- 444 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
FUAT'IN FORSU DAMA ATILDI HANIIIIM !
FUAT’IN FORSU DAMA ATILDI HANIIIIM !
Yazın son günlerine gelinse de sıcaklar mevsim normalleri üzerinde gidiyor, insanlar gölgelik yerler arıyordu. Saat öğleden sonra beş olup daireler mesai bitimi dağıldığında Ankara Caddesi bayağı kalabalık olurdu. Kiminin işi vardır aceleyle oradan ayrılırken, kimileri de ağır ağır yürüyerek şehir merkezine doğru gölgelik yerleri takip ederek göz ucuy-la yarenlik yapacak arkadaş arardı.
Zümrüt Pasta Solonu kapısında beş ya da altı arkadaşın kahkahaları ve gülmekten dizlerine vurmaları yoldan geçenlerin dikkatini çekerdi.
Pastahane, Ankara Caddesi cephesinde olup şimdi ki Ahi Evran Türbesi ile cadde üstündeki parkın bir bölümü buranın yazlık bahçesiydi. O gün grup arkadaşlarından pastahane önüne ilk önce Bıyıklı Garip gelip oturdu. Gelen garsona bir ufak çay söyledi. Az sonra Adliye personeli dağıldı, çoğu emekliliği yaklaşmış veya geçmiş savcı ve hakimler de günün stresini atmak için acele acele pastahanenin yolunu tuttular. Selam, hoş beş derken onlar da gelen garsona yiyecek, içecek gibi siparişlerini verdiler. Günün nasıl geçtiğinden, şundan, bundan bahsetseler de muhabbetin tadı tuzu Fuat, daha henüz teşrif etmediğinden kendi konuşmalarından bir zevk almıyorlardı.
Pastahane sahipleri gerek Hasan Yavuz, gerek Ali Bakla veya Karacaören’li Hasan Çalışkan, Ethem Cihan onların durgunluğunu gidermek, bir nebze olsun şeneltmek için sağdan soldan bahsetseler de Fuat’ın boşluğunu dolduramıyorlardı.
Bıyıklı Galip, birden karşıdan gelen hafif beli bükük, kır başlı, kırmızı benizli birini görünce “aha o geliyor” diye sevinçle ellerini havaya kaldırdı. Hemen Fuat’ın boynuna sarılıp, “Gözlerimiz yollarda kaldı bizi merakta bırakma, randevuya vaktinde gel, kendini ağıra satma” dedi.
Birer kulüp sigarası dağıtan Galip, “anlat Fuat niye geciktin” diye sorarken onun ağızdan dökülecek bal tanelerini merak ediyordu.
Fuat anlatmaya başladı. Devir İnönü devri... sigarasından bir nefes çektikten sonra ağırdan ağıra “Bir köye giden aşar memurları köylüyü, “Neyin var neyin yok beyan et, ona göre vergi alacağız” diye toplar.
Fuat sigaradan bir nefes daha çekti.
- Az sonra herkes beyanda bulunup dağılır. Memurlar elde liste köyü ev ev gezip sayım yapıyor, ne kadar aşar çıkacaksa hesap yapıyorlardı. Sıra bir adamın evine gelir, sayım yapılıp çıktıklarında odadan bir eşek anırtısı duyulur. Sesi duyanlar tekrar dönüp odaya dalarlar. Yatakta üstü yorganla örtülü kulakları gizlenmiş biri yatmaktadır. Listeye bakarlar orda ki kayıtta bu yataktaki eşek yoktur. “Yataktaki kim” diye soran memurlara vergi vermekten bu yolla kurtulacağını sanan adam, “Babam” der.
Gülüşmeler baş, diz dövmeler, ağzındaki sigarayla dudağını yakanlar, eli yüzü gülmekten kızarırken öksürük tutup nefessizlikten moraranlar...
Fuat’ın cümlesi bitmemiştir, uzattıkça uzatıyor bir yandan pastacı Ali Bakla’ya Bıyıklı Galip’i işaret ediyordu. Galip prostat hastası olduğundan sık sık tuvalete çıkar, ama Fuat’ın lafının bitmesini beklediğinden gidememekte, bunu bilen Fuat da lafı uzattıkça onu altına yaptıracaktır. “Fuat yine en sonunda yapacağını yaptın” diyen Galip altına kaçırmıştır. Önü ıslanıp müsaade isteyen Galip’e git de değiş, çabuk gel derken gülüşmeler diz boyundadır.
Bu gülüşmeler, şakalaşmalar gün boyu devam eder gider,lafların birbirine karşılıklı dokundurulması kimseyi rahatsız etmezdi.
Fuat,Toprak Mahsulleri Ofisinde memurdu. Şakacı, nüktedan, sözleri kimseye dokunmayan, adeta ofiste çalışanların onu dinlerken ağızlarının suyunun aktığı, işini gücünü unutmalarına sebep olan bir kişi idi. Bu durum gerek Fuat’ın, gerekse çalışan işçilerin işi aksatmalarından dolayı müdürden fırça yemelerine neden oluyordu.
Zamanla ofise Ankara’dan bir Karacaören’li tayin olup geldi. Adam ilk geldiğinde acemi bir kuş gibi gözüküp müdürü, memurları, işçileri tek tek gözden geçirip huylarını öğreniyor, bunu da kimseye belli etmemeye çalışıyordu.
Eset zamanında köyünden çıkmış, Ankara’da işe girmiş, yaşlanmaya yüz tutunca da memleket hasreti ağır bastığından Kırşehir ofisine tayinini çıkartmıştı. Ofislerdeki çalışma ortamına alışkan olduğundan oraya kısa sürede adapte oldu. Fuat’ın konuşmalarını dinliyor, bazen söze karışıyor, bu yüzden Fuat’ın lafı havada kalıyordu.
Güya zamanın birinde anası Topal Asiye’yle mantar toplamak için dağa yatıma gitmişler, sabah uyandıklarında evlekten çıkan mantarlar altlarındaki döşekle beraber onları havaya kaldırasıymış.
Köyde ki tarlalarında iki yüz dönüm mercimeği, üç yüz dönüm buğdayı ekilesiymiş.
Eğer bu dediklerine inanmayanlar çıkarsa gidip çarşıda gördükleri herhangi bir Karacaören’liye sormalarını, yalanı çıkarsa ‘yüzüne tükürmelerini’ tembihlemesi kendince oradakilerine güvencesini artırıyor, yavaş yavaş kalabalığı kendi etrafında toplamasına neden oluyordu.
Bu durum karşısında ister istemez Fuat adeta yalnızlığa itiliyor, bu da onun yaşam tarzlarını etkiliyordu. Bir başka günde de Eset, “Karacaören Yayla Bağlarına bu yıl beş yüz dönüm ceviz ektim” diye söze başlamıştı ki, tek başına sigara tüttüren Fuat oturduğu yerden hışımla kalktı. Adeta yalnızlıktan gözleri kızarmıştı.
“Yalan söyleme dürzü o köyü ben çok iyi bilirim, kim de o kadar tarla ve bağ var, hepsi bölük buçuk. Sigarasından bir öfkelik daha nefes çektikten sonra ”Ula Murat kalk git sana benden izin, bunun aslını öğren gel” diye orada çalışan Yozgatlı Murat’a ( emekli olunca tespih satan sağlamcı) görev verdi. Murat çarşıda sordu, soruşturdu. “Vallahi Eset az bile demiş, söylemiyor ama dedikleri tarlasının yarısı bile değil, diyen Karacaörenli Kara Sali, Hamid’in Ali, Pastacı Hasan Çalışkan, Öğretmen Kemal Akpınar’ın sözlerini Fuat’a iletti.
Bu kişiler, “Hayır Eset yalan söylüyor” deseler ellerine ne geçecekti! İşini sağlama alan Eset, sırf Fuat’a “gıcık olsun” diye salladıkça sallıyor, adeta onu sinir küpü ediyordu.
Dairede konuşacak adam bulamayan Fuat’ın başı oraya sığmıyor, konuşmamaktan çatlıyor, ofiste sıra bekleyen insanlarla muhabbet etse de buğday teslim de adı okunan adamın yanından ayrılmasıyla lafı havada kalıyordu. Başındaki kalabalığa laf yetirmeye çalışan Eset’e arada gıpta ile bakıyordu.
Pastahaneye arada bir uğrasa da arkadaşlarını eskisi gibi gülüp eğlendiremiyordu. Onlar da Fuat’taki bu değişikliğin nedenlerini araştırıyorlar, bir derdi varsa çare olmaya çalışmanın, bunu öğrenmenin gayreti içine giriyorlardı. Arada bir iki duble atan, arkadaşlarının içinde bulundukları stresten onları bir an çekip alan neşeli Fuat gitmiş, yerine başka biri gelmişti. Arkadaşları bunu ona çok kez sorsalar da atlatma cevaplarla onları geçiştiriyor, derin derin düşüncelere dalıyordu.
“Ailesiyle bir sorunu mu var gidip hanımından bunu öğrenelim” diye harekete geçseler de “karı-koca arasına girilmez, belki durduğumuz yerde bir pot kırarız” diye bundan vazgeçiyorlardı.
Fuat artık eskisi gibi iş çıkışı pastahaneye uğramıyor, kafası yerde evine gidip geliyor, dalgınlığından verilen selamları görmüyor ya da onlara selam vermiyordu.
Komşuları ve tanıyanları da Fuat’taki bu değişikliğin sebebini öğrenmeye çalışıyorlardı. Bu değişiklikler başkalarının dikkatini çeker de hanımının dikkatini çekmez miydi. Kadıncağız bu şen, şakrak, şakacı, yıllarca aynı yastığa baş koyduğu hayat arkadaşının “acaba kendisinden bir şikayeti mi vardı da evde sessiz, somurtkan oturuyor” diye düşünüyordu. Önceleri çarşıda bir iki duble atıp gelen adam şimdi elinde bir ufak rakıyla eve geliyor, yemekten sonra oturduğu masada kadehle konuşuyor, dertleşiyor, bitirince de sessizce yatağına girip yatıyordu. Günlerce devam eden bu durum hanımının sabır melekelerini zayıflatmış, nedeni ne olursa olsun bunu öğrenme derdine düşmüştü. Durumu çocuklara belli etmiyor, ama Fuat’ın eskisi gibi onları sevip okşamaması, dersleriyle ilgilenmemesi, okul aile birliği toplantılarına katılmaması bardağı taşıran son damla olmuştu.
Akşam evde oturdukları bir vakitte her ne pahasına olursa olsun tüm cesaretini toplayıp, “Fuat, fazla konuşmayacağım, günlerdir beni kahreden sendeki bu derdin sebebini anlatmazsan kahrımdan şurada çatlayıp öleceğim” deyiverdi.
Fuat dalmış olduğu derin düşünce aleminden biraz uyanır gibi oldu. Gözlerini hanımının gözlerine dikti, “Hanım sen benim eşimsin, şu yemin üstüne olsun ki bendeki bu halin sen ve çocuklarımla hiçbir ilgisi yok” diyerek olayları olduğu gibi anlatırken günlerdir bunlardan kendine pay çıkarıp karanlık düşüncelerde olan hanımının duyduklarıyla yüzü pembeleşmeye başlamıştı. “Benim derdimin tek sebebi daireye Ankaradan tayinle yeni gelen Karacaören’li Topal Asiye’nin oğlu Eset! ESET FUATIN POSTUNU DAMA ATTI HANIIIIIM !
ERDOĞAN ÇALIŞKAN 12 01 2012 KIRŞEHİR GERÇEK YAŞANMIŞLIKLAR
NOT: Öyküleri şahısları küçük düşürmek mirasçılarını rencide etmek için yazmadım.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.