- 1394 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
***
#################
#######
####
#################
#######
#####################
#######
#####################
#######
#####################
#######
#####################
#######
####
#################
#######
#####################
#######
#####################
#######
#####################
#######
####
YORUMLAR
Öncelikle, 40 yıldır mükemmeliyetçi olmamakla övünen ve fakat daha da kötüsü tam bir gizli mükemmeliyetçi olan zihnimi yazının tamamına tek tek cevap vermemek için zor tuttum. Ama tuttum. Sonrasında bir bilim insanı olmadığım, copy paste'ı da pek sevmediğim için sadece kendi deneyimimi özetleyerek (!) anlatmaya çalışacağım..
Dediğim gibi bilimle ilgilenmiyorum. Hem ilgilensem de son 4 yılda deneyimlediğim şeylerin yani bilimin henüz kabul etmediği (ve belki de ticari nedenlerle uzun süre daha etmeyeceği!), fakat bir fenomen olarak inkar edilemez şeylerin, sözde bilimsel çarelerin çaresizliklerini aşarak insanlara olan faydasına şahit olduğumda artık neyin bilimsel neyin değil olduğunun pek de önemi kalmadığına karar verdim. (Gerçekten yayınevleri haklı, kısa cümleler kurmak lazım🤦🏻♀️)
Daddy issues, mommy issues, oidipus, electra; artık Allah ne verdiyse sendrom olarak, bilişsel çarpıtma olarak yani her neyse tüm bunlar (algılar dahil) hepsini yerinden oynatmak, değiştirmek ve yerlerine yeni inançlar koymak elbette mümkün. Burada değinmeyeceğim fakat bunlar için terapistlerin alet çantasında oldukça yeterli enstrümanlar var(üstelik sadece psikoterapistlerin değil!).
Tam da burda hazreti Jung'u anmadan geçemeyeceğim; "Siz bilinçaltınızı bilince dönüştürene kadar, o sizin hayatınızı yönlendirecek ve siz ona kader diyeceksiniz.” buyurmuşlardı efendimiz. Ne kadar yakışıklı bir cümle, öyle değil mi..
En az Jung kadar yakışıklı olan bir başka hazret ise geçen ay kaybettiğimiz sevgili Bert Hellinger'di. Ben işte Jung gibi az biraz bilimsel olmaktan ziyade Bert baba gibi "bilen alan"ın müdavimlerindenim. Bert babanın harika fikirlerinden biri de şu: (özellikle daddy issues için söylediklerinizi hatırlatarak bunu söylüyorum) diyor ki, hatıralar, taraflı ve değişkendir. Hatıralar gerçeği yansıtmadığı gibi genellikle (psikoterapilerin, freudyen yaklaşımların fişteklediği gibi!) suçlamalar üzerinden çalışır. Anne baba çocuğuna 20 boyunca bakar ve o içinden sadece 5-6 tane suçlayıcı anı seçer. Ve unutulan şey şudur; konu genelde iyi bitmiştir (aksi de mümkün tabii). Yani ne demek istiyor, annesi onu doğmadan aldırmak istemiştir ve bunun travmasını taşır; fakat annesi onu DOĞURMUŞTUR İŞTE. Yani iyi bitmiştir..ama bu hatırlanmaz. Bert sonrasında beni en etkileyen şeyi söylüyor, buraya dikkat; "hatıralarımız bizim ruhsal silahlarımızdır..ve biz burada (aile diziminden bahsediyor) silahsızlanıyoruz.."
Silahsızlanmak.. işte bu gerçekten büyümek demek. İnsan olmak demek. Yola devam etmek demek. Bu anlamlı olan her şey demek (bana sorarsan..).
Kimin lafıydı (muhtemelen bu bahsettiğim 2 yakışıklıdan birinin olabilir, şimdi unuttum ama manası kalbimde tam); sorunlu ebeveynlerin çocuklarına verdikleri zararın boyutları, çocuk büyüdüğünde biter. Çünkü çocuk büyümüş, yetişkin olmuş, kendi hayatının sorumluluğunu eline almıştır. Artık ebeveynlerine bakıp sızlanmaya hakkı yoktur.
Evet, ben de bu sendromların ekmeğini yedim ve daha da yiyecek gibiyim.. inşallah daha da yerim. Bir farkla, benim tercihim "silahsızlanma".
Selâm
Konsantre Karanlık Madde
Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Ancak şunu belirtmeliyim ki yazdıklarım tek tek cevap verilmesi gereken, akademik çerçevede makaleler değil. Ben, dediğimiz şey 5 duyu ile algıladığımız dünyadan başkası değil. Ben dediğim ben ise 'mommy issues' stigmasını hak eden birisiyim. Kimseyi çuvaldızlamıyorum ancak kadınlar konusunda hayli tecrübeli bir adam olarak bildiklerimi, redditten ilk okuduğumda adı konulmamış gözlemlerime bir isim koyarak incelemeye devam ederek elde ettiğim verileri yazıya döktüm.
Genler gibi bir durum biraz bu, genlerin de etkilediği. Benim gibi annesinden 0-2 yaş arası ayrılmış bir arkadaşım kadınsız, herhangi bir kadınla telefonda dahi mesajlaşmadan, konuşmadan yapamazken, ben de kadınla yapamayan bir adamım mesela. ALgı ve genlerden başka bir sebep yoktur sanırım aramıza bu farkı koyan.
Bilime saygım büyük ancak gezegenimizdeki bilim sektörüne hiç ama hiç inanmadım. Hele hele psikiyatrist, psikolog gibi şarlatanları hiçbir zaman ciddiye almadım. Çok da erken yaşta tanıştım kendileri ile. İlk kez 7 yaşında botlarıma küfür ettiğim için gittim. Bu durum Jung'u sevmeme hiç engel olmadı yine de.
Bilgisayar bilimi, fizik bilimi, kimya bilimi, matematik bilimini görmezden gelmek şirktir bana göre. Sorun dediğim gibi sektöriyel bir hal alması. Pazarlanıyor olması. Bir ürünün oluşumunda kullanılarak pazarlanması değil, bu zaten olması gereken, menfaate dayalı yanlış yönlendirmeler kast ettiğim.
Freud'un burnuna tozu doldurup doldurup ortaya attığı fikirleri hiç savunmadım. Dediğim gibi, psikologlar ve psikiyatristlerde büyüdüm, zerre kadar faydalarını görmüş kul da değilim. Hatta daha çok kendisine atıflar yapıp duran Lacan'ı severim ama onu da çok sosyalist bulurum. Yine de anti psikiyatr tavrı gerçek, doğru en azından.
Bert Hellinger'ın dediklerine gelince; zaman dediğimiz şey bir insan için; a olayını ya da olgusunu düşünürken, 5 dakika sonra b olgusunu ya da olayını düşünürsek işte zaman o zaman geçmiş oluyor bende. Statik olarak algılamasam da algılamaya çabalıyorum diyelim. Gerçekten de ne kadar çok şey düşünürsem o kadar çabuk geçtiğini gördüm dakika denen, saat denen şeylerin de. İnsan belleğinde tecrübeler arttıkça zamanın da daha hızlı geçiyor hissine kapıldığımızı California'da muhtelif üniversitelerde kanıtladılar çokça. Yani ben de algımız tertemizken, neredeyse hiçbir kuralla kısıtlanmıyorken edindiğimiz tecrübelerin çok ama çok önemli olduğunu düşünüyorum, Freud, psikoloji, psikiyatriden bağımsız olarak. Psikolojiyi hiçbir zaman bilim olarak görmedim, psikiyatri bir bilimdir, ne kadar doğruya hizmet etmese de. Tıp zaten düşünülmesi gereken, ambleminde bile sürüngenlerin olduğu bir alan. Hiç bunlara girmeyeyim burada.
Madem çuvaldızlamıyorum dedim, biraz kişiselleşeceğim izninizle. Annem gerçekten iyi bir kadındır. Öğretmen, bizim için gecesini gündüzüne katmış, fedakar, vefakar, kolay pes etmeyen(hele konu ben ve kardeşim olunca), kendisinden verirken hiç düşünmeyen bir kadındır. Sevgiyi algılama ve gösterme konusunda ciddi sorunları var fakat. Mesela iki köpeğimle karşılaştığında, erkek köpeğim tüm kadınlara hayrandır, hayran hayran sevgi ile anneme bakarken 'hain hain bakıyor' dediğini duyduğumda aslında hain hain arkadan bakan kızımdı. Çok sevgi dolu bakıyordu oğlum oysa. Bunu örnek olsun diye anlattım. Bu durumun üstüne çokça konuştuk kardeşimle. Sorunun annesi olduğuna emin olduk. Annemin annesi ise 13 yaşında babasını kaybetmiş, üç abisine annesi ile bakmış, abileri de kendilerine ekonomik olarak bakarak yetişmiş bir kadın. Yani maalesef ki almak ve vermek dengesini maddi olarak almak ve maddi emeklerle tükenerek olduğu algısına yerleşmiş ve çocuklarını da bu algı çerçevesinde büyütmüş birisi. Bazen de oğulda görünmeyen şey torunda görünür. Ama o durum genetik, sizce genler bu kadar aktarılıyorken, algı ve duygular aktarılmıyor mu? Nesilden nesile aktarılabilen bir şey, 20 - 30 yıl gibi bir sürede nasıl insanın algısından silinebilir ki?
Böyle şeyleri yazarken, fikirlerine değer verdiğim olgun ya da yaşlı bir ruh okur da üstüne alınır belki diye çekinceler içinde yazarım, bir çoğunu da yazmam. Burada başıma gelmiş sanırım... (:
Çözüm mü? Pek rasyonel bir çözümü yok böyle durumların. Sadece ürememek. İş işten geçmedi ise...
Sevgilerimle.
Konsantre Karanlık Madde
Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Ancak şunu belirtmeliyim ki yazdıklarım tek tek cevap verilmesi gereken, akademik çerçevede makaleler değil. Ben, dediğimiz şey 5 duyu ile algıladığımız dünyadan başkası değil. Ben dediğim ben ise 'mommy issues' stigmasını hak eden birisiyim. Kimseyi çuvaldızlamıyorum ancak kadınlar konusunda hayli tecrübeli bir adam olarak bildiklerimi, redditten ilk okuduğumda adı konulmamış gözlemlerime bir isim koyarak incelemeye devam ederek elde ettiğim verileri yazıya döktüm.
Genler gibi bir durum biraz bu, genlerin de etkilediği. Benim gibi annesinden 0-2 yaş arası ayrılmış bir arkadaşım kadınsız, herhangi bir kadınla telefonda dahi mesajlaşmadan, konuşmadan yapamazken, ben de kadınla yapamayan bir adamım mesela. ALgı ve genlerden başka bir sebep yoktur sanırım aramıza bu farkı koyan.
Bilime saygım büyük ancak gezegenimizdeki bilim sektörüne hiç ama hiç inanmadım. Hele hele psikiyatrist, psikolog gibi şarlatanları hiçbir zaman ciddiye almadım. Çok da erken yaşta tanıştım kendileri ile. İlk kez 7 yaşında botlarıma küfür ettiğim için gittim. Bu durum Jung'u sevmeme hiç engel olmadı yine de.
Bilgisayar bilimi, fizik bilimi, kimya bilimi, matematik bilimini görmezden gelmek şirktir bana göre. Sorun dediğim gibi sektöriyel bir hal alması. Pazarlanıyor olması. Bir ürünün oluşumunda kullanılarak pazarlanması değil, bu zaten olması gereken, menfaate dayalı yanlış yönlendirmeler kast ettiğim.
Freud'un burnuna tozu doldurup doldurup ortaya attığı fikirleri hiç savunmadım. Dediğim gibi, psikologlar ve psikiyatristlerde büyüdüm, zerre kadar faydalarını görmüş kul da değilim. Hatta daha çok kendisine atıflar yapıp duran Lacan'ı severim ama onu da çok sosyalist bulurum. Yine de anti psikiyatr tavrı gerçek, doğru en azından.
Bert Hellinger'ın dediklerine gelince; zaman dediğimiz şey bir insan için; a olayını ya da olgusunu düşünürken, 5 dakika sonra b olgusunu ya da olayını düşünürsek işte zaman o zaman geçmiş oluyor bende. Statik olarak algılamasam da algılamaya çabalıyorum diyelim. Gerçekten de ne kadar çok şey düşünürsem o kadar çabuk geçtiğini gördüm dakika denen, saat denen şeylerin de. İnsan belleğinde tecrübeler arttıkça zamanın da daha hızlı geçiyor hissine kapıldığımızı California'da muhtelif üniversitelerde kanıtladılar çokça. Yani ben de algımız tertemizken, neredeyse hiçbir kuralla kısıtlanmıyorken edindiğimiz tecrübelerin çok ama çok önemli olduğunu düşünüyorum, Freud, psikoloji, psikiyatriden bağımsız olarak. Psikolojiyi hiçbir zaman bilim olarak görmedim, psikiyatri bir bilimdir, ne kadar doğruya hizmet etmese de. Tıp zaten düşünülmesi gereken, ambleminde bile sürüngenlerin olduğu bir alan. Hiç bunlara girmeyeyim burada.
Madem çuvaldızlamıyorum dedim, biraz kişiselleşeceğim izninizle. Annem gerçekten iyi bir kadındır. Öğretmen, bizim için gecesini gündüzüne katmış, fedakar, vefakar, kolay pes etmeyen(hele konu ben ve kardeşim olunca), kendisinden verirken hiç düşünmeyen bir kadındır. Sevgiyi algılama ve gösterme konusunda ciddi sorunları var fakat. Mesela iki köpeğimle karşılaştığında, erkek köpeğim tüm kadınlara hayrandır, hayran hayran sevgi ile anneme bakarken 'hain hain bakıyor' dediğini duyduğumda aslında hain hain arkadan bakan kızımdı. Çok sevgi dolu bakıyordu oğlum oysa. Bunu örnek olsun diye anlattım. Bu durumun üstüne çokça konuştuk kardeşimle. Sorunun annesi olduğuna emin olduk. Annemin annesi ise 13 yaşında babasını kaybetmiş, üç abisine annesi ile bakmış, abileri de kendilerine ekonomik olarak bakarak yetişmiş bir kadın. Yani maalesef ki almak ve vermek dengesini maddi olarak almak ve maddi emeklerle tükenerek olduğu algısına yerleşmiş ve çocuklarını da bu algı çerçevesinde büyütmüş birisi. Bazen de oğulda görünmeyen şey torunda görünür. Ama o durum genetik, sizce genler bu kadar aktarılıyorken, algı ve duygular aktarılmıyor mu? Nesilden nesile aktarılabilen bir şey, 20 - 30 yıl gibi bir sürede nasıl insanın algısından silinebilir ki?
Böyle şeyleri yazarken, fikirlerine değer verdiğim olgun ya da yaşlı bir ruh okur da üstüne alınır belki diye çekinceler içinde yazarım, bir çoğunu da yazmam. Burada başıma gelmiş sanırım... (:
Çözüm mü? Pek rasyonel bir çözümü yok böyle durumların. Sadece ürememek. İş işten geçmedi ise...
Sevgilerimle.
vegan âtıl balina
saygımla çok.
Konsantre Karanlık Madde
Çok teşekkür ederim muteber değerlendirmeler için.
En içten saygılar benden!