- 721 Okunma
- 6 Yorum
- 1 Beğeni
SONUNDA DARÜLACEZEYE DÜŞTÜM.
İstanbul’da Şişli ilçesine bağlı Okmeydanı semtinde Darülaceze adlı bir kurum vardır. Ülkemizdeki pek çok kurumun adı harf ve dil inkılabından sonra değişmiş olsa da bu kurum yapıldığı günden bugüne kadar adı değişmeden günümüze kadar gelmiştir: Darülaceze ( Dâr-ül aceze = Acizler evi )
Bu kurum aslında herkesin tanıması, bilmesi gereken bir kurumdur. Özellikle de Osmanlı yönetimini zulm ile suçlayanlar tarafından..’’ Zulüm 1453 debaşladı’’ diyenler tarafından... 1999 yılında o binanın girişindeki duvara kurucusu II. Abdülhamit’in resmi asıldığında o resmi çürük yumurta yağmuruna tutan vatansever gençlerimiz(!) ( Bugünün gençleri değiller tabii ki) tarafından...
Neden mi bilinmeli? O zaman Darülacezenin tarihi ve özelliklerine kısaca biraz dokunalım:
Darülaceze’nin kuruluş süreci 1877 Osmanlı-Rus Savaşı’na kadar uzanmaktadır. Bu savaşın ardından, göçler başlamış 1877-79 arasında İstanbul’a dört yüz bine yakın göçmen gelmiştir. Sokaklarda evsiz, barksız, hasta, kimsesiz çocuk ve dilenciler artmıştır.
İstanbul’daki dilencileri, sokaklarda başıboş gezen kimsesiz çocukları, cami avlusunda yatan kimsesiz muhtaçları bir araya toplayıp ıslah ederek sanat sahibi yapmak, kimsesizlerin son ömürlerini huzur içinde yaşamalarını sağlamak maksadıyla zamanın Padişahı II. Abdülhamid, bir Darülaceze kurulmasını ferman ile emir buyurmuştur. Bu ferman sonrası oluşturulan komisyonun tetkikleri neticesinde, Darülaceze’nin Okmeydanı’nda kurulmasının muvafık olacağı ve inşaatının 72.000 altın liraya çıkabileceğini padişaha arz etmişlerdir. Bunun üzerine Darülaceze’nin Okmeydanı’nda inşasına başlanması Padişahın 25 Mart 1306 (6 Nisan 1890) tarihli fermanı ile emir buyrulmuş ve bu ferman 30 Mart 1306 (11 Nisan 1890) tarihli Resmî Tebliğ ile yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Sultan Abdülhamid , Darülaceze’nin kuruluş masraflarını karşılamak üzere 7.000 altın lira kıymetindeki eşyasını hediye etmiş, 10.000 altın lira da nakit olarak bağışlamıştır. Ayrıca yardım kampanyası düzenlenmiş, geniş bir katılım sağlanmış ve toplanan teberrularla 50.000 altın lira toplanmıştır.
Böylelikle temin edilen inşaat parası ile 6 Ekim 1892 tarihinde 21 koyun kesilerek Darülaceze’nin temeli atılmış ve Sultan Abdülhamid Han’ın cülusunun sene-i devriyesi olan 19 Ağustos 1895 tarihinde binaların inşaatı tamamlanarak fotoğraflardan oluşan iki albümle birlikte anahtarları Sultan Abdülhamid’e teslim edilmiştir. Darülaceze’nin resmî açılışı 31 Ocak 1896 tarihinde yapılmıştır.
Drülaceze bir idare binası, sekiz aceze( kalan hasta ve yoksulların yattığı yer ) dairesi, çocuk yuvası, revir ve hastane, cami, kilise, sinagog, iş ocakları, aş ocağı, fırın, hamam, çamaşırhane, gasilhane, berberhane, hemşire ve bakıcılar için personel lojmanları, rehabilitasyon merkezi, hayvan kesimhanesi, demirbaş eşya deposu, kuru gıda ambarı, yaş sebze ve meyve muhafaza deposu, buzhane gibi üniteleri içine alan 20 binadan oluşmaktadır. Evet, dikkatiniz çekerim: Cami, kilise ve sinagog var Darülacezede. Yani bu kurum sadece Müslüman- Türkler için yapılmış bir kurum değil. Burada 2019 yılı itibariyle 123 senedir din, mezhep, dil, ırk, sınıf ve cinsiyet farkı gözetmeksizin bakıma muhtaç kimsesiz, yaşlı ve sakat insanlarla, sokağa terk edilmiş 0-6 yaş arası çocuklar ücretsiz olarak, her türlü ihtiyaçları karşılanarak barındırılmaktadır.
Lafı dolandırıp durduğumun farkındayım da Darülacezeye düşmek öyle övünülecek bir şey değil elbette. O bakımdan lafa nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Neyse, pat diye en başından başlayayım.
Gündüz saat 12.00 gibi telefonum çaldı. Arayan her kimse telefonumda kayıtlı değildi.
-Alooo. Hocam beni tanıdınız mı?
Hay Allah. Adam karşımda olsa belki tanıyacağım ama telefondan nasıl tanırım ki?
-Hık, mık, şeyyy.
-Benim hocam ben. Şimdi tanımışsınızdır.
‘’ Benim’’ Dedi ya mutlaka tanımalıyım öyle değil mi?
-Şeyyyy. Sesinizi alamadım.
Gerçi sesini alsam da taınmazdım ya. Bazen öz abime bile soruyorum ‘’ Kimsin kardeşim sen. Kendini tanıtsana.’’ Diye. Öylesine bir hastalıktır bende. Kendi öz abimin sesini bile tanımam telefonda.
-Ya Hocam, ben Şehmuz. 255 Şehmuz... Batman Lisesinden öğrenciniz.
-Aaaaa 255 Şehmuz, hem de Batman Lisesinden. Nasıl tanımam ki? Alt tarafı aradan hepi topu 30 sene geçmiş. Sınıfın en çalışkan öğrencisiydin değil mi?
-Yok Hocam. Sınıfın en çalışkanı olan Şehmuz 347 Şehmuz’du. Ben en tembeli olan Şehmuz’um.
-Hımm. Hatırladım ( Palavra tabii ki. Hatırladığım filan yok ) Eee. Ne var ne yok Şehmuz? Nerelerdesin? Ne iş yapıyorsun?
-Hocam ben İstanbul’dayım. İş adamı oldum. Amelelik, ırgatlık, kağıt toplayıcılığı,ne iş bulsam yapıyorum. Siz nerelerdesiniz hocam? Emekli oldunuz mu?
-Ben de İstanbul’dayım Şehmuz. Emeki oldum çok şükür.
-Ne güzel. Madem İstanbul’dasınız görüşelim hocam. Neredesiniz şu an?
-Şehmuzcuğum ben şu an Darülacezedeyim.
-Amanınnn. Demeyin Hocam.
-Niye ki? Darülacezedeysem Darülacezedeyimdir. Başka ne diyebilirim ki?
Karşı taraftan resmen bir hıçkırık sesi geldi. Akabinde Şehmuz ağlamaklı bir sesle konuştu.
-Vah benim sürmeli gözlü sevgili hocam vah. Demek Darülacezedesin ha? Ne kadar üzüldüm bilemezsin.
Fesüphanallahhhh. Yahu bunda üzülecek ne var anlamadım. Tam Şehmuz’a cevap vereceğim ‘’ Sürmeli gözü de nereden çıkardın evlat?( Kör ölünce sürmeli gözlü olurmuş ya. ) Hem bunda üzülecek ne var?’’ Diye; pat diye telefonun şarzı bitmesin mi?
Neyse efendim metrobüs Darülacezeden sonra, Okmeydanı, Çağlayan, Mecidiyeköy, Zincirlikuyu, 15 Temmuz şehitler Köprüsü, Burhaniye, Altunizade, Acıbadem, Uzunçayır, Fikirtepe derken Kadıkö-Söğütlüçeşmede ‘’ Bu durak hattımızın son duradığıdır. İnin Lan gari. 65 dakikadır kıçınız nasır bağlamadı mı?’’ Deyince Metrobüsten indim.
Kadıköy, Rıhtıma inip oradan Beykoz’a giden belediye otobüsüne binerekten ve elini Beykoz. Bir iki saat dolanıp çoook çoook eskileri yâd ettikten sonra tekrar Kadıköy’e döndüm. Oradan toruna beş adet hikaye kitabı aldım. Henüz tabii ki okuyamıyor ama şimdiden kitap hastası maşallah. Eve geldiğimde kitapları görünce sevincini görmeliydiniz.
Neyse efendim... Ben eve geldiğimde Şehmuz’u da onunla yaptığım konuşmayı da çoktan unutmuştum. Ta ki telefonumu şarj edip bu arada bilgisayarımı açıncaya kadar.
Bilgisayarı açar açmaz bir baktım 78 adet mesaj var. Aman Allah’ım. Olacak şey değil. Bana bir günde 78 mesaj...Bazıları şöyle:
-Hocam ! Çok üzüldüm. Yapabileceğimiz bir şey varsa lütfen çekinmeden söyleyin.
-Koskoca Sami Hocayı Darülacezeye düşüren bu sisteme lanetler olsun.
-Bir baba on evladına bakar ama üç evladı bir Sami Hocaya bakamadı demek ki. Yazıklar olsun.
-Hocam ! üzülme, mahzun olma. Bu da sizin imtihanınızmış. Allah sabırlar versin.
-Vah hocam vahhh. Bunca zaman kan kustun, kızılcık şerbeti içtim dedin demek ha?
-Hocam ! Ziyaret saatleri ne zaman. Mutlaka sizi ziyaret etmek istiyorum.
-Hocam ! Darülacezede siz iyi bakıyorlar mı? Bakmıyorlarsa söyleyin, hatırı sayılır dostlarımız var. Sizi el üstünde tuttururuz merak etmeyin.
-Hocam ! Paradan yana bir sıkıntınız olursa bir alo demeniz yeterli. Telefon No: 0530.......
Hay Allah’ım ya ‘’ Darülaceze- Perpa ‘’ Durağındayım yerine kısaca ‘’ Darülacezedeyim ‘’ Demem nelere yol açmıştı. İşin daha da komik olan tarafı kara haber(!) ne kadar da hızlı yayılmıştı.
Ha bu arada arkamdan ‘’ Beter olsun ‘’ Diyenler de olmuş.
Şimdi eminim bazı arkadaşlar yazıyı okumadan, sadece başlığı okuyarak ‘’ Hocam çok geçmiş olsun. Düşmez kalkmaz bir Allah. Üzülmeyin’’ Mealinde mesajlar yazacaklardır. Zira bizim ülkemizde anlamadan, dinlemeden yorum yazma, fikir yürütme gibi bir hastalığımız var. Okumak ise bayağı bir sıkıntı zaten.
Sonuç:
İnsan hiç bir zaman ‘’ Ne idim’’ dememeli ‘’ Ne olacağım?’’ demeli. Çok şükür bugün için Darülacezede filan değilim. Ama bir saniye sonramıza bile garantimiz olmayan bu dünyada her şey mümkündür.
Arap şeyhlerinin ağırlığınca altın döküp haremlerine atmak istediği, ünlü iş adamlarının ayakkabısından şampanya içtiği Cahide Sonku’nun ya da İstiklal Harbimizin altın madalyalı kahramanı Kara Fatma’nın son nefesini Darülacezede vereceği kimin aklına gelirdi ki?
YORUMLAR
Selâmünaleyküm!
Sami Hocam,
Uzun zamandır Edebiyat Defteri ziyaretlerim seyreldi. Pek şiir de eklemiyorum, girip pek okuduğum da yok. Okusam da pek çoğuna herhangi bir iz bırakmadan çıkıyorum.
Sizin yazılarınızı özlemişim.
Benim bir alışkanlığım var: Yazıyı okuduktan sonra yorum yapmadan evvel tüm yorumları sonuna kadar okurum. Hattâ bazılarına verilen cevapları da merak eder okurum.
Bunda da aynı şeyi yaptım ve gördüm ki yorum yapanların arasında yazıyı okumadan basmakalıp yorum yazan yok. Şükür dedim. Okuyucu olsun, az olsun, temiz olsun. Yazılanlar okunsun.
Ve, Dâr-ül Aceze konusunda bilgisi olmayanlara iyi bir bilgi notu şeklinde algıladım yazınızı. Allah (C.C.) razı olsun. Aynı zamanda "Rabbim muhtaç da etmesin, eksikliğini de göstermesin!" diye dua ettim. Çünkü varlığı nîmet, yokluğu ise millet ve devlet olmaya yakışmayan bir noksanlık olurdu.
Kaleminiz daim yazsın.
Ömrünüz bereketli olsun inşaallah.
Kalbî selâm ile....
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Çok şükür düşmemişsiniz, düşmeyelim de İnşa'Allah lakin elbette bilinmez.
Ola ki düşersek, yüreği merhamet dolu ve bu merhameti, eline, diline, gözüne yaptığı tüm işlere yansıtan, damladığı yeri yeşerten hizmet insanlarının eline düşelim yeter ki.
Selam ve saygılarımla
sami biberoğulları
Selam ve saygılar.
sami biberoğulları
Ben de tam geçmiş olsun, diyecekken...
Değerli Sami Hocam, etkin ve nüktedan anlatımınıza hayran olmamak mümkün mü...
Ne güzel bir gün, can dostlarımın ve kıymetli hocalarımın eşliğinde hayatı yaşanır kılan.
Sami Hocam, Allah razı olsun Allah razı olsun.
Yaşlılık ve kimsesizlik ki yakından tanık olduğum çok şey var çevremde ve nice insan.
Allah yazımızı iyi yazsın.
Allah kimseyi yalnız ve çaresiz bırakmasın.
Hocam, sağ olun var olun.
Duygulanmamak mümkün mü...
Yeniden geleceğim bu yazınıza şimdi göz yaşlarımı silip çekiliyorum.
Allah'a emanet olun değerli hocam.
Sonsuz selam ve saygılarımla kıymetli hocam.
Ömrünüz çok olsun değerli hocam ve kaleminiz daim.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Bir yanlış anlaşılma komik olaylar sebep vermiş. Darül Aceze kimsesiz yaşlı insanlar için hiç yoktan iyidir ama tabi evladı olup da eğer anne babasını oraya da götüren varsa o da hiç hoş değil kanımca, yine de yarının ne getireceği bilinmez, netice de her sağlıklı insan da Allah ömür verirse yaşlanacak. Kutluyorum yürekten güzel yazınızı Sami Hocam...
sami biberoğulları
Ben de başlığı üzüntüyle okudum ne yalan söyleyeyim. Yazının ilk yarısını da tedirginlikle okudum. Neyse ki finalden önce durumu anladım. Yine sürprizli ilginç bir yazıydı hocam. Ben seni hiç sıkılmadan bir solukta okuyorum. Var olasın.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.