- 739 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ali Ayşe'yi Seviyor
Kırmızı gelincikler süslerdi yaz geldiğinde Değirmenoluk Köyü’nün ovalarını.
Değirmenoluk bir platoda kurulmuş, ortasından küçük bir çayın geçtiği, dağları
alaçam, çınar, sedir ağaçlarıyla bezenmiş, her evin, erguvan ağaçlarının
süslediği, bilimum meyve ağaçlarıyla dolmuş bahçeleri olan bir köydü. Kara
Davut ile Hatice’nin oğulları dünyaya gelmiş, fakirlikten beli bükülen aileye
büyük bir moral kaynağı olmuştu.
Çocuklarına Ali adını verdiler. Ali gibi ilmin kapısı olsun derdi anası. Ali’yi
kundağına beleyip tavandan aşağıya sarkan salıncağında sallarken pencereden
uzaklara ta uzaklara dalar, Alisini okutur, büyük adam eder, düğününü yapar,
Kara Davut’la düğününde Harmandalı oynardı.
Yıl o yıldı ki Hatice Ali 5 yaşına bastığı gün hastalanmış yatağa düşmüştü.
Hastalık o kadar hızlı ilerledi ki ne doktor, ne ilaç çare olmadı. Ali annesinin
başı ucundan hiç ayrılmazdı. Kara Davut akşama kadar onun bunun tarlasında
çalışır, evine ekmek getirme gayretine düşerdi. Hatice’nin hastalığı iyice
ağırlaşmıştı. Kara Davut elleri yanaklarında bir umut bekliyordu. Ali, anacığının
başından hiç ayrılmıyor, onun alnına sürekli ıslak bez koyuyordu. Hatice bir an
ölüm meleğinin geldiğini anladı. Bir Kara Davut’una bir de can paresi Alisine
baktı.
-Aliiiimmmm, dedi. Canhıraş.
Ali: Buyur ana.
Hatice başındaki yazmayı zar zor başından aldı ve Alisine verdi. Sonra
göz bebekleri sanki bir ışık görmüş gibi büyüdü büyüdü sonra gözlerinin feri
söndü ocakta sönen ateş misali.
Kara Davut Alisini bağrına bastı. Ali de anasının yazmasını.
Ali annesiz kaldıktan sonra büsbütün içine kapandı. Zaten köyün çocukları Aliyi
aralarına hiç almazlar, oyunlarına ortak etmezlerdi. Ali garipti, Ali fakirdi. Nasıl
onlarla oynayacaktı. Olur muydu öyle. Hiçte bile oynayamazdı ya.
Oynayamazdı köyün varlıklı çocuklarıyla. Kara Davut Alisine bu güne kadar hiç
hediye almamıştı. Alamamıştı. Ah be Ali bi götürsem seni şehre, lunaparka
götürsem atlı karıncaya bindirsem, elma şekeri, horozlu şeker, pamuk şekeri
alsam, bi kebap yedirsem, bi döner yedirsem, en güzel mağazalara götürsem de
damat gibi donatsam seni diye düşünür düşünür ağlardı.
Hatice öleli iki yıl olmuştu. Ali okula başlayacaktı. Ancak Kara Davut’un ne
önlük, ne çanta, ne kalem defter alacak parası vardı. Zar zor karınlarını
doyuruyorlardı akşamdan sabaha. Ali o gün yamalı pantolon kolu yırtık
gömlekle gitti okula. Köyün diğer çocukları önlüklerini giymiş yakalıklarını
takmış çantalarını sırtlarına almış okul bahçesinde neşeyle koşup oynamakta bir
o kadar da heyecan duymaktaydılar.
Ali giremedi aralarına. Bir köşede sessizce öğretmenin gelmesini bekledi.
Öğretmen saçları itina ile taranmış, iki yana iki örgü yapılıp örgüleri iki güzel
kurdeleyle bağlanmış kömür karası gözleri olan bir kız çocuğunun elinden
tutarak bahçeye geldi. Bayrak töreninden sonra çocuklar sırayla sınıflara
geçtiler. Ali en son girdi sınıfa ezilerek, üzülerek, bükülerek. Kimse yanına
oturtmadı Aliyi. Herkes burun kıvırdı. Bir tek Ayşe pembe yanaklarını ortaya
çıkaran sıcak gülümsemesiyle Alinin elinden tutup yanına oturttu. Ali sanki o eli
yıllardır tutmuşta sonra kaybetmiş gibi hiç bırakmadı ders boyunca. Ayşe
teneffüslerde hep Aliyle oynuyor, köyün diğer çocuklarının Aliyle alay etmesine
kızıyor Aliyi koruyordu. Okulun ilk gününün sonunda Kara Davut okul
bahçesinin mavi boyalı arkadan sürgülü demir kapısında Alisini bekliyordu. Ali
babasını görünce o kadar sevindi ki uçarcasına babasının kollarına atıldı. Kara
Davut Aliye mavi bir çanta ve küçük kırmızı bir top almıştı. Bu Alinin yedi
yıllık hayatında aldığı ilk hediyeydi, ilk oyuncaktı. Gece topunu koynuna
çantasını başucuna koyup uyudu anasının yazmasını zaten koynundan hiç
çıkarmıyordu.
Ali ile Ayşe sık sık köyün hemen üst başında küçük tepenin hemen üstünde
yalnız çamın altına giderler orada saatlerce kalırlar bazen oyun oynar bazen el ele
tutuşur öylece birbirlerinin gözlerine bakarlardı. Günler günleri aylar ayları
kovaladı. Ali ile Ayşe artık ilkokuldan mezun oluyorlardı. Okulun son günü
öğretmen karneleri dağıttı. Alinin ve Ayşe’nin tüm dersleri pekiyi idi. Öğretmen
çocukları etrafına topladı ve tayininin çıktığını ve gideceklerini söyledi. Ali ile
Ayşe sanki bir heykel gibi kala kaldılar birbirlerine bakarak. Neden sonra
öğretmenin sesiyle kendilerine geldiler. Geldiler ya sanki sağanak boşandı
gözlerinden. Zar zor ayrıldılar o gün. Gece ikisi de ağladı çokça. Ertesi gün
kuşluk vaktine doğru köylüler öğretmeni uğurlamak için köy meydanında
toplandılar. Herkes hüzünlü, ağlamaklı. Vedalaşmalar, sarılmalar derken
öğretmen ve eşi arabalarına bindiler. Ama Ayşe yoktu etrafta. Ayşe, Ayşe, Ayşe
diye seslendiler hep bir ağızdan. Köyün çocukları biz onları nerede bulacağımızı
biliyoruz diyerek yalnız çama doğru seğirttiler. Ali ile Ayşe yalnız çamın altında
elleri birbirine kenetlenmiş bir halde konuşmadan birbirlerine bakıyorlar ve
konuşmadan sözcükleri lal ederek söz veriyorlardı. Unutma beni
unutmayacağım seni. Ali koynundan yedi yıldır hiç çıkarmadığı anasının
yazmasını ve hayatında aldığı tek hediye olan kırmızı topunu Ayşe’ye verdi.
Ayşe de Aliye en sevdiği kitabını verdi ki o kitap babasının çocukken aldığı ilk
hediye kitap olması nedeniyle Ayşe için çok kıymetliydi. Sonra ikisi de hiç
konuşmadan köy meydanına indiler. Ayşe de arabaya bindi arka camdan Aliye
bakarken bir elinde yazma bir elinde kırmızı topla Aliiimmm unutma beni der
gibiydi. Ali ise Ayşesinin verdiği kitabı bağrına sımsıkı sarmış unutma Ayşem
unutmam seni diyordu adeta içinde fırtınalar koparak.
Yıllar yılları kovaladı. Ali ortaokulu, liseyi yatılı okudu. Öğretmen fakültesini
bitirdi. Uzun boylu, çakır gözlü bir babayiğit oldu. Uluçınar Köyünün iki
dolmuşu da arka arkaya köye girdi yolların tozunu atarak. Köylüler indi pazarda
sebzelerini satıp, alışverişlerini yapmış gülen yüzlerle evine döne köylüler.
Sonra iki kişi indi bir kadın bir erkek iki dolmuştan aynı anda. İkisinin de elinde
iki tahta valiz. İkisi de şaşkın şakın etrafa bakarken birden bire çarpıştılar köy
meydanında bulunan ulu çınarın altında. Ellerindeki valizler yere düşünce açıldı,
içindekiler dışarı saçıldı. Etrafa saçılan eşyaların içinde erkek iki şeye baka
kalırken kadın o eski kitaptan gözünü alamadı. Bu sırada köy kahvesinde “Ali
Ayşeyi seviyor” şarkısı çalıyordu. Ali sanki zelzeleye tutulmuşçasına olan
titremesini durdurup kırmızı topu ve yazmayı eline aldı. Yazmayı öptü kokladı.
Anası kokuyordu, Ayşesi kokuyordu. Ayşe eski kitabı aldı yerden Aliiimmmm
dedi sanki tüm dünya yankılandı Aliiimmm. Her ikisi de öğretmen olmuş aynı
köye tayinleri çıkmıştı. Ve her ikisi de kiseyi sevmemiş, verdikleri sözde
durmuşlardı.
Çocuklar bile biliyor
Ali Ayşe'yi seviyor
Çocuklar bile söylüyor
Ali Ayşe'yi seviyor
Adımızı yan yana
Ağaçlara kazmışlar
Mahalle allı morlu
Duvarlara yazmışlar.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.