- 528 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Cennet kimin ayakları altında
CENNET KİMİN AYAKLARI ALTINDA
Yine mutsuz, göz yaşları içinde uyandığım bir sabah. Yine ‘’ Anne olma’’ umudumun yok olduğu bir gün. Yıllarca her türlü tedaviyi denememe rağmen, bu defa da çocuk sahibi olamayacağımı söyleyen, ışıksız ve soğuk bir kış sabahı. İsteksizce giyinip, kahvaltı bile yapmadan kendimi sokağa atıyorum. Kar yağıyor. Öğretmenlik yaptığım okula bu defa yürüyerek gitmeye karar veriyorum.
‘’ Neden bazı kadınlar istemedikleri halde çocuk sahibi oluyor da bazıları sonsuz isteklerine rağmen annelik duygusunu tadamıyorlar?’’ diye düşünüyorum. Soğuğun farkına bile varmadan, bilinçsizce yürüyorum. Bu hayal kırıklığını daha ne kadar yaşayacağım? Bana, dolu dolu ‘’Anne’’ diyen bir evladım olmadan yaşamanın ne anlamı var? İsyanlardayım. Yüzüme çarpan kar taneleri aklımı başıma getiriyor.
‘’Belki de bir nedeni vardır’’ diyorum.
‘’Belki de vakti saati gelmedi’’ diyorum.
‘’Her şeyde bir hayır vardır’’ diyorum.
Umutsuzluğum biraz kayboluyor.
Lapa lapa yağan kar, dallarda neşeyle cıvıldaşan serçeler, bulutların arkasından ışığını göstermeye çalışan güneş, fırından gelen sıcak ekmek kokusu, beni, hatta neşelendiriyor. Bu ‘’Gel- Git’’ ler arasında, bakıyorum ki okulun önüne gelmişim bile. Bahçede çocuklar cıvıl cıvıl, rengarenk. Neşe içinde kartopu oynuyorlar. Kalbim sevinçle çarpıyor.
‘’ İşte, diyorum benim de yüzlerce çocuğum var’’. Aralarına katılıp, onlarla beraber kar topu oynuyorum.
Kuşlar gibi hafiflemiş olarak okula girip, her
sabah yaptığım gibi ‘‘Öğretmenler odasında’’ vazgeçemediğim ‘’Türk Kahvesinin’’ tadını çıkarıyordum.
Ders zili çaldığında , ben çoktan çocuklarımla kucaklaşmaya hazırım.
Okulum, ekonomik durumu orta halin altında olan ailelerin yaşadığı ve hemen hepsinin ‘’Çocuklar kolayca hayata atılsın’’ diye tercih ettikleri ‘’Meslek lisesi’’
Sınıfa girdiğimde, kartopu partisinden yeni gelmiş öğrenciler aynı heyecan ve sevinci yaşamaya devam ediyorlardı. Ancak Sedat sırasında sessice oturuyordu.
Sedat, lise bir öğrencisi olarak, arkadaşlarına nazaran daha ufak tefek. Sağlıksızmış gibi bir görüntüsü var. Hep sessiz. Ama dersleri iyi.
‘’Hasta’ mısın oğlum?’’ diye sorduğumda, her zaman,
‘’Hayır öğretmenim, çok iyiyim’’ cevabını alıyorum. Bu defa yüzü daha da sararmış gibi geliyor bana.
‘’Günaydın çocuklar’’ diyerek derse başlıyorum. Ben anlatıyorum, çocuklar da not alıyorlar. Sınıfa sessizlik hakim. Böyle ne kadar sürdü bilmiyorum. Birden bir gürültü ile, ben ve bütün sınıf irkildik. Baktım, Sedat sırasından düşmüş ve bayılmıştı.
Kucağıma aldığımda, ‘’Ürkmüş kuş yavrusu’’ gibi hafif hafif titriyordu. Bütün kemiklerini ise kollarımda hissettiğimi hayretle fark ettim. Kendisine bol gelen giysileri içinde bu kadar zayıf olduğu anlaşılmıyordu. Kucaklayıp, en yakın sağlık ocağına götürdük.
Sedat; ‘’AÇLIKTAN’’ bayılmıştı. Kendisine geldiğinde ise; utanarak,
‘’Annesi ve babasını aylardır görmediğini, ne zaman doğru dürüst yemek yediğini ise hatırlamadığını’’ söyledi. En yakın lokantaya götürüp, sıcak tencere yemeği yemesini sağladık. Başı önünde küçük lokmalarla yavaş yavaş karnını doyurdu.
Boşanmış bir ailenin çocuğuydu. Baba tekrar evlenmiş, yeni karısı Sedat’ı istemiyordu. Annesi ise ‘’ Masaj Salonunda!!!!!’’ gece geç vakitlere kadar çalıştığından, onunla ilgilenecek vakti yoktu. Sedat’ı ise kendisine bakmaktan aciz, hafif bunamış, ihtiyar bir kadının evine az bir para karşılığı bırakmışlardı. Parayı ise kadının, bilmem kaçıncı hayırsız oğlu elinden alıyordu.
Derhal anne ve baba ile temas kurduk. Önce anne geldi. Frapan bir kadındı. Kışlık çizmeler ve taklit kürkler içinde duygusuzca bize bakıyordu. Hiç öyle çocuğunu özlemiş ve merak etmiş anne hali yoktu. Doğrudan konuya girdi.
‘’Bakamam dedi’’
‘’Çalışıyorum’’ dedi.
‘’ Gece eve geç geliyorum’’ dedi.
‘’Babası baksın’’ dedi.
Çocuğunu görmek isteği göstermeden, arkasına bile bakmadan çıktı gitti
.
Sonra babayı çağırdık. Onun da hali vakti iyi gibi gözüküyordu. İnsanların gözlerine bakmadan konuşuyordu.
‘’Yeni evlendim’’ dedi
‘’Karım istemiyor’’ dedi
‘’Tekrar yuvamı bozmak istemiyorum’’ dedi
Annesini ‘’İffetsizlikle’’ suçlayıp, çocuğu görmeden, O’ da, arkasına bakmadan gitti.
Büyük zorluklarla ikisini yan yana getirmeği başardık. Baba başı önünde, anne ise ‘’Ben haklıyım’’ edasında karşımızda oturdular. İkisinin de çocuğu yanlarına almayacakları aşikardı.
‘’Birlikte para katarak bir ev tutun. Uygun da bir kadın bulun’’ dedik.
‘’Çocuk iyi okuyor. Hiç değilse liseyi bitirsin. Sonra başının çaresine bakar’’ dedik.
Maddi durumlarını bahane edip, bunu da kabul etmediler. Bu durumda bizim teklifimiz çocuğu devlet yurduna yatırmaktı. İkisinin de gözleri parladı ve hemen onayladılar. Ve yine çocuklarını görmeden, arkalarına bakmadan gittiler.
Çocuğu Devlet yurduna yatırdık. Ve yurda yakın bir meslek lisesine kaydı yapıldı. Hepimizden ağlayarak ayrıldı. Zaten anne ve baba sevgisi bilmeden yaşamıştı. Yurtta en azından aç kalmayacaktı. Birkaç kere ziyaretine gittim. Kendini toparlamış, öz güveni gelmişti
.
‘’Öğretmenim siz bana anne olmanın ne demek olduğunu gösterdiniz’’ dedi.
Her zaman yaptığım gibi, öperek ayrıldım. İleriki zamanlarda ise ziyaretine gidemiyordum ama, iyi olduğuna dair haberlerini alıyor mutlu oluyordum.
‘’Cennet annelerin ayağı altında’’ mı acaba?
Elbette öyle.
.Ama Sedat’ın annesi gibi anneler de var. Keşke sadece sevgi dolu ve annelik yapabilecek kadınlar evlat sahibi olsaydı
.
Birden aklıma, bu sevgisiz annelerin yerine Allah, öğretmenleri mi o çocuklara anne yaptı diye düşündüğüm oluyor.
‘’BANA BİR HARF ÖĞRETENİN KIRK YIL KÖLESİ OLURUM’’
Ne güzel söylemiş Hz. Ali.
AYTEN TEKİN
YORUMLAR
Ayten Hocam, Türkiye'de sayısı hiç de az olmayan; gerçek bir hikayeyi ne kadar canlı kaleme almış ve üç boyutlu anlatmışsınız.
Öğretmen olmak, böyle bir şey olmalı, demek geçti içimden. Keşke bize dinimizi öğretenler de, Yüce Kitabımız Kur'anı doğru anlayıp doğru öğretseler. O zaman Bizde Cehennem korkusundan uzak, Cennet mükafatı yerine, gerçek insan olmayı düşler;“inna lillahi ve inna ileyhi raciun” ayetini doğru okur doğru anlar, Allah'tan geldiğimizi bilir, Ona döneceğimizi keşfeder, Allah'a kavuşmanın cennet, Allah'a dönememenin cehennem olabileceği gerçeğiyle, "Esfel-i safilin" den çıkıp Kamil insan olma gayretiyle yaşam sürdürmenin gayrei içinde olurduk.
İşte o zaman, Dünya alem cennet olur, kamil insan da ahret yerine, dünyada cenneti yaşardı herhalde.
Kaleme aldığınız yazıyı bi solukta okuduğumu belirtmek isterim. Sizi kutlarım Hocam.
Saygılarımla.
Ayten Tekin
Öncelikle içerik ve üslup anlamında, her zamanki gibi güzel bir yazı okudum. Din, hayatımın merkezinde olmadığı için Cennet kimin ayakları altındadır bilemem ve sadece cennete gitmek maksadıyla yapılan şeyleri de pek samimi bulmam ama ahlaki açıdan bizim yetişmemiz esnasında bize kol kanat geren, fedakarlıkta bulunan insanlara bir gönül bağı oluşturmamız ve saygı sevgi duymamız bir canlı olarak doğamızda var. Bu anne, babamız olabileceği gibi herhangi bir üçüncü şahıs da olabilir. Yazınızdaki örnekte olduğu gibi biyolojik olarak anne baba olup, aslında hiç bir şey olamayan nice yaratıklar var. Dünyaya gelmek bizim tercihimiz değildir. Çocuk sahibi olmak isteyen insanlar bu durumun getireceği rahatsızlıkları ve fedakarlıkları bilerek yola çıkıyorlar. O halde bir çocuğa "sana ben baktım, büyüttüm benim hakkımı ödeyemezsin" gibi yaklaşımlarda bulunmayı da çok anlamlı bulmuyorum. Siz zaten anne babalığın gereğini yerine getirmişseniz çocuğunuz size içten bir sevgi ve saygı ile bağlı olacaktır. İki çocuk babası olarak onlara her zaman şunu söylerim: Biz anne baba olmak istedik ve sizler bu duyguyu bize en iyi şekilde tattırdınız. Sizi bakıp büyütmekle ilgili bize bir borcunuz yok. Sizler de kendi çocuklarınızı sevgi ve saygı ile büyüterek topluma karşı bir borcu ödemiş olacaksınız...
En içten tebriklerimle...