- 1040 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
SU KULESİ
MAZİYE YOLCULUKLAR–251
SU KULESİ
Çocukluğumda Kâhta küçük, şirin ve dört tarafı yemyeşil bir ilçeydi. Bir, en çok iki katlı, avlusu olan kerpiç evlerdi. Her avluda çiçekler ve ağaçlar bulunurdu.
Çok güzel bir su kulemiz vardı. Gökyüzüne doğru uzanan su kulesinin yaz aylarında gölgesi çok serin olurdu.
Su Kulesinin yan tarafı toprak futbol sahamızdı. Çoğu zaman lastik ayakkabılarım yırtılmasın diye yalın ayak top peşinde koştururdum. Çoğu arkadaşım da benim gibi yalın ayak top oynardı.
Kara lastik ayakkabılar çok çabuk yırtılırlardı. Çok kalitesiz olduklarını o zaman bilmezdik. Kıymetini bilmiyoruz diye kendimizi suçlu görürdük. Büyüklerimiz de “size ayakkabı dayanmıyor,” derlerdi.
Futbol sahamızdan Kâhta Çayı yamacındaki su deposuna kadar, tarlalara buğday ve arpa ekilirdi. İlkbahar aylarında kırmızı gelinciklerle dolu yemyeşil ekinler, rüzgârın etkisiyle bir o yana bir bu yana sallanırdı. Su kulesinin ikinci ya da üçüncü katında oturup hayranlıkla bu manzarayı seyrederdim.
Su kulesinin tepesine çıkıp Kâhta’nın dört çevresine baktığınızda, dünyanın en güzel manzaralarını görürdünüz…
Hükümet Konağının önünden Adıyaman’a şose yol giderdi. Bu yolun görünen kısmının yarısının iki tarafını gökyüzüne yükselen ağaçlar süslerdi.
Yaz aylarında bu ağaçların altında biz çocuklar güzel sohbetler yapardık. Tatlı hayallere dalardık.
Yolun iki tarafında bostanlar vardı. Her çeşit sebze yetiştirilirdi.
Ağaçlı yolun bitiminin sağ tarafında Nemrut Dağı yolu başlardı. Yolun başlangıcının sağ tarafında birkaç bina vardı: Selektör binası, Turist Kampı yapılan ev.
Yolun sol tarafında üzüm bağları vardı. Beyaz, siyah ve kırmızı üzüm salkımlarını yolcular, yolda yürüyenler zevkle seyrederlerdi.
Bu yol insanları tarihi eserlere götürürdü: Karakuş Tepesi, Cendere Köprüsü, Eski Kâhta Kalesi ve Nemrut Dağı.
O çocuk yaşlarda yaya olarak bu yolda çok gidip geldim.
Ailecek bu yolda Cendere Köprüsünün ilerisindeki bir doğal içmeye yaya gittik. Gece de suyun başında konakladık.
Arkadaşlarla Nemrut Dağına çıkıp aynı gün geri döndük. Nemrut Dağı başında beş altı metre kayalıklardan aşağı inip atletime kar doldurup yukarı çıkarttığımı hiç unutmadım. Orta Okul öğrencisiydik.
Su Kulesinden Kâhta’nın güneyine bakınca çıkışta iki uzun cadde birleşirdi. Bundan sonrasında yerleşim yoktu. Bu yola Dargır ya da Şehbaba köy yolu derdik.
Üst yolda evlerin bitiminde Kâhta’nın ikinci ilkokulu yapıldı: Atatürk İlkokulu. Diğer adıyla Mekteb-i Zer. (Sarı Okul) Dördüncü sınıfın başlarında ben bu okula gönderildim. İki yıl bu okulda okudum. Mezun oldum.
Evlerin bitiminden sonra yolun iki tarafında bağlar başlardı.
Bizim bin beş yüz asmalık bağımız da bu yolun sağındaydı.
Bu bağda en güzel günlerim geçti. Üzüm topladık. Üzümden şıra çıkardık. Şırayı kaynatıp pekmez yaptık. Bezlerin üstünde pestil, tepsilerin içinde kesme (pelit) yaptık. Asma çubuklarından deve ve çeşitli şekiller yapıp pestil yapılacak kazanlara daldırdık. Ağaçlara asıp kuruttuk. İplere badem ve ceviz içi geçirip bu kazanlara daldırdık. Kurusun diye ağaçlara astık.
Güneydeki bağların bitiminden sonra ekinler başlardı.
Elimizde bıçak, önümüzde bezden bir önlük, annelerimiz börek yapsın diye lüz denen otu toplardık. Kenger toplar, yerdik. Eve de götürürdük. Kardeşlerimiz de yesin, derdik. Bu yaşıma kadar lüzün Türkçe ismini araştırmama rağmen bulamadım.
Google amcaya sordum. O da bilemedi.
Kâhtalıların börek yaptığı tadı leziz ota LÜZ denir, dedim Google amcaya; o da öğrensin.
Buradaki bağların bitiminde, yolun sol tarafında Amerikalıların petrol için
kazdıkları bir kuyu vardı. Ağzını ters çevrilmiş yarım varille kapatmışlardı. Kulağımızı varile yasladığımızda akan suyun sesini duyardık.
Yorgunluğumuzda varilin üzerine otururduk.
Bu yolun ilerisinde, sağ tarafına Yatılı Bölge Okulu yapıldı. Orta Okul öğrencisiyken yaz aylarında beton işinde çalıştım. Okul harçlığımı çıkarttım.
Su Kulesi tepesinde batıya bakınca Kâhta eski çarşısının alt tarafında bostanlar, bostanların etrafındaki söğüt ve kavak ağaçları çok güzel görünürdü.
Babamın iş yerinin arka tarafı olan buralar, çocukluğumun geçtiği yerlerdi. Bu ağaçların altından yemek yedim, oyun oynadım, yorgun olduğum zaman uzanıp dinlendim.
Bayram günleri bu ağaçlarda salıncak kuran genç kızların neşeli halleri gözlerimin önünde duruyor.
Sevgi, saygı ve arkadaşlığın en güzel günlerini yaşıyorduk.
Bostanların bitiminde Ariket yolundan Kâhta mezarlığına kadar güzelim üzüm bağları vardı. Her bağın sınırlarında badem ağaçları vardı.
Bağlar ve bademler sökülmüş, bostanlar yok edilmiş. Karşıyaka diyorlar çocukluğumuzun bağ ve bahçelerinin yerine. Büyük bir mahalle olmuş. Kâhta’ya uzun bir aradan sonra gittiğimde, canlarımın yattığı çocukluğumun mezarını bulamadım. Bir yabancı gibi önüme ilk çıkan kişiye mezarlığı sordum.
Su Kulesi tepesinde doğuya bakınca Horik bağları görülürdü. Bağların kenarındaki yol, Kâhta çayına inerdi. Çayın kenarında Horik Su değirmeni vardı.
Bu değirmene birçok kere buğday getirdim, un götürdüm.
Merkebin sırtına buğday çuvalını bağlarlardı. Merkep önde ben arkada bu değirmene gelirdim. Değirmenci çuvalı indirir, beraber içeri alırdık. Sıram gelene kadar Kâhta çayında gezer, yüzer zaman doldururdum. Buğday öğütülünce merkebin üstüne atar, değirmenci çuvalı sağlam bağlardı. Geldiğim yoldan eve dönerdim.
Aysadık tarafında da bağlar vardı. O güzelim bağlar da yok oldu.
Bu gün çocukluğuma gittim. Maziye yolculuk yaptım.
Çocukluğumun güzel insanlarını saygıyla andım.
Çocukluğumun bağlarına ve bahçelerine gittim.
Bağ ve bahçe sahipleriyle sohbet ettim. Üzüm çeşitlerini salkım salkım gözlerimin önüne getirdim: Beyaz, siyah ve kırmızı.
Güzelim Kâhta şimdi koca köye dönmüş.
Her yola, caddeye ve sokağa araba yağmış. Kaldırımlar işgal edilmiş. Bağlar, bahçeler sökülmüş. Sürücülerin çoğu kanatsız pilot, trafik kazası haberleri hiç eksilmiyor.
Kimi üç kuruşa sahip olmuş, burnu Nemrut Dağında, kimi boğuluyor dalkavukluk yağında, kimi insanlığını yitirmiş teknik çağında…
Çocukluğumun Kâhta’sını seviyorum. Çocukluğumun komşuluğunu seviyorum. Babamın adam gibi adam dostlarını seviyorum.
Üç kuruş gördü diye insanlığını yitirmeyen, kendini kaybetmeyen az da kalmış olsalar arkadaşlarımı seviyorum. Hemşerilerimi seviyorum.
Ne mutlu insanlığını yitirmeyenlere…