ANNEMİN YEŞİL SANDIĞI
ANNMİN SANDIĞI:
…Yıllar sonra baba ocağına, annemi ziyarete gittiğim de aklımda hep o eski günler vardı. Burada anılarımdan hepsini bulamasam da mutlaka bir kaçı kalmıştır’ bu yoğun duygular altında varmıştım memlekete. Memlekette çok az sayıda tanıdık kalmıştı, zaten çok kimsede kalmamıştı. Bazıları yaz tatili için gelmişlerdi ve birkaç gün sonra geri döneceklerdi. İnsan, özlemle bakınıyor etrafına; etraf tanıdık gibi dursa da etraf yabancıydı artık. Tanıdıklar beni görür görmez, sen hiç yaşlanmadın, buradan nasıl gittin aynen öyle duruyorsun deyip yığınla iltifat almıştım onlardan. Eve varır varmaz yıllardır yeri değiştirilmeyen aynanın karşısında bulmuştum kendimi
Ya ben abartıyordum yüzümde ki çizgileri, ya da öyle kayda değer çizgiler yoktu yüzüm de.
Ya ayna bana yalan söylüyordu, ya da insanlar ikiyüzlüydü. ‘’Aa sen hiç yaşlanmıyorsun, o eski sen hala karşımda duruyorsun, neden hiç değişmiyorsun?’’, sorusu, beni şaşkınlığa itse de bu sözleri duymak yine de beni mutlu etmişti aslında. Bu iltifat dolu sözler zaman- zaman beni sıksa da yine de hoşnut oluyordum, çünkü ananemin çok sıklıkla kullandığı bir cümle geliyordu aklıma hep.’’ Kaç yaşına gelirsen gel güzel sözler duymak insanı mutlu eder; bu yaşıma geldim birisinden güzel bir söz duysam çok mutlu oluyorum’’ derdi. Mutlu olmak güzeldir. Mutlu olmayıp şüpheyle bakmak, yok ya yalan söylüyor deyip kestirip atmakla ne geçecek elime, sev gitsin işte diyordum kendi kendime… Kandırıyorlar mı beni; aman çok da umurumda herkes kendine baksın, kendilerinin asla duyamayacağı sözleri onların bi’ başkasına söylemesi az şey midir deyip, kendimi mutlu etmenin diğer bir yolunu bulmuştum
Aynanın karşısında bir yandan yüzümdeki çizgileri sayarken öte yandan da gençliğimi aradı gözlerim, çocukluğum, annemin karyolası, üzerine yığınla yatak yorgan yığdığımız annemin yeşile boyanmış tahta sandığı ve odanın sakin halini ne çok özlemiştim. Ya gerçekten yaşlanmıştım, ya da gençliğimi çok özlemiştim..Bu kadar yoğun duygular altında, bir yandan annemi ve annemin o sandığını düşünüyordum, ne sandıktı ama. Yeşile boyanmış, ön yüzünde renge renk tenekeden süsler ne kadar anlamlı, ne kadar doğal, ne kadar da anlatsam anlatamayacağım kadar tarifsiz güzeldi annemin o sandığı
Bana, hep ulaşılmaz gelen annemin o sandığı… Karyolanın ayakucunda, duvarla karyolanın arasında sıkıştırılmış, üzerinde gündelik kullanmadığımız, sadece misafirler için sakladığımız kocaman bir yatak yorgan yığınının altında duruyordu hep.
Nasıl ki sandığı her zaman açamıyorduk, o yığındaki yatak yorganları da her zaman kullanamıyorduk. Kirlenmesin, evde ki sobadan çıkan dumandan sararmasın diye de sarıp sarmaladığımız yatak yorgan yığını açar misafirler için kullanırdık. Çoğu zaman, özellikle kış aylarında misafirin gelmesini istemiyordum çünkü misafir demek o yığını bozmak demekti vede misafir gittikten sonra yatak çarşaflarını yıkamak demekti. Hani makine olsa neyse de, evimizde elektrik bile yoktu; daracık odalarda misafir ağırlamak hiç de kolay değildi kış aylarında… Su evin dışında akıyordu. Oradan su taşı kuzinede ısıt, odunlar yetmedi yeni baştan odun kır, kar tepede bir metrenin üzerinde, ee, kolay mıydı o havada çamaşır yıkamak, asıp kurutmak. Bazen, o yıllar daha mı zevkliydi dediğim olmuyor değil, insan bilmediği şeyin özlemini çekmez ya o bakımdan hani…
Yılın, belli dönemlerinde etrafta sıkça görülen fareler, evin içerinde de görülmeye başlayınca akla ilk gelen şeylerin başında gıdalarımızı sakladığımız adına ( ambar )dediğimiz saklı odanın yanı sıra, annemin yeşile boyanmış tahta sandığı oluyordu. Acaba fareler bu sandığı delip içerisine girmişler midir der, derhal o sandığı açardık, yani annem açardı. Çünkü nedenini bilmediğim bir nedenden dolayı kendi anamızın sandığına dokunamaz, annemden izin almadan o sandığı açamazdık, bi nevi saygısızlık olurdu, niye saygısızlık olsun onu da hala daha anlamış değilim Demek ki, sandık anamın özeli oluyordu, özel hayata saygı gibi bir şey miydi acaba?
… Sandığın açılması için mutlaka bir misafirin gelmesi gerekiyordu. Bizim eve de çok sık olmasa da misafir gelirdi ve mecburen yatak, yorgan, battaniyeler de inerdi ve bu bahaneyle de sandık da açılırdı. Sandık açılır açılmaz ben hemen bitiverirdim sandığın başına. Nasılda zevk alırdım annemi izlerken. Anne, o eşyaları tek- tek sandıktan çıkarıp kenara koyarken öyle özenirdi ki, sanki kırılacak bir şeymiş gibi dikkatli ve de saygıyla dokunurdu eşyaların her birine. Annemin neleri vardı o sandığın içerisinde? Beyaz tülbentler, yarısı oyalı yarısı oyasız. Boncuklar, ama renge renk boncuklar olurdu.Simli kumaşlar,divitin,pazen, ve de basma kumaşların kokusu hala burnumda durur…. Annem, örmeği bilmediği için tek bir tane bile tülbent oyası yapmamıştır, hemen hepsi akrabalar tarafından anneme, kızlara çeyiz olsun diye verilmişti, o kumaşların da çoğu hediye idi. O zamanlar en özel hediye bunlardı ve insanlar bu tür hediyeleri alıp verirlerdi birbirlerine. Annem, örme bilmiyordu ama elinde ki eşyalara çok değerliymiş gibi bakar, önemserdi.
Hediyelerin çoğu, annemin kendi akrabaları tarafından anneme verilmişti. Elbiselikler çoğunluktaydı, başka, havlu, çarşaf, ha bide bir yama parçasına sarılıp bir düğüm attıktan sonra sandığın kenarındaki rafa konulan, daha çok ıvır zıvır şeyler vardı sandığın içerisinde. Neydi o ıvır zıvır şeyler. Teki kaybolmuş küpe,taşı düşmüş, vede zayıfken alınmış daha sonra da parmağa dar gelen yüzükler. Ama ne olursa olsun o sandığın her açılışı beni her zaman heyecanlandırıp mest etmiştir, ve pür dikkat anneme bakar onu seyrederdim hiçbir şeye dokunmadan
Sandığın kendine has bir kokusu vardı, buna bi de annemin koyduğu naftalin kokusu karışınca bambaşka bir hava oluşurdu o odanın içerisinde. Annemin sandığında ne para olurdu nede her hangi bir ziynet eşyası, yoktu zaten Annem parasını, bezden bir torba dikmişti ve o torbanın her iki ucuna taktığı bağ belini saracak kadar uzundu ve parası da cüzdanla birlikte o torbanın içerisine koyardı, sadece yatarken, bir de yıkanırken çözerdi o bağı belinden,diğer günler de hep beline bağlı olarak taşırdı parasını..
Annem, sandığını nasıl ki büyük bir özenle açardı, aynı özenle de kapatırdı., ve yine o yatak yorganları sandığın üzerine yığar, kendi elleriyle diktiği kocaman bir örtüyle de sımsıkı sarardı. Annem bu işlemi yaparken yüzündeki o ifade, sandığa bakışı ve hareketlerinin ne anlama geldiğini bekli de kendisi de bilmiyordu. Sandık yeniden kapandı, kim bilir bir daha ne zaman açılacaktı Annem aslında o sandığı kapatırken, hayallerini, yaşayamadığı çocukluğunu vede gençliğini de o sandığa kapatıyordu farkında olmadan…
Sandıkla, sessizce bir vedalaşma oluyordu bizimkisi Artık annemin o gizemli sandığı yerinde değildi. Sandık yerinden alınmış, içi boşaltılmış odanın bir başka köşesinde atılmaya hazır bir şekilde duruyordu, üstelikte bir ayağı da kırıktı.
Sandığa dokunmaya kıyamıyordum, hala sandığı o eski sandık zannederek ona öylece bakmak istiyordum. Sandığa dokundum ve kapağını açmak isterken sandık geri doğru devrilince, bir bacağının kırık olduğunu o zaman gördüm. O an sanki benim bacağımın da kırıldığını hissettim, canım yandı, öfkelendim, bağırıp çağırmak istedim ama kime?
Ne annemin odası eski odaydı, nede sandığı gizemliydi artık, her ikisi de ağlıyordu, bunu hissedebiliyordum. Ortada bir sandık vardı evet, ama sandığın ne üzerinde yığınla yatak yorgan battaniye vardı ne de karyolanın ayakucundaydı, üstelik içerisi de Ona hiç yakışmayacak, eski kullanılmayan giysiler vardı içerisinde. Hani annemin kokusu, hani sandığın kokusu, hele de o naftalinin kokusu, hiç birinden eser yoktu. İçim ezildi ve tüm çocukluğum gelip geçti gözümün önünden. Ağlamak isteyen sadece ben değildim, sandık da ağlıyordu onu kapatırken. Gündüz Yavuz…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.