- 396 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Demokrasi, yönetim ve sivil toplum anlayışımız
Demokrasi, yönetim ve sivil toplum anlayışımız
“Yarım doktor candan, yarım hatip imandan eder” misali nice değerlerimiz var ki,
yarımlığa, hiçliğe ve noksanlığa terk edilmiştir. Bu anlamda zemin noksan, kusurlu,
gözlem ve sorular da yanlış olunca; doğru bir istikamet tayini mümkün değildir.
Bu yazımda sivil toplum kuruluşları, yasal zemini, devletle ilişkileri, üyelerin konumu ve yapılanma sorunları üzerinde duracağım. Yasal statü, yetki, sorumluluk ve ödevler o kadar karmaşık bir hal almış ki, toprağı tahlil edip, besleyip, nadasa bırakmadan verim almak ne kadar zor ise, bu tür toplumsal yapıları, algı ve zihniyeti tamir de o kadar zordur.
Sivil toplum kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve gönüllü kuruluşlar diye anılan dernek, cemiyet, vakıf, birlik, federasyon, konfederasyon, grup, hareket, platform ve inisiyatiflere
üçüncü Sektör denir. Birincisi Kamu sektörü, ikincisi ise özel sektördür.
Sivil toplum kuruluşları; yasal, şeffaf, özgür, demokratik, katılımcı, çoğulcu olmalı,
seçme ve seçilme hakkı olan tüm üyelerin hakları da eşit olmalıdır.
“Platform, grup, inisiyatif, hareket” kimliği altında oluşan toplulukların yasal bir tüzük zorunluluğu olmasa da, şeffaflık, denetlenebilirlik, güvenilirlik, eşit hak ve sorumluluğun yerleşmesi açısından
birlikte hazırlanılan bir işleyiş tüzüğü olmasında fayda vardır.
Bunun yanında her yasal tüzüğü olan birlikteliği de sivil toplum örgütü olarak nitelendirmek mümkün değildir.
Sivil toplum, kamunun alternatifi, rakibi, düşmanı, yedeği ve paraleli değildir.
Kamu sektörüne, toplumsal işleyişte yardımcı, destekçi, yol gösterici, denetleyici, tamamlayıcı bir ruhla hareket etmelidirler.
Sivil toplum anlayışı, gelişmekte olan toplumlarda istismara uğramış sosyal bir değerdir.
Meslek birlikleri, odalar, baroları, yarı sivil toplum örgütü olarak kabul edebiliriz.
Çünkü kanunla zorunlu olarak kurulmuştur, bu kuruluşlarla üye olmak zorunludur.
Üyelikten ayrılanın mesleğini resmen icra etmesi mümkün değildir. Doyasıyla bu kuruluşlarda üretilebilecek olan öneri, tavır ve fikrin tam hür, özgür, demokratik ve sivil olduğu söylenemez.
Tarikat, cemaat, mezhepsel tabanlı dini birlikteliklerin, sivil toplum örgütü diye tanımlanması;
tam bir akıl tutulması, anayasa ihlali, demokrasi ve sosyal bilimler zihniyetini alaya alma girişimidir.
Bu tür yapılanmaların, yasal olarak, toplumda, yasada, anayasada karşılığı yoktur.
Her inanca, her yurttaşa açık değildir, şeffaflık yoktur.
Kamuoyuna yansımayacak şekilde, kalbi bağlarla örülmüş, spiritüel ve ritüel değerler üretiler.
Örneğin bir apartman yönetimi, sivil toplum örgütü değildir. Çünkü yasal zorunluluk olarak oluşturulmuştur ve başka bir apartmanda ikamet eden bu topluluğa katılamaz.
Sivil toplum anlayışımızda ve ortak yaşam kültürümüzde, iletişim, algı, statü ve davranışsal sorunlarımız vardır. Beklentiler farklılaşabilir ama hedefe kilitlenebilen üyeler bunları sezdirmemeleri gerekmektedir. Bu tür sorunları aşamadığımızdan, geçmişi 100 yıl, 200 yıl geçmişi olan bir dernek ve vakıf tüzel kişiliğimiz bulunmamaktadır.
Sivil toplum örgütlerinde üye ve yönetici olarak görev yapanların yetki ve sorumlulukları ayrıdır.
Bir dernek başkanı; örneklendirmek gerekirse, dernek tüzüğünde personel çalıştırma yetkisi yoksa,
personel istihdam edemez ve varsa da iş sözleşmesini görev süresini aşacak şekilde düzenleyemez.
Sivil toplum kuruluşları, sosyal inisiyatif ruhuyla hareket etse de, iç bünyesinde yönetimin ve üyelerinin, inisiyatif, özel tercih, keyfi kanaat uygulamalarına meydan vermeyecek şekilde yazılı ve uygulanabilir, iç disiplini sağlayacak bir alt yapısı olmalıdır.
Genel kurul üyeleri arasında olsun, yönetim kurulu aralarında olsun madem ki herkes eşit hak, ödev ve sorumluluğa sahiptir. Kimseye özel imtiyaz sağlayacak, ayrıcalık çağrıştıracak konum, unvan ve makamlar verilememelidir. Bu durum, diğer üyelerin gölgede kalmasına, içe kapanmalarına,
taklitçiliğe, alkışcılığa, hazırcılığa yönelmelerine neden olur.
Bir insan mezara girerken hangi unvan ve makam ile giriyorsa; toplantı ve istişare ortamında herkes
aynı yasal statü ile bulunmalı ve görüş beyan edebilmelidir.
“Sayın vekilim, başkanım, bakanım, üstadım, ustam, reisim, baş tacım” ve benzeri hitap ve sunumlar; insani bir sevgi, hürmet izharı olsa da, sevgi ve hürmet dilenciliğini teşvik etmektedir.
Bu hitap şekli, muhatabının özgür, verimli ve samimi düşünce üretimini kısıtladığı gibi, diğer katılımcıların da, geri planda kalmasına neden olmaktadır.
Kurul haricinde ve bir kişinin kafasında oluşan fikirlerin, genel kabul görmüş, onaylanmış, müzakere edilmiş ilkeler gibi sunulması; bilimsel öngörü ve demokratik olgunluğa aykırıdır.
Bu durumda, diğer üyeler, tasdikci noter ve koltuk değneği konumuna düşmektedirler.
“Konuşan bir ülke istiyorum fakat ben konuşurken susan bir ülke istiyorum” yaklaşımı da 19. yüzyılda terk edilmiş, despotik ve şizefronik bir yaklaşımdır. Bunu ısrarla sürdürmek, gericilik nitelemesi ile örtülemez.
Demokratik, etik, yasal ve insani olmayan bir itiraz, tepki ve duyarsız kalma hali; topluluk üyelerini rencide eder, fikir ve öneri üretimini kısırlaştırır.
Üye yapısı homojen olmamakla birlikte, iç işleyiş disiplini ve amaca kilitlenme eylemi benzeşmek zorundadır.
Bu anlatımlar, benim şahsi öneri ve kanaatlerimdir. Zorlama, dayatma ve ısrar içermez.
Daha iyiye kavuşmanın gönüllü çabası gibi düşünülebilir. Yılların gözlem, yaşam ve bilimsel deneyimlerinin bir kısmını yansıtmaya çalıştım.
Karşı görüş, itiraz, öneri ya da ekleme beyanı varsa; gerekçelendirme ve temellendirme, aynı mantıkla olabilecekse dikkate değerdir.
Bir adada iki kişi yaşıyorsa, orada bile ortak kararlar ve uygulamalar geliştirilmesi gerekir.
Hele ki, yaşadığımız ortak alan bir vatan ise çok daha ileri düzeyde yasa/kurul/kural ve sistemlerin
devrede olması kaçınılmazdır.
22.11.2019
Ali Rıza Malkoç
arm.web.tr
#armozdeyis
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.