- 366 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Uygarlık Ve İnsan 9
Öyleyse El rızkları dilediği gibi dilediğine verirdi. Yani El ’in rızk anlayışı kimine var, kimine yoktu. İşte bu anlayış o günden bugüne mevzuattı ve meşruiyetti. Haktı hukuktu. Sahiplik devletti devletli olmak sahiplikti. Adalette devletin yani mülkün temeliydi.
Mülk, devlet demekti. Ama bu günkü gibi kurumları olan siyasi anlayışla ortaya konan merkezi bir yönetim demek değildi. Tamamen mülkü olan ve mülksüz olmakla mülk sahibinin mülkünde çalışacak olan köleleri bulunmakla yöneten; kölesine ekmek veren, rızk veren lütfeden sahiplikti.
İşte bu lütfeden sahiplik lütfundan (malından mülkünden dolayı) devletliydi. Şevketliydi. Sahiplik yönetme gücüydü. Bugünkü sınıfsal yapısı içinde siyasi birlik olan devlet ve adaleti de bu eski yasayı gözetmekle kimine var kimine yok olan eski yasayı kendi adaleti kılmıştı.
Adalet olmazsa devlette olmaz diyordu. Yani kimine var olan mülkün bu köleci başlangıç yasasına sıkı sıkı bağlılığa, adalet diyordu. Sahipliğin kullandığı güce adalet deniyordu. Sahiplik güçtü. Sahiplik karşısındaki mülksüz oluş güçsüzlüktü.
Zamanla güçsüzler pusa yıla cesaret ederekten güce karşı mücadele vermeye başladı. Güce karşı verilen bu mücadeleye ile gıdım gıdım kazanımlar elde etti. Bu kazanımlar mücadelesine demokrasi dendi. Köleleşen bir yapınız olmasaydı bunun demokratik mücadelesini veren yapınız da olmayacaktı.
Uygarlık ve insanlık bundan sonra kimine var kimine yok olan sürecin adalet ve hukuku içinde olmakla sentezli uygarlık sürecine devam edecekti. Uygarlık artık kimine var olan kimine yok olan mülkün temeli olan adaletle vardı.
Köleci uygarlık ve köleci insanlık içinde adalet mülkün temeli yapmıştır. Aslında insan da yoktu efendi ve kullar vardı. El manalı öznellik içinde ilk paylaşım kavgasını veren öznellik, kendi yansımaları kendi köleci dengeleri üzerine oturan deneyimlerden hareketle yapılan ahit ve adaletlerdi.
Vaat ve ahitlerin gel git yapan nizaları içinde biriken tecrübeler giderek aktarılan deneysel gelenekler bu köleci, kulca olan ideolojinin öğretileri olmakla dine ve kutsal sözlere dönüşecekti.
Köleci El süreci içindeki köleci sürecin kendi yansımalarıyla gelişip değişmenin yeni dönüştürücüsü, paranın icadı ile oluşan yeni yansımalardan kaynaklı bankerlikti. Yeni etki köleci sürece uygun anlayış ve tutumlarla para adamlığı da dediğimiz banka, banker olan; kapitali olan burjuvalardı.
El mana anlayışı, kolektif süreçler içine kök salan bu kabil meşruiyet siz iliğiyle, bu asalaklığı ile bu köksüzlüğüyle, kolektife ait mal mülk içinde El anlayışlı iktisap şekli ile mal mülk sahibi olacaktılar. Mal mülk sahipliği mal mülk sahibi olmayanlara üstünlüktü.
Yeni süreç üstünlerin adaleti. Üstünlerin hukuku. Ve üstünlerin yönetimi olacaktı. Sn. Özal boşa mı diyordu; “ben zenginleri (üstünleri) severim" diye.
Kolektife ait, herkesin yeteneğine; herkesin ihtiyacına ve herkesin çalışmasına göre paydaşlı olan ortaklık şimdi eşitsiz bir El anlayışla üstünler hukukunu ortaya koyacaktı. Üstünlerin hukukundan oluşan yaşantı aşma içinde de ortaya konacak olan adaletler uzlaşması da tuzakların ahdiydi.
Bundan sonraki tüm köleci sistemler kapsamında olan, feodalizm, kapitalizm, sanayi devrimi ve ulus devlet dediğimiz sistemler hep üstünlerin hukuku olacaktı. Elbette ezilenler adına görece bir hukuki iyileştirmeler de olacaktı. Özellikle de bu tür iyileştirmeler, ulus devletlerle olacaktı.
12
Ama temeldeki sistem, üstünlerin hukuku olmakla, sistem; üstünlerin hukuku olan bu kaideyi gizli açık sürdürecekti. Dinler de köleci ve feodal dediğimiz sistemsel anlayışlar da tüccar, ticaret mantığı olan kâr anlayışını gütmenin (sömürüyü gütmenin) ürünü olmakla yine üstünlerin hukukunu savunacaktı.
Örneğin El; mal mülk, köle verdiği kişiler için diyordu ki "Kendi elinin altında bulunduranla, başkasının elinin altında olanlar, aynı olur mu?" diyordu. İşte din dediğimiz anlayışların korunan özü budur.
Mülk sahipliği irade ve yönetimdi. Kısaca mülk sahipliği güçtü, yönetimdi. El diyor ki "Ulul emre itaat ediniz". Yani size emir verene, efendinize, yöneticilerinize (sizi yöneten mülk sahiplerine) taat, itaat biat edin diyordu.
Mal mülk ve sahiplik üstünlerde efendilerde vardı. Emek kölede vardı. Köle ve emeği hiçbir şeydi. Oysa ticaret yapan, kâr yapan, hile ve aldatma yapan, mal ve para sahibi tüccar için övgü hazırdı. Sömürme meşruydu. "Ticaretin onda dokuzu kârdır (kazançtır)" diyordu.
Böylece dinler, üretmemeyi, aldatmayı, sömürüyü bu tür sözlerle meşru kılıyordu. Ticareti "eşdeğer emek kapsamının değişilir emekler bütünü olma" içinde çıkarmakla, hizmetleri kâr yapan konuma getiriyordu! Kâr neydi ve nasıl vardı?
Üreten inşa kâr diye hiçbir şeyi bilmiyordu. Ava gidilen dönemde yavrulara ve yaşlılara bakan hizmet geriden kalanları koruyup kollayan kolektif birim zamanlı katkı hizmeti nasıl avdan pay alıyorduysa;
İşte üreten ilişkiler içinde de tarlaya, bağa, bahçeye gitmeyip; çocuklara, hastalara, yaşlılara, bakan hizmet ile yaşlıların, çocukların ve çocuk bakımı yapanların kolektif birim zamanlı katkı hizmeti de nasıl üretimden pay alıyorsa;
Gruplar arası ittifaklar nedenle, takas (ticaret) işini gören kolektif birim zamanlı katkı hizmetin de eşdeğer bir üreten ilişki payı vardır. Öyleyse KÂR NE OLUYORDU? Ticaretin onda dokuzu kazançtır diyen kâr nereden çıkmıştı.
İşte El manalı köleci anlayış; paydaşlı kolektif birim zamanlı katkı gibi somut, nesnel dayanakları olan sistemi yok etti. Yerine soyut, akıl dışı El takdirli, El iradesi koydu. Böylece kolektif ligin temelinde olan eşdeğerler değişimi olan süreci gözlerden gizledi.
Gözlerden gizlenen ile bilgiden, gerçek dayanaktan yoksun kılınan insanlık; kendi kolektif birim zamanlı üreten ilişkilerine ve üretim hareketi ile kendisine, grubuna, ittifakına, toplumuna YABANCILAŞTIRILMIŞTI. Zaten mülkün sahibi El derken insan kendi çalışmasına, kendi emeğine ve kendi emek gücü sahipliğine yabancılaştırılmıştı. Oyun bu kadar basit ve bu kadar karmaşıklaşmıştı.
Dinler bununla kalmıyordu. "El canlarınızı ve mallarınızı ahiret karşılığı satın almıştır. NE GÜZEL ALIŞVERİŞ DEĞİL Mİ?" diye bir de pekiştirme sorusu soruyordu. Üstünlerin hukuku ve mantığı ince ince; nakış nakış çaktırmasan işleniyordu.
Kolektif sistem inşanın temeli ve başlatıcısıdır. Köleci sistem ne inşanın temelidir. Kolektif sistem olmadan ne de kendi başına bir inşa başlatabilir. Sistem ister kolektif sistem olsun ister köleci sistem olsun. Üretim hep kolektif birim zamanlı kolektif süreçlerle yapılır. Bu değişmez yasadır.
Köleci sistem üreten sitemin arazıdır. İlineğidir. Üreten bir kolektif sistem ortaya konmadan köleci sistem beliremez. Buna karşın köleci sistem her şeyin temeli olan "kolektif birim zamanlı" andırışları efendi ve köle ikilemli sahiplikle, çalışan üzerinde ortaya koyar.
Sahiplik lütfedendi. Bağışlayandı. Ekmek ve rızk verendi. Çalışan ise lütuf bekleyen rızk için dua edendir. Çalışma hiçbir şeydi. Çalışacaksın ki sahibinin rızasını kazanıp lütuf ve bağış umacaktın.
Köleci sistem ortak paydaşlı olmayı atarak kendi üretim ilişkisine temel yaptığı kolektif birim zamanı kullanıyordu. Kolektif birim zaman toplumsal gücü eksikliğini duyduğu kuantum zamana tamamlamak isteyen imaj eğimli yasa olmakla, kolektif birim zaman üreten zamanı akıl almaz denli hızlandırıyordu.
Kolektif birim zamanlı yasadan yararlanan köleci ve sömüren süreç kolektif birim zamanlı olanağı ortaya koyan paydaşlı sistemden hiç bahsetmediği gibi bunu şirk (günahı kebir) saymakla adından bile söz edilmesini yasaklıyordu.
İş zenginin, efendilerinin, malını, mülkünü dış ve iç yağmalara karşı savunmaya geldi mi; ya da efendinin malını mülkünü, daha da büyütecek illüzyonlardan olan ganimet yapmaya, fey elde etmeye geldi mi köleci sistem cevahir kesiliyordu.
Köleci sistem cevahir kesildiği yolu, kutsuyordu. El yolu sayıp, meşru yol kılıyordu. İnsanlar köle kılınırken insanlara eşitsiz pay (kader) dağıtırken, birliğin gücünü, kardeşliği hiç hatırlamayan El; savaştırma ve savunma konusunda birliğin gücünün övüp; bu yolda ölümlere şehitlik diyordu.
"El yolunda (ganimet ve fey elde etme yolunda) ölenlere öldü demeyiniz" diyordu. Olursa bir illüzyon ancak bu kadar olurdu. Öyle bir şehitlik söylemleri vardı ki, şehitliğe özel bir anlam özendirmeli vurgu yapılıyordu. Siz şehit olmak için adeta yarışıyordunuz. Oysa köleci sistem ve ganimet elde etme ortaya çıkmadan önce, ne şehit olan vardı. Ne şehitlik biliniyordu. Ne de böyle bir kurguya ihtiyaç vardı.
13
Yani efendi mülkünü savunmayı ganimet ve fey edinmeyi, namus kavramıyla da harmanlayıp bu konudaki birliği, bir olmayı, kardeşlik gücünü övüyordu. Zımni olarak böyle zamanlarda kolektif gücü anıyordu.
Yani köleci sistem ve onun ideolojisi olan dinler; dolaylı dolaysız olarak inşacı olmayan, üretmeyen tüccarlığın, kolektif birim zamanlı eşdeğer emekler değişmesi kapsamında olmasını unutuyordu. Bu unutturma ile dinler ticaret, tüccarlık gibi kolektif birim zamanlı bir eşdeğer katkıyı kolektif zarfından sıyırıp, sisteme yabancı kılınmış sömürü mantığı ile göklere çıkarıyordu.
Böylece kolektif zarfından sıyrılmış söylemleri dinler, firariler durumunda olan anlamlarıyla bu sözleri üstünler hukuklu fiillere doğru söylemlerle göndermeler yapıyordular. Dinler, bu tarz göndermeler eşliğinde yaptığı söylemler içindeki ajitasyonlarıyla üstünler hukuklu bilinç altı operasyonlarına, ustalıkla devam ediyordular.
Uygarlığı ve insanı ortaya koyacak olan ve kabaca sayılan tarihsel dönüşümlü gelişme ve değişmelerin üçüncüsü sanayi devrimi dediğimiz burjuva kapitalizmi, kapitalist sistemin en üst aşaması olan bir sistemdi. Ezme ezilme süreçleri hız kesmemişti.
Sanayi toplumu içinde, yalnız biçimsel olarak köleliğe karşı olunuyordu. Köleliğe karşı oluş köleleri feodal ya da derebeyleri dediğimiz sürecin toprak köleliğinden kurtarıyordu. Ancak toprak köleleri bu kez de parça başına ücret gibi ucuz işçiliklerle sanayinin kölesi yapılıyordu.
Serf denen torak ağalı köylülükten oluşan toprak kölesi olan, toprak köylülüğü; sanayi hammaddesi yetiştiren alanlara dönüşmekle işsiz insanlar birbirini ezerek birbirini işsiz bırakma pahasına iş bulma yarışına girmekle sanayi işçisi ve sanayi kölesi haline getiriliyordu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.