- 339 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Nisa sûresine ağlayanlar neye ağlıyor?
"Sevginin zıttı nefret değildir. İlgisizlik, kayıtsızlıktır."
Blind filminden.
Hani dizilerde/filmlerde sıklıkla rastladığımız birşeydir: Esas oğlan veya kız, finale yaklaşmışken, farkettikleri bir detayla aslında ne kadar ’sevildiklerini’ veya ’sevdiklerini’ anlarlar. Bazen bir mektup olur bu. Bazen özenle saklanmış bir eşya. Bazen bir kitap. Bazen bir resim. Bazen de hepten "Buna neden duygulandı şimdi?" diye soracağınız abidik gubidik birşey. Ancak filmin başını kaçırmayanlar hemen bağlantıyı kurarlar. O şeyin saklanmasının bir ’ilgi sebebi’ vardır. Yani o şeyi saklamak ancak ’büyük bir ilgiyle’ mümkün olur. Bu ilginin farkındalığına ermek de sevenleri birbirine karşı uyandırır. Bu kadar detaya varan bir anışla anıyorsa birisi diğerini, saklıyorsa, kolluyorsa, o kesinlikle âşıktır. İlgilenmek aşktandır. Eğer kavuşma ümidi kalmamışsa, esas oğlanımız/kızımız, elinde o eftenpüften şey, yana yakıla ağlamaya başlar. Müstakil olarak izlense en saçma görülecek sahne filmin bamteli oluverir.
Bugünlerde hakikatin başını kaçıranlar da bize Kur’an’ın ’neresine ağlanıp neresine ağlanmayacağına’ dair ahkâm öğretmeye çalışıyorlar. Mesela: Nisa sûresi gibi ’evlilik hukukuna’ dair birçok şey öğreten bir sûrenin okunması sırasında hüzünlenmeyi ’cahillik’ olarak görüyorlar. "Cık, cık, cık." Yani demek istiyorlar ki: "Bu işler Kur’an’ı anlamamaktan çıkıyor. Eğer Kur’an’ın ne dediği bilinseydi böyle acayipliklere(!) düşülmezdi. Evlilik, miras veya cihad hukukundan bahsedilen ayetlere hüngür hüngür ağlanmazdı. Çünkü bunlar ağlanacak şeyler değillerdir." Acaba? Acaba öyle midirler? Yoksa böylesi ayetleri dinlerken veya okurken dökülen gözyaşlarının siz ’satıhta kalıcı’lardan aşkın farkedişleri mi vardır?
Dedim ya: Başını kaçırmaktan oluyor bütün bunlar. Başını kaçıranlar nasıl ki filmdeki şah sahneyi "Bu şimdi niye ağladı?" diye saçma buluyorlarsa, bunlar da aynı şekilde, ’başını kaçırdıkları hakikatten dolayı’ o ayetlere ağlamayı ’cahillik’ olarak görüyorlar. Peki ’hakikatin başını kaçırmak’ nasıl olur? Efendim, Kur’an’ı tefekkür ederken hakikatin başını kaçırmak, belagatin temel kaidelerinden olan ’Kim söylemiş’ ile ’Kime söylemiş’i ıskalamakla olur öncelikle. Böyleleri yukarıda ıskaladıkları iki şeye bir de ’Ne makamda söylemiş’i ekleyince ellerinde birtek ’Ne söylemiş’ kalır. Yazık. Yani manayı asıl vücudunu kazandıran dört boyuttan üçü budanmış olur. Kanaat ancak yüzeye tutunur. Derinliği göremez/gösteremez.
Bunu bir misaller açmaya çalışayım: "Kar yağdığında beni hatırla!" diyen eğer sevdiğinizse bir başka hissedişle hislenirsiniz, yok, eğer alacağı habere göre yola arabayla çıkıp çıkmayacağına karar verecek olan arkadaşınızsa başka bir akledişle düşünürsünüz. "Yorulduysan kucağıma alayım!" cümlesi bir annenin ağzından küçük bir çocuk için çıktıysa etkisi başka olur, yok, yeterince hızlı çalışmadığını düşündüğü bir personeline patronu tarafından söyleniyorsa başka. John Lukacs’ın Modern Çağın Sonu’nda verdiği misalle; II. Dünya Savaşı sırasında, Berlin’in ortasında, "Yahudiler Nazilerle eşittir!" diyen bir insana kahraman gözüyle bakılabilir. Ancak birkaç yıl sonra aynı cümleyi Amerika’da kuran birisine tam aksi yönde bakılabilir. Çünkü sözün makamı değişmiştir. Değişen makam anlamla oynar.
Nisa sûresinde ağlamak da zihne bu şekilde yaklaştırılabilir. Evet. Sûrede evlilik/boşanma hukukunun detaylarına dair birçok beyan vardır. İzah vardır. İrşad vardır. Fakat bu beyan-izah-irşad aslında neyin ifadesidir? Rabb-i Rahîm’in bize olan ilgisinin değil mi? Yani kıssanın özü aynıdır: Cenab-ı Hak bize bu ’yol gösterici detayları’ öğretmektedir. Çünkü bizimle ilgilenmektir. İlgilenmektedir. Çünkü bizi sevmektedir. Samed olanın ilgisi sevgisinin delilidir. Bu sevginin şahitliğinde elbette gözyaşı döktürecek çok mana vardır. Kerem vardır. Rahmet vardır. Yücelik vardır. Cömertlik vardır. Azamet vardır. Hidayet vardır. Daha bunlar gibi Allahımızın ne güzel bir Allah olduğunu gösterir birçok okuyuş/hissediş vardır. Tüm bu derunî manalar Nisa sûresinde öğretilen hakikatlerin içindedir. Başını kaçırmayanlar görürler. Velev tam bir şuurla olmasın, en azından bir sezgiyle, isimsiz hislenişle, hissederler.
Cahillik ağlayanın değil. Cahillik bu meselde derinliği bilmeyenlerin boğulanlarla alay etmesi türünden birşey. Bir empati yoksunluğu. Bir kibir. Bir yüzeyleşme. "Bugün dininizi tamamladım!" ayeti gibi bir müjdeyi duyunca Ebu Bekir radyallahu anhın neden hüngün hüngür ağladığını anlayamayanlar, Nisa sûresi gibi sûreleri okuyunca/dinleyince sâfî kalpli mü’minlerin neden ağladığını da anlayamazlar. Körlük aynı körlüktür çünkü. Sathîlik aynı sathîliktir. Onun ’din tamamlanınca peygamberinin gideceğine’ uyanması Ebu Bekirce derinliğinin işidir. Devliğinin işidir. Nisa sûresine bakıp Âlemler Rabbi’nin kullarına duyduğu ilgiyi/şefkati anlamayanların vurdukları kara da aslında kendi sahilleridir. Kendi cahillikleridir. Öyle ya. Kadim bir söylencedir. Bilmediğini bilmeyen bilmediğini bilenden daha cahildir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.