- 538 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Mor İklim
MOR İKLİM
Geceyi, dur durak bilmeyen fırtınanın huzursuzluğu ile geçirmişti genç kız. Derin bir uykunun yokluğunu hissediyordu. Kalkması gerekirken daha bir sıkı sarıldı yastığına. Yatağına daha bir yapıştı.
İçerden günün hareketliliğinin sesleri geliyordu. Annesi birazdan kalkması için seslenecekti. Fırsat bu fırsat o sesi duyana kadar çıkmayacaktı yatağından.
Güneşin delici ışığı, perde aralığından gözüne odaklanmıştı sanki. Kalkması için annesinden önce uyarıyor gibiydi. Akşam uykusunun hayaliyle yatağından doğrulduğunda annesi de kapıda gözüktü. Kızının uyanık halini görünce gülümsedi ve odadan çıkıp mutfağa geri döndü.
Kalktı kalkmasına ama genç kızın rutin, sıradan sayılabilecek yaşantısı son zamanlarda canını çokça sıkıyordu. Hayatındaki tek güzellik Manas’tı. Sadece onu düşündüğünde yaşadığını, nefes aldığını hissediyordu. Onu uzaktan da olsa görmek gününü güzelleştiriyordu.
Bugün onunla yasaklı bahçede buluşmak için sözleşmişlerdi. Bir yolunu bulup gitmeliyim diyerek hareketlendi. Onu görmek düşüncesi genç kızı heyecanlandırmıştı birden. Özenle giyindi ve odasından çıktı. Evdekilere yarım yamalak da olsa "günaydın" diyerek seslendi ve kendini bahçeye attı. Gecenin aksine havanın dinginliği, toprağın muazzam kokusu içine tarifsiz bir huzur veriyordu. Bir de sevdiceği...
İçindeki bu küçük de olsa güzel değişikliklerin dışında her bir şeyin dünden farklı olmamasına canı sıkılıyordu haliyle. Gözle görebildiği her şeyin tek renk olması ne kadar güzel olabilirdi ki? Okuduğu kitaplardan birçok renk olduğunu öğrenmişti ama bu yaşına kadar mor rengin dışında hiçbir renkle kimse karşılaşmamıştı. " Ne kadar sıkıcı bir hayat bu" diye geçirdi içinden. Binlerce farklı çiçeğin tek bir renge hapsolması ne ile açıklanabilirdi ki? Ya da yaprağın, derenin, evlerin, insanların hatta güneşin renginin mor olmasının nedeni ne olabilir ki?
Çocukluğunda bu durumları sorgulayamıyordu. Tüm bunları sorgulama, nedenlerini arama yaşına belki de yeni gelmişti. Bu durumlarla ilgili kime ne sorduysa kimseden doğru düzgün bir cevap alamamanın sıkıntısı hep vardı genç kızın içinde. Daha güzel şeyleri düşünme isteğiyle içeriye girdi. Vakit kaybetmeden günlük rutin yapılacak işlerini yapmalıydı. Manas’ı görme arzusuyla isteklice bitirdi. Bir bahaneyle annesinden izin kopararak evden çıktı.
Manas efendiliği ile çevresinde dikkat çeken, sevilen yağız bir delikanlıydı. Gönlü Akılay’a düşmüştü bir kere. Yüreği yanıktı o güzel bakışlıya, güzel kaşlıya. İçinde tarifsiz bir hareketlilik vardı. Kıpır kıpırdı yüreği ama isimlendiremiyordu o da duygularını.
Yasaklı bahçe, tek renk olmasına rağmen cennetten bir parça gibiydi. Neden yasaklandığını ise eski neslin dışında kimse tam olarak bilmiyordu ya da söylemiyorlardı. O bahçeye gitmeyin diye uyarı alıyorduk sadece. Buna rağmen bizi oraya çeken bir şeyler vardı. Orda birçok negatif düşüncelerden sıyrılıp huzur buluyorduk. Geleceğe dair düşler kurabiliyorduk. Her fırsatta kendimizi yasaklı bahçede bulmamızın nedenleriydi bunlar.
Genç kız biraz tedirgindi haklı olarak. Manas’la buluşacakları yasaklı bahçeye doğru ilerlerken, ona soracağı soruları sıraya koymaya çalışıyordu kafasında. Dünyalarının renksizliği ile ilgili bir şeyler öğrenebilmiş miydi acaba? Birde... Onu gördüğünde kalbinin bu denli atışını? Acaba onun kalbi de böyle atıyor mu diye içinden geçirdi. Delikanlının, kendisine sevgiyle bakan hali gözünün önüne geldiğinde, yüzü pembeye çalmıştı bile. Bitmesini istemedikleri zaman içerisinde tüm bu soruların cevaplarını bulmak istiyordu genç kız.
Bilmiyordu ki Manas da aynı bilinmezliğin içindeydi. O da Akılay’dan bir şeyler öğrenebilir miyim düşüncesindeydi oysa. Bunun yanında sevdiceğinin yüzünü görme isteğiyle adımlarını sıklaştırdı. Her şeye değerdi o an.
Yasaklı bahçede geçen kısa zaman içinde aklı yeten her genç gibi önce canları sıkan renksiz dünyalarını konuştular. Nedenlerini sordular birbirlerine. Bu sorularına bir de yüreklerinde yeşeren duygular eklenmişti. Ama bu seferde hiçbirine mantıklı cevaplar bulamamışlardı. Birden Manas’ın aklına çok sevdiği öğretmeni geldi. Onunla çok rahat konuşabiliyordu. İkisi arasında zamanla gelişen güven duygusu belki de birçok sorunun cevabını bulmasına vesile olacaktı.
Ahşap kapıya yavaşça vurdu. ‘gel’ sesinden sonra usulca araladı kapıyı.
_ ‘Manas içeri gel oğlum’ dedi yumuşak samimi bir gülümsemeyle.
Delikanlı bu gülümsemeye içtenlikle karşılık verdi. Hayatında belki de ailesinden daha yakındı öğretmeni. Ona verdiği emeklerinden dolayı minnettardı. İnsanlığından, merhametinden, yerine göre arkadaşlığından hatta ve hatta sırdaşlığından dolayı minnettardı. Onun bir gün buralardan gideceğini bilmek içini acıtıyordu delikanlının.
Beraberce oturdular sedire.
_ ‘Anlat bakalım Manas. Nedir seni bana getiren? Seni çok endişeli gördüm’ dedi öğretmeni.
Manas başını öne eğerek yutkundu. Nerden başlayacağını bilemedi bir an.
_ ‘İçim hareketli öğretmenim’ diyebildi sadece.
_ Nasıl için hareketli? Bulantın mı var yoksa?
_ Yok yok öğretmenim. Yanlış anladınız. Sağlığım gayet iyi. Bir sorun yok. Kalbim hızlı hızlı atıyor sadece. Aklımda biri var da.
_ ‘İyi ne güzel. Kim bu şanslı kız’ dedi öğretmen gülümseyerek.
_Bir arkadaşımın akrabası. Akılay.
_Eeeeee
_Şey öğretmenim. Bu içimin kıpır kıpır olması ne anlama geliyor sizce. Güzel olan birçok şey hissediyorum ama ismini bilmiyorum. Bunun dışında en çok merak ettiğim konu, gördüğümüz her şeyin tek bir renk olması yine. Etrafımda kime sorduysam ya bilmiyorum diyorlar ya da yarım yamalak bir şeyler anlatıyorlar.
_ ‘Bunlarla ilgili, bazı büyüklerimizden dinlediğim mantıklı açıklamalar var tabii ki. Sana da anlatırım seve seve’ der ve anlatmaya başlar.
Manas heyecanla öğretmeninin ağzından çıkacak olanları dinlemeye başlar.
_ Yıllar öncesinde bu toplulukta yaşayan büyüklerimizin arasında sevgisizlik hakim oldukça, merhametten de uzaklaşmışlar. İnsanlar birbirlerini sevseler de söylemiyorlarmış inatla. Hayatin bu güzel yanını unutan bu insanlara Allah’ın laneti uğramış bir gün. O günden sonra sevmenin kıymetini bilmeyen bu küçük topluluğun elinden, dünyanın bütün güzellikleri alınmış bir bir. O günden sonra mor renk hakim olmuş her yere. İklimler değişse de bu lanetli durum değişmemiş. Aşkın adının anılmadığı bu topluluk bu günlere bu haliyle gelmiş. Anlayacağın eski insanların cezalarını, yeni neslin çocukları dünyanın renklerinden uzak yaşayarak çekiyorlar.
_ Yani ben şimdi âşık mıyım öğretmenim.
_ Evet Manas. İçin kıpır kıpırsa âşıksın demektir.
_ ‘Teşekkür ederim öğretmenim’ diyerek sevinçle ayağa fırladı delikanlı. Ne yapacağını biliyordu artık.
Akılay’a haber uçurdu yasaklı bahçede buluşalım diye. Sabırsızlıkla beklerken genç kıza olan aşkını düşündü. Topluluklarının üzerine yıllardır çöreklenmiş laneti düşündü. Cennetten bir parça olan yasaklı bahçelerini düşündü rengârenk. Ve lanetten uzak büyüyecek olan çocukları düşündü Manas.
Bahçe kapısında Akılay’ı gördüğünde kalp atışları bu sefer daha güçlü atıyordu. Gülerek karşıladı genç kızı. Söyleyecek o kadar çok şeyi vardı ki sevdiğine. Çok özel bir kelimesi vardı sabırsızlıkla söylemek istediği.
Akılay her zamankinden daha farklı daha bir heyecanlı gördüğü delikanlıya meraklı gözlerle baktı. ‘Bu bakışlar neyin müjdecisi olabilir ki’ diye geçirdi içinden utanarak.
Bahardı. Ağaçlar yeniden yapraklarla dolmuştu umutla. İrili ufaklı, çeşit çeşit çiçekler de umutla çimenlerin arasından baş kaldırmışlardı.
Manas yanına sokulan sevdiğinin ayakları dibindeki mor bir çiçeği koparttı. Avucuyla birlikte avuçlarına usulca bıraktı ve ‘AŞK’ dedi.
_ ‘Akılay ben sana aşığım’ dedi.
Genç kızın o zamana kadar hiç duymadığı bir kelimeydi aşk. O sihirli kelimenin ardından Akılay’ın avucuna bırakılan mor çiçeğin sarı renge dönüşünü hayretle izliyorlardı ikisi de.
Yaprakların yeşile, gökyüzünün maviye, gülün kırmızıya, pembeye, beyaza dönüşlerine şahit oldular lanetin bitmesiyle.
Manas sevdiğine ‘seni seviyorum ben’ derken zümrüt yeşili gözlere çoktan dalmıştı.
Masal bu ya...
Mor İklim
mesel bu ya!
uçmasın anlatılsın diye yazılır
…
1
genç bir kızdır Akılay
mor ışıklarla
uyandı sabaha
gördüğü
bildiği tek renkti aslında
başkaca renkler de var mı?
diye geçirdi içinden
mesela şu kavak
şu akan sular
saçlar
gözler
bilmediği renkteler mi?
lanetten önceki iklimleri
bilmek bilmek istiyordu
sorgu suale tutar
kim var kim yok herkesi
Akılay’ın
gençlikte düşer aklına
hayatın tek renkliliği
bölük pörçük düşlemeye çalışır
görmediği maviyi kırmızıyı
yaşanılmayan aşkları
bahardı mevsim
çiçekleri yaprak gibi mor
söylenene göre artık
yazgıymış bu
böyle denilmişti ona
lanet bitmez miydi?
var olanlar görülmez miydi?
2
Manas ;
yağızdı yamandı doğrusu
Akılay’a denk bir delikanlıydı
sokağın ötesinden
haber gönderdi genç kıza
tutkuluydu ona
isimlendiremiyordu
içindeki bu duyguyu
dese ki sevmek
dese ki aşk
bilemedi bir türlü
sadece bir şey vardı içinde
kimsenin bahsetmediği
içindeki bilmek istemi
kendisini yiyip bitirmeden önce
sormalıydı Akılay’a
mordan başka rengin varlığını
genç kız göründü uzaktan
buluştular ötede
yasaklı bahçede
peşi sıra geldi sorular Manas’tan
kız için bilinmezdi zaten onlar
konuştular lanetten
görebildikleri tek renkten
cümle geçmiş ne etmiş?
çare neymiş?
İçlice dilediler
bozulsun
bitsin artık bu iklim diye
bilmezler ki lanetin sonu
yaşanılmayan histe gizli
diyiverdi Manas
içindeki bilmezi
vay anam!
kızda muzdaripti içindekinden
hele bir bilebilseydiler
diyebilseydiler
3
bir şeyler oldu
hiç görmediği
hiç kimsenin yapmadığı
bir şey yaptı Akılay
eğildi
aldı mor çiçeği
tutuşturdu delikanlının eline
eliyle birlikte
daldı mor tendeki
mor gözlerin derinine
mesel bu dedik ya
hiç görülmeyen
tek olmuş avuçlarındaydı
adını bilmedikleri renkteki çiçek
düşmüştü mor iklime
lanetten uzak
mor yüreklerine
Vildan Poyraz Coşkun
Aşkın (e) Hali Dergisi
Sayı 53, Ocak-Şubat-Mart 2019
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.