PAZARLAMACILIK ZİRVEDEYKEN.
PAZARLAMACILIK ZİRVEDEYKEN.
Nereden bulmuşlardı telefonumu bilmiyorum ama habire arayıp duruyorlardı beni.
Her seferinde, sen bize söz vermiştin çağıracaktın, ne zaman gelelim? Diye soruyorlardı durmadan. Sanırım bu pazarlamacıların yeni bir taktiği idi, bu şekilde insanları mecbur kılıyorlardı kendilerini eve davet ettirmeye.
-Ben çeşitli yollara başvuruyor, olmadık bahaneler arıyordum onları atlatmak için. Acaba? Diyordum, gerçekten de söz vermiş olabilir miydim diye de düşünüyordum.? Ama kadın o kadar diretiyordu ki, onu engelleyemiyordum. Kadın, ‘’biz pirim üzerinden çalışıyoruz, bu gün size gelip bu günü kurtarmamız lazım bu yüzden gelelim’’ diye ısrarla arıyordu beni. Ben, hayır boşuna gelmeyin, sizden bir şey alacağımı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz, almayacağım, almam da çünkü durumum buna müsait değil desem de, kadın, ‘’ille de gelelim’’ diye tutturunca, iyi hadi gelin dedim ve onu, yani pazarlamacı kızı evime çağırdım, Adresi verdim, aradan on beş dakika geçmeden kapının zili çalıyordu. Kapıyı açtım merdivenlerden genç bir delikanlı çıkıyordu, ’’biz ihlastan geliyoruz’’ dedi.
İyi, tamam İhlas’tan geliyorsun da, sen neden teksin?
Delikanlı, ‘’Tek olmuyor mu’’ diye sordu?
Hayır da, beni bir kadın aramış kendisinin geleceğini söylemişti. Seni görünce şaşırdım biraz deyince, Delikanlı hemen geri döndü ve beş dakika sonra geri geldi yanında bir kadınla, daha doğrusu genç bir kızla.
Delikanlı,,30=35 yaşları arasındaydı. Kız ise çok daha gençti ve ellerinde kocaman bir kutuyla merdivenleri boşuna çıkıyorlardı.Onlara hoş geldiniz dedim ve oturma odasına aldım..Her ikisi de çok düzgün giyinmişti kız çok daha modern giyimli ve oldukça açıktı. Kutuyu açtılar ve hemen sohbete başlamıştık. Bana makine değil de, Uzun sağlıklı yaşamanın sırlarıyla dolu bir alet satıyorlardı sanki.
-Onlara, yıllar önce gene siz pazarlamacılardan yediğim kazık yüzünden, bir daha pazarlamacılardan asla hiçbir şey almayacağım diye kendime söz verdim dedikten sonra devam ettim konuşmaya.. Benim bir arkadaşımın oğlu da pazarlamacılık yapıyor ve bana dedi ki, kapıyı çalan biri varsa o kapı deliğinden bak, baktın ki kapıdakiler pazarlamacı asla onlara kapıyı açma, ben bile olsam bana da kapıyı açma demişti, bu sözü hiç unutmuyorum, öylece kafamın bir köşesinde kazımışım bu sözü, diyerek yineledim konuşmamı.
Delikanlı, gene bütün gücüyle ısrar ediyordu ve o elindeki makineden bir tane almamı istiyordu benden... Delikanlıya, sizin çalışıyoruz dediğiniz mağazaya gittim, mağazada çalışan elamanlara sordum, başkalarına da sordum ama hiç kimse sizi kabul etmiyor ve sizin sattığınız ürüne de sahip çıkmıyorlar, ürünün bizimle hiçbir ilgisi yoktur dediler bana, bunu nasıl açıklayacaksınız? diye sorunca.
Delikanlı,’’ Olur mu öyle şey?, belki bir anda tanımayabilirler bizi’ ’dedi.
Nasıl yani? İnsan kendi firmasında çalışanları nasıl tanımaz? Sizi belki tanımayabilirler ama onlar ürünü de kabul etmiyorlar ki. Ben bu firmadan birçok alış veriş yaptım ve bu makineden de vitrinlerinde görmedim. Mademki böyle bir ürünleri var ve neredeyse tek başına bir yaşam alanı gibi, firma bunu neden vitrine koymaz; neden, tanıtımını yapmaz, sizce de bu anormal bir durum değil mi? Delikanlı, hala ‘’bir yanlışlık var biz o firmaya bağlı olarak çalışıyoruz’’ diyordu ısrarla. Sürekli aynı cümleleri tekrar ediyordu,’’ bizler yeni olduğumuz için, ya da ürün yeni olduğu için tanımayabilirler’ ’deyip o makineyi satın almam için bana baskı yapıyorlardı.
Aslında onlara bu makineyi daha önce arkadaşım bana satmak istedi ama satamadı.Arkadaşımın çelişkili konuşması yüzünden bu makine hakkında bilgi almak için bütün İhlas mağazalarını dolaştım ürün hakkında bilgi almak istedim ama alamadım, çünkü bu makineyi kimse kabul etmedi, arkadaşımıda kimse tanımadı,diyemedim başlarda ama sonrasında mecbur kaldım ve durumu onlara ...İlk başlar da daha doğrusu arkadaşımı konuya dahil etmek istemiyordum.Okadar ısrar ettiler ki bana arkadaşımı mecburen dahil ettim konuyaa
-Delikanlıya,mağaza bu ürünü kabul etmiyor. Hem, bizim bu cadde üzerinde ki mağazaya, hem de Kadıköy’deki mağazaya bizzat kendim gidip sordum, her iki mağaza da tanımadı bu ürünü, önce bana bunu bi açıklayın ondan sonra ürün satışı konusunda konuşuruz, deyince. Delikanlı hala tekrarlıyordu söylediklerini. Yeni eleman, yeni ürün falan da filan diyerek…Kız neyse. de, delikanlı hiçte tecrübesiz birine benzemiyordu!
-Arkadaşım dediğim, çocukluğumuzdan beri birbirimizi tanıyoruz, aynı köyde doğup büyüdük. O bana bu firmada çalıştığını ve boş bir vaktin olursa beni ziyarete gel bir çayımı içersin demişti. Ben de oradan geçerken uğrayayım da bir çayını içeyim dedim ve bu mağazaya uğradım. Hiç kimse böyle birini tanımadı, üstelik o ürün bize ait değil dediler, yani arkadaşımı göremedim. Galiba siz o ünlü markadır diyerek, onun ismini kullanıyorsunuz daha iyi satış yapabilmek için.
Delikanlı,’’ o arkadaşınızın adı ne?’’
Arkadaşımın adını söyleyince, delikanlı, hiç tereddüt etmeden tanımıştı arkadaşımı ve bi dikildi. Ama birden yüz ifadesi değişti,çok tuhaf bakmaya başladı bana…Sonra da, ’Sen de Karadenizli misin’’ diye sordu bana.?
Evet, ben de Karadenizliyim dedim yüzümde kocaman bir tebessümle. Delikanlı, ’Arkadaşınızı tanıyorum, ben onların eğitim müdürüydüm, sonra ben ayrılıp başka bir firmaya geçtim’’ dedi.
Delikanlı konuşurken, arkadaşımın adını etmiyor, ondan hiç konuşmuyordu, hatta yüzü düşmüş bir şekilde konuşuyordu benimle. Belli ki arkadaşımdan hiç memnun değildi. Bekledim anlatsın ama anlatmadı, anlatmayınca da ben de sormadım aralarındaki sürtüşmeyi.. Belki anlatırdı eğer yanındaki kız olmasaydı. Neyse çok da önemli değildi zaten.
-Delikanlı, bana makineyi satamayacağını anlayınca, bu kez de o bana benim işten sormaya başladı ve neredeyse ona ben PC satacaktım. Delikanlıya sordum, iyi bir pazarlamacı olabilmem için ne yapmak lazım? Diye
Delikanlı, ‘’iyi bir pazarlamacı olabilmenin birçok yolu vardır’ ’dedi ve bana iki gazete adı söyledi. ‘’Buralara gidip seminerlere katılmak gerekir, böyle de öğrenirsin ama hem çok uzun zaman alır hem de kazıklanırsın’’, diyerek yanıtlamış oldu sorduğum soruyu Sorumun yanıtını alınca ona gülerek evet, çok haklısın ve şu an biz o aşamalardan geçiyoruz, henüz nasıl kazıklanılmaz aşamasındayız. Bunu öğrenelim daha sonra da nasıl kazıklanılır? Aşamasına geçeceğiz, galiba Öğreneceğiz, öğreneceğiz elbette ve öğrenmenin de yaşı yok nasılsa, dedim delikanlıya
-Sohbet o kadar uzadı ki ve bi’o kadar da derinleşti. Kürtlerden girdik, tarikatlardan çıktık.
Delikanlıyla birlikte gelen o kız, o ana kadar hiç konuşmamış sessizce bizi dinlemişti, demek ki konuştuğumuz konu dikkatini çekmişti, âmâ ne oldu bilmiyorum, kız bir başladı konuşmaya bu kez de susmuyordu. Belli ki kızın anlatacağı çok şey vardı.
-Kızın, tarikatlara girmediği kesin, ama delikanlı tam da göbeğindeymiş meğer.
Delikanlı, ’Bunlar yakışıklı erkekleri seçer ve kızların peşlerine salarlar, bana bak ben de fena değilim değil mi?’’ Diye sordu yarı ciddi yarı şaka bi şekilde…. Bizler genç ve güzel kızları toplar buralara teslim eder, sonra da ortalıktan kayboluruz’’. Delikanlı biraz daha ileriye giderek şöyle bir örnekle sürdürdü konuşmasını. Çok af edersiniz, size şu kadarını söyleyeyim, buralara kısaca pavyonun modern hali diyebiliriz. ‘’Ben birkaç kez girip çıktım o tarikatlara, şimdi tarikatta değilim. Şimdi bu pazarlama işini yapıyorum eğer yapabilirsem, diye devam ediyordu konuşmasına delikanlı.. Sehpanın üzerinde açık duran defteri görünce sordu, ‘’ne iş?. Delikanlıya…,yok, iş değil, hobi olarak vakit buldukça böyle ilginç konuşmaları yazıyorum, deyince, delikanlı iyicene coşmuş, ne varsa anlatmaya başlamıştı ve ne varsa dökmüştü orta yere, satış falan umurunda değildi artık. Bir anda odanın içerisi söz düellosuna alanına dönmüş, taşmak üzereydi. Delikanlı, iki elini üst üste koyarak, bu bir zincirlemedir ve her genç kız bu zincirin bir halkasını oluşturup, her bir halka pirim demektir. Bunun dinle inançla ilgisi yoktur. Bunu anlamıyor bu kızlar ve bu tuzağa düşüyorlar. Bunlar yazılmalı anlatılmalı insanlara, deyince. Anlatılmalı da, nasıl? Delikanlı,o ana kadar yediği pislikleri o an adeta kusuyordu ve o pislikler saçılıyordu odanın her yerine.
-Kız, ‘’bunların içlerine girmek zordur, öyle hemen giremiyorsunuz. Önce onların şartlarını kabul edeceksin Toplantılarına katılıp yemin edeceksin, sonra da zikirlere katılacaksın İçlerine bi girdin mi, bi daha çıkamıyorsun. Bunlar çok tehlikeli, hem de çok zor işler bu işler, dedi kız. Konuşma uzadıkça uzadı ve bu ikisi de konuştukça açıldı, açıldıkça da ne varsa döktüler orta yere. Aman ha diyordu her ikisi de, anne baba kızlarına sahip çıksın, nerde ne yapıyor, kimlerle konuşuyor mutlaka takip etsinler. Buralara giren kızların birçoğu ortadan kayboluyor, arayıp bulmak da zordur, bulamıyorsun zaten, onlar üst düzeye çıkmış insanlara cariye olarak sunuluyorlar ve onlarla kalıyorlar, deyince, Benim adeta kanım dondu, dilim tutulmuştu ve öylece kala kalmıştım
Onlara soru sormaya korkuyordum artık…,Soru soramıyordum ama, soru sormaya da pek gerek kalmıyordu aslında. Delikanlı anlatıyor, kız, başıyla onaylıyordu arkadaşının anlattıklarını. Belli ki kız da çok şey biliyordu. Delikanlı, ben, ’’ben işte, bu işi yaptım senelerce;dedi ve de durdu.Sonra, istersem şu anda girer gene yaparım, ama artık vicdanım elvermiyor ve çok utanıyorum insanların yüzüne bakınca.Çok utanıyorum, (on ) yaşında bir’ kız kardeşim var,en çok da ondan utanıyorum;bir işe yarar mı bilmiyorum ama fırsat buldukça anlatıyorum, anlatıp bir yandan da rahatlamak istiyorum.’’ Belki yaptıklarımın günahını af etmez ama en azından bundan sonrası için çalışmak, insanları uyarmak istiyorum’’ dedi.. Sen yaz, her şeyi yaz, yaz ki insanlar okusunlar; ama en kısa zamanda okusunlar ki, insanlar kendilerine gelsinler. Yoksa bir sürü kızın hayatlarını bu şekilde mahvedecekler.
Delikanlıya, yaşadığım o olaydan sonra pazarlamacılardan hiçbir şey almam diye yemin etmiştim ve bu yeminime sadık kalacağım...Eğer bir şeye ihtiyacım olursa zaten arkadaşım orada onu arar ondan isterim deyince..., ‘’Hayır olmaz,sakın ona söyleme’’ dedi her ikisi de birden, çok şaşırmıştım.
-Neden? söylemeyecekmişim, hepiniz aynı firmada çalışmıyor musunuz? Delikanlı, arkadaşını ararsan bize hiç faydası olmaz ve biz para kazanamayız. Aynı firmada çalışıyoruz ama herkes kendine çalışıyor, ne kadar satış o kadar para dedi, hem kız, hem de delikanlı
-Sizler aylıkla çalışmıyor musunuz?
’’,Hayır, bizler pirim üzerinden çalışır,.sattığımız malın yüzdesini alıyoruz. Hem böylesi daha iyi oluyor ve herkes hak ettiğini alıyor, ne kadar satış o kadar kazanç sağlıyoruz. Kimse kimsenin hakkını da yememiş oluyor böylelikle dedi delikanlı. İçimden, hani bu ürün ’’ihlâsın ’’malıydı Yoksa onlar da damı bu sistemle çalışıyorlardı?
Ne sistem ama kıran kırana bir yarış ne dostluk vardı ne de arkadaşlık. Sevgi sözcükleri siliniyordu insanların beyinlerinden. Ben, sadece ben, en- en büyük ben ve benden daha büyüğü yok. Bencil çıkarcı gereksiz hırsları olan bir toplum olma yolunda ilerlediğimizin farkına varmadan geçip gidiyoruz günlerin, ayların, ve de yılların içerisinden. Bireysel düşünen, toplumdan kopuk, kimsenin kimseye güvenmediği bir toplum yaratılıyordu bu yolla sinsice... Sistem buydu artık, ez çiğne ve de yok et kazan.Zafere giden yol bu artık, yok etmek..
Ben dünyaya gülümsüyorum, dünya şaşkın bana bakıyor.
Aç kollarını ben geliyorum diyorum, o hala bana bakıyor.
Sana doğru uçmak dallarına konmak istiyorum, diyorum
Haykırmak cesurca her yana, ve çığlık çığlığa, o bana hala bakıyor.
’’Benim yolum uzun, benim yolum dar geçit vermez biliyorsun.
’’Senin bana koşman için, uçsuz bucaksız uçurumlardan geçmelisin
Dibi görünmez karanlıkları aydınlatmalısın ki, seni kollarıma alayım
Şeytanın bile baş edemediği kadar karışık olayları çözmelisin ki bana gelesin
Diyorsun da, nasıl Çözülür? Nasıl aydınlatılır bu karanlık ondan en ufak bir ipucu vermiyorsun ama.
Hoş geldi bahar, hoş geldi güneş, hoş geldiniz hey kuşlar, nasılsınız?
Sesinizi duyamıyorum. Ya sizler ötmüyorsunuz, yâda ben derin uyuyorum.
Yoksa sizler de benim gibi yorgun musunuz.?
Küstünüz mü bana yoksa?
Eğer küs iseniz bana, nedenini sormayacağım vardır bir nedeni mutlaka
. Bir sebebi olmalı, yoksa neden küsesiniz ki bana, öyle değimli mi?
.13/ 4 /2005…Çarşamba..
Gündüz Yavuz...
YORUMLAR
Selamlar.
Yazınızı okurken acaba utanmanın sınırı nedir diye düşündüm...
Yıllar yıllar önce, superonline ülkemizde adsl ve fiber internet işine el attığında ben de ekiplerine katılmıştım. Tıpkı size gelen insanlar gibi kapı kapı dolaşıp, kampanya tanıtıyorduk. Tanıtıyorduk da daha çağrı merkezi oturmadan, alt yapı tam oturmadan bu hizmete başlamışlardı. O zamanlar Mehmet Karamehmet adlı şahısta idi kurum. Elini veren kolunu kaptırıyordu. Bir sorun olduğunda çağrı merkezi açmıyordu, çünkü yeterli elemanı yoktu. Alt yapı TTnet altyapısı idi ama bize yalan söyletiyorlardı. 3-5 gün güzel satışlar yaptım. Bir sitede evleri dolaştım. Tam insanların işten gelme saatinde de standıma geçip, insanları bilgilendirirken bir abla geldi. Annemden biraz daha büyüktür. Elinde ekmek arası ve meyve suyu... ''Oğlum, sabahtan beri dikiliyorsun, açsındır dedim'' diye bana yiyecek ve içecek getirmişti evinden. Eh, gel de ye şimdi...
Çıktım, yaptığım tüm sözleşmeleri insanların gözleri önünde tek tek yırttım. Özür diledim. Gerekli bilgilendirmeyi de yaptım. Standımdan ekmeğim ve meyve suyumu alıp, yiyerek arabam ile uzaklaştım o işten...
Başka bir zamanda ise hidro elektrik santrallerinin, haberleşme ağının kurulumunda çalıştım. Çeşitli şehirlerde. Daha çok kırsalda. İnsanlar iyi davrandıkça yerin dibine girdim. Girdim, çünkü kendilerine hizmet ettiğimizi sanan insanların doğasını yok edilmesi işinde çalışıyordum... İnsanları geçtim, doğadaki hayvanların, ağaçların gözünün içine bakamaz etti o iş de beni. Çünkü Demirel zamanının projesiydi hesler ve tahribatı ağırdı. Dünya yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelirken bizim bunu yapmamız hiç de etik değildi...
Hakkı ile para kazanmak deyimi üstünde detaylı düşünmek lazım. Şirket ve tarikatı ayıran nokta ise düzgün ve güzel hizmet sunmaktır. Diğer türlü ikisi de saadet zinciri...
Ahlak işte de ahlaktır, belki de daha çok.
Saygılar.