlığını önce koruma güdüsüyle başlattığı ve giderek doğaya yabancılaşma ile devamını getirdiği bir egemenlik yaratma istencinin sonucunda ürettiği tüm değerler olarak ortaya çıkmıştır. Elias Canetti’nin betimlediği ilk yasa olan “paylaşım yasası” unutulmuş, tüketim kültürü egemen olmaya başlamıştır. Paylaşım için “üretici emeğe” gereksinim var iken tüketim için buna gerek kalmamaktadır. Doğru olarak çağırmak, söylemek gerekirse “tüketim kültürü” tam bir aldatmacdır. Üretilmeyen şey nasıl tüketilir? Bu düşünce daha çok gereksinim olmayanın ve gerkenin fazlasını tüketmeyi hedefleyen ve kapitalizmin olmazsa olmaz pazar arayışlarının bir sonucudur. Tüm bu nedenlerle teknoloji yoüun yaşam ile kültür yoğun yaşamiç-içe geçmiş olduğundan ayrıştırılamazlar.
Aralık 2019/Akarca
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.