- 706 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
KURBAN
KURBAN
O gün bir başka sancıyordu kalbi genç adamın. Efkarına gem vuracak cevaplar arıyordu yine zihninde…Özlemekten yorulan kalbinin çarpıntısı dinmek bilmiyordu. Islak gözlerinin buğusuyla seyrettiği manzaradan dalıp gitmişti uzaklara. Homurdanmak istercesine kabaran göğsünü derin bir nefes alarak bastırdı. Sonbaharın esintili havasını sonuna kadar içine sıkıştırdı. Nefeslenmek içinse daha çok çaba harcamalıydı. Daralmıştı ve rahatlamaya can atıyordu.
Sanki içinde aklından geçenlerin kalbine aktığı hüzünlü düşünceleri duyan biri vardı. Kır düşmüş saçlarının arasında dolaştı parmakları bir müddet...Sonra adeta dışarıda sicimle yağan yağmurun temposuyla yarışmaya başladı kalp atışları. Yokluğunu çektiği şey neydi sahi? Yıllarca göğsünde öğüttüğü dert harmanını çıkınlarına koyup kaldırmalı değil miydi? Eskilere dair her dinlediği şarkıyı bile dürmek istediği günler uzak değildi bu ana. Eskiden iştiyakla sevdiği ile okudukları eski kitaplarıyla beraber çıldırtan yalnızlıklarını, içini harlatan hasretlerini eskicilere hibe etmişti ya….Daha nasıl esarete düşerdi ki? İnanması güçtü bu durumunun. İnsan kendi içinde hissiyatıyla düğümlenirmiş meğer. Hem ne düğümdü ondaki. Kördüğüm olmuştu adeta. Her şeyin anlamı kalbinden sökün eden hicran ıstırabıyla karışmıştı. Aklından çıkaramadığı olayları sıvadığı sis bulutu hep gözlerinin önünde hazır durumdaydı. Onun elleriyle dokunmak istediği o güzel şeylerse sanki ona Kaf dağından gülümsüyorlardı. Vuslat başka baharaydı galiba…
İnsan acziyet mevkisinde ne de sönüktü...Soluduğu hava bile ondan firar etmek içjn bahane arar gibiydi. Rüzgarların gökyüzünde salıncaklar gjbi sağa sola salladığı uçurtmalara benzetti kendini. O anda biri ona üfürse düşecekti bedeni. İnsan mesuliyetini unutmaya ne kadar da meyilliydi. Onu bekleyen ne çok iş vardı oysa. O ise her şeyden kendini sıyırmış kalbinin götürmesini beklediği yerin ardına düşmüştü. Soyutlandığı bu dünya hem yalan hem de oyundu bu anlamda. Varlık ve yokluk uçurumlarında zikzaklar çizdiği muhakkaktı. Varlığını ispatlayacak şeyler arıyordu zihninde. Birden şüpheler poyrazlarla savruldu zihnine.
Ya yoktuysa...Ya bir vahaya sarılı hülyaydıysa.. Ya onu gidip bulduğunda şaşırtacak bir şeydiyse...Geçmişe hizalandı bütün ruhuyla bir anlık için. Annesi gözlerinin içine bakarak gülümsüyordu ona. “Yine mi beceremedin evlat hayata asılmayı? Ben sana demedim mi yırtıcı ol al hakkını diye? Hayatın acıması yoktur evlat! İnsanlarsa vefasız ve intikamcıdırlar. Senin mülayimliğin başına dert açar durur. Heyt de oğlum heyt de! Sesini yükselt yavuz ol! Yavuz ol …Baban gibi Yavuz ol!...”
O sesle irkildi hemen. Alnından akan terleri silmeye yeltenmedi. İçinden gelen buhranlı sıcaklığı sonuna kadar hissediyordu. Kendini umutsuzluk çukurlarında kıvranırken buldu. Onun ulaşmak istediği yaşamdan alıkoyan o çetin yokuşu aşmalıydı. Annesi haklıydı. Mülayimliğinin başına açtığı belalar az sayılmazdı. Onun savrulan cismini değersizleştiren sebepleri tesbit etmeli ve bunlara yol vermemeliydi. Aklına gelenler başına gelmemeliydi artık. Elleri boş, kalbi kırık kalmamalı, aklın yolu bir…Evet, o ışıklı yola varmanın bir yolunu bulmalı…Bir kuş kanadından gelecek ferahlığa muhtaçtı şuan. Penceresine koyduğu begonya çiçekleri gibi açtıkça sevinecekti hayal dünyasını yazdığı defterinin sayfalarını bir bir…Onları yaşamalıydı şimdi. O kağıt parçalarında kalmamalıydı düşlerinde hissettiği duygular…
Olamazdı...Olmamalıydı… Yıllar yılı uğruna deli divane olduğu bu emel içi bos bir ütopya olmamalıydı...Kendi kendine derin bir ic çekti sonra. Pijamalarını giyinmek ve ayaklarını uyluklarına doğru çekip uyumak için eve gitmeye can attı o anda. Adımları fener alaylarında yürüyen askerler gibiydi...Rap rap rap rap...Yol bitecek gibi değildi. Hızlandı hem de sabırsızlıkla hızlandı. Eve varmaya üç metre kalmıştı ki bir de ne görsün... Hayalini süsleyen o harika yüz karşı kaldırımda ona sesleniyordu. Hem de ismiyle... Hem de dudaklarını ay gibi parlatan tebessümle...Aklı başından gitmişti adeta. Hiç düşünmeden koy verdi kendini geniş caddeye süratle. Kadın elindeki mendili ona uzatmaz mı tam o esnada. Adam sevinçten ölecek gibi oldu, sarsıldı. Ayağının tökezlediğini fark etmeden düştü yere hem de yüz üstü. Onun düşüşüyle ani bir fren çığlığı duyuldu. Etrafta başka bir araç yoktu. Onu ezen otomobil sürücüsü arabadan bile inmeden gaza basmış caddeyi yarılamıştı.
Gözleri göğe dikilen adamın son sözü ağzında kala kalmıştı. Dudakları solgunlaşmış ve kıpırdamaz olmuştu. Hareketsiz kalan bedeninden akan kırmızı kanın yolun aşağısına doğru akmasıyla sağ bacağı sallanır gibi oldu. Öldüğü besbelliydi ama yinede çevresindeki insanlar acil yardım çağırmışlardı. Ambulansın o korkunç çığlıklar atan sireni bile onu uyandırmamıştı. Sahiden de uyanmıyordu. Bir kaç dakika sonra çevresine toplanan meraklı kalabalık sorular soruyordu:
_Öldü mü? Baygın değil miymiş?
_ Vah vah! Kimmiş? Tanıyan bilen var mıymış?
_Allah rahmet eylesin…Pek te gençmiş…elli dememiş belli…
_Fena ezilmiş abi! Ah sarhoş şoförün aklı kaymış işte…
_Adam da dikkatsizmiş demek ki…
_Kader gülmemiş yüzüne bak işte şimdi de şaftı kaymış abimin.
_Şuna bakın efendiler! Adam hayat kurbanı gören gözlere…
Sayısız yorumlar yapıldı belkide o günden sonra ardından. Meçhul yolun gerisindeki adamın bilinmeyen hikayesi ancak bu kadar anlatılabildi. Gerçeği mi? Onu Allah’tan ve yerdeki cansız cesedin sahibinden başkası bilemezdi…
Ayşe Ciplioğlu Kaş
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.