Muşmula / Hünnap 1
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Baktı göğe duruk bir bulut edasıyla... Açtı göğsünü bağırdı etrafa feryat figan ederek yiğidim neredesin ? Soldu güller yıkıldı bir ev viran oldu bağ u bahçe... Akşamdan bir kadife sesle gelirdi sokağın başından duruk bir sam yeli ile evleri ısıtırdı bakışları. Lambada haleler menekşe kokusu ile karışarak su arıklarından süzüle süzüle inerdi mahsüllere işte öyle bir akşamın yaz mevsimine çalan zamanında aramızdan göçüp gitti. Suları elimde tuttuğum bir mevsimde önümde duran o ağacın asıl adını ne bilirdim ki ? Bilemezdim işte şöyle akıl durgunluğu yaşayıp sokaklara çıkıp oyun oynadığım o mevsimde elimde gümüş bir tülbent nenemin emeği salça ve tarhana süzülürdü damdan sofralara....
Ezan sesiyle içeri giren elindeki torbaları bana verip mutfağa götür oğlum dedi. İçeri geçip biraz uzandı. Bense torbalarda ne olduğuna bile bakmadan yüreğimin iç sesiyle koştura koştura hayattan* sofaya koşturup nenemin eline tutuşturdum. Göğün en ucunda yıldızlar parlarken elimdeki kitabı bitirmek için ve yıldızlara ulaşabilmek için sürekli okuyordum. Öğretmenim bana öyle demişti. Okurken yıldızları görüyorsan sen adam olacaksın. Kumandanın sesini son ses açarak akşam ajanslarını dinliyordu dedem. Ben salonun içinde tahtaların arasına kaçan silgimi yakalamaya çalışırken bir ses geldi ansızın tahtaların arasından. Gel yanıma şşşttt şşştttt ! Önce irkildim dedeme baktım etrafa şöyle bir göz attım. Nitekim hiç kimse çağırmamış akşam yemeğinden önce bu ses kafamın içinde yer edine edine kitabımı okumaya devam ettim. Geliyorum. Akşam geliyorum diye telefon konuşmalarında babam ve annem alınacaklar listesini yapmaya başlamış çoktan. Sokağa çıktım bir sincabın evine bir de sokak arasındaki ahşap evlerin çatılarına bacalarına bakarken aynı ses yeniden çağırdı beni...
Kapı kapandığında o son kepçe vurulduğunda bizlerin son tutanağı olan o heybetli ağacın aslında ardımızda hüzünleri yoksayarak ilerleteceğini biliyorduk. Yutkunan herkesin genzi ile beraber ruhu da yanıyor ama elden çare gelmeden izlemeye devam ediyoruz.
- Yadigar sözlerini ne çok kullanıyor ama sahip çıkmıyor
- Boş versene dedi Ali. Anca 20 katlı bir ev dikerler oraya kim arar yadigar sözünü artık ! Hafızlardan bile silindi gitti o söz.
- Bilmem ama bu düzen sence neden böyle gidiyor ?
- Parayı malesef tüm dünyamıza değişiyoruz. Problem burada başlıyor.
- Haklısın Ali. Gönül isterdi ki o güzel ev yıkılmasaydı. Köşe başında su arıklarının içinde kalan o dut ağacı mı ?
- Hayır ön tarafta duran Hünnap diğeri de Muşmula
- (İlk defa duyduğu bu ağacın isminin şaşkınlığıyla) İnşallah o ağaçlar yaşar köşesinde çeşme de varmış ama suyunu da alır çoluk çocuk faydalanır.
Kar atıştırırken soğuğun elimden öte kalbime doğru aktığını hissederdim. Yaylağan derlerdi evimizin olduğu bölgeye bir semt adı gibi aslında semtten de öyle sıcak kalpli insanların yaşadığı ve çocuk seslerinin yankılandığı bahçelerin arasında bir koca sandık buldum. Sesin beni takip ettiğini biliyordum. Elimde türlü türlü yemişler ve badem çekirdekleri vardı. Sandığın içini araladığımda Annemin beni çağırdığını ve yemek yiyeceğimizi hisseder gibi geliyorum dedim.
- Anne ben geliyordum sen neden geldin ?
- Ne yapıyorsun orada bakayım yemek hazır değil nenen salata yapacakmış.
- Hiç anne bir sandık buldum ve içine bakıyordum. Ne olduğunu bile bilmiyorum.
- Hafız Ahmet amcanın evi orası bir vakitler yaşardı yazık ki vefat ettikten sonra evi ile beraber kütüphanesini de yıktılar viran ettiler.
- Bu sandıkta ona ait o zaman ?
- Eski Subay sandığı o ama kırmışlar onu baksana
- Yazık içinde eski yazı eserler var Osmanlıcaya benziyor bir götüreyim okurum evde.
Keşke o sandığın etrafında kurduğum hayalime evimizin ayakta kalmasını da ekleseydim. Dedesinin sesiyle ayaklanıp en asil görevi su doldurmak olan bir torun olan kendim için gerçekten de her şey çok güzeldi. Çeşmenin başında duran o ağacın içinde bulunan kurtçuklardan birini aldım. Defterimin arasına koydum. Bir gazetede okumuştum kurtçuklar kağıt yerlermiş ve öğretmenime gösterdim.
-Öğretmenim bak elimdeki kurtçuğu besliyorum ben.
- Nereden buldun onu ?
-Bahçemizdeki muşmula ağacından
- Peki ama neden onu meyvesinden alıp defterine aldın ki ?
- Arkadaş olmak için öğretmenim.
- Peki o zaman arkadaşına çok iyi bak arada yeşil küçük yiyecekler ver ama sakın kaybetme oldu mu ?
-Tamam Öğretmenim.
Ali ile etrafı dolaşırken bir not bulduk. Susuz bir bahçenin içinde uzun süre kalmış bir kağıt kartona sarılı bir defterdi. Ali heyecanla bak neler yazıyor burada
Ağacıma iyi bakar mısın ? Bundan 100 yıl sonra bu defter toprağa çıkacakmış. Ve bu ağacı ben diktim. Meyvesinden yiyebilirsin çünkü onu sevgi ile besledim.
- 02.05.1998 mi yazıyor orada ?
- Evet. Sanırım bir çocuk dikmiş bunu.
- İçim parçalandı şimdi nasıl anlatacağız ki ona bu ağacın biraz önce paramparça olduğunu dallarındaki meyveleri bari saklayalım en azından dikim zamanı gelir aynı yere dikeriz ? Ne dersin be Ali ? Çocuğun o çocukluk vasiyetini yerine getirelim olmaz mı ?
Ruhu sıkan bir akşamın tortusuyla bulutları örseleye örseleye kar tanelerini ağzımın içinde emerek bakkal Hasan amcadan aldığım o leblebi tozunu koştura koştura eve gelirken yerdim. Sahi ya kurtcuğum acaba leblebi tozu yer miydi ? Öğretmenim haklı mıydı ? Dedemin arabasının ışığını gördüm. Atladım hemen dede nereye gidiyorsun ?
- Hizara evladım. Gelir misin
-Gelirim tabi dedeciğim.
Selamunaleyküm emmi bizim şu fidanlar için bir kaç tahta ayarlayacaktın ayarladın mı ?
- Ayarladım elbet lakin ben sizi buralarda hiç göremedim ? Kimlerdensiniz bakayım ?
- Emmi biz burada görev yapan iki öğretmeniz. Geçenlerde bir ev yıkıldı şu aşağı mahallede bilir misin ?
-Bilirim ya ne olmuş o ev yıkıldıysa hocam ?
- Ağacın altında bir not bulduk. O evde yaşayan bir çocuk yazmış bu notu. Ağacıma iyi bak gibisinden bir şeyler yazıyor biz de oraya iki üç ağaç dikelim dedik.
- İyi etmişsiniz ya o evi de o yazan çocuğu da çok iyi bilirim ben.
-Gerçekten mi ? Kimdir nerededir şimdi nerede yaşıyor ?
- Burada değiller artık onlar fakat çocuk edebiyat öğretmeni oldu. Adını falan bilmem lakin çarşı merkezde bir ara okula yazdırdılardı istersen kaydını oradan öğrenirsin.
- Çok teşekkür ettik dayı bu tahtalar kalsın biz bir ara alırız. Ali atla arabaya gidiyoruz haydi.
Arabadan indiğimizde elimde duran kitabı fark eden Apdil abi yanıma gelerek öğretmen mi verdi sana o kitabı diye sordu.
- Evet Apdil abi öğretmen verdi.
-Sana güzel bir rahle yaptım. Kitaplarını artık burada okuyacaksın git dedene teşekkür et şimdi dedi.
Dedemin boynuna sarıldım. Sanki içimden nur akar gibi oldu. Ruhumu okşayan o tebessümü gerçekten de anlatamazdım. Dağ taş yerinden oynadı karşımda Gelincik Baba dağları yeşerdi karları silkeledi; ötede Pambıkla* ovası gülle donandı koktu. Elimdeki kitabın arasındaki kurt bile dans ediyordu.
Eve geldiğimizde yemekler hazır her şey tam tekmil idi ancak nenemin salatası bitmek bilmiyordu. Bir Osmanlıca öykü karıştırayım dedim ve elime geçen kitaplardan bir kaçını okuduğumda dedem: Oğlum gözlerin bozulacak bu kadar okuma katip mi olacaksın ? Mezun olmana 2 yıl kaldı yetmedi mi okuduğun dedi. Yetmiyor ki dedeciğim dedim. Yemekler yendi. Herkes bir köşeye çekildi. Bense çocukluğumdan beri bana ait olan o orta odanın duvarlarına bakarak ne kitaplar okudum burada ne ödevler yaptım. Hey gidi koca zaman derken kapı açıldı. İçeriye giren siyah bir rüzgar ruhumu yükselterek aldı.