- 592 Okunma
- 2 Yorum
- 3 Beğeni
MÜLÂYİM AMCA
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
MÜLÂYİM AMCA
Eskiler;
‘’İsmiyle müsemma’’ derler ya, Mülâyim amca öyle ismiyle müsemma ( Verilen isme uygun) filan değildi. Dışarıda herkese mülâyim davranır, eve gelince de, karısı ve kızlarına ‘’Aslan’’ kesilirdi. Mütevazi mahallemize evlendiği zaman gelmiş, mahallelice de kabul görmüştü. Karısı ‘’Dünya tatlısı’’ Muazzez teyze ise, mahallenin göz bebeğiydi. Herkese yardım eder, herkesin derdine derman olur, kiminin annesi, kiminin ablası, kiminin kardeşi gibi, iki eli kanda olsa, onlar için koşuştururdu. Ama çok büyük bir kusuru vardı. Bir türlü ‘’Erkek çocuk’’ doğuramıyordu.
Mülâyim amca ise bunu karısının suçu sanıp, hem onu aşağılıyor, hem de şiddet uyguluyordu. Akşamları, iş dönüşü ise , evde bir oda dolusu kadınla karşılaşınca da, hafakanlar basıyor, kendisini mahalle kahvesine atıyordu, Aslında bu duruma şakacı kahve arkadaşlarının da katkısı olmuyor değildi. Birinci ve ikinci kızın doğumunda onu, canı gönülden kutlamış, getirdiği baklavaları iştahla yemişlerdi. Ama nasıl ki, üçüncü ve dördüncü çocuk da kız olunca; kahve arkadaşları şakaları abartmış, her geldiğinde;
‘’Hoş geldin kız babası’’
‘’Merak etme, dört tane erkek damadın olacak’’ der, kahkahayı basarlardı. O ise bu şakaları ciddiye alır, gururu incinir, erkekliğine hakaret gibi algılar, hıncını karısından çıkarırdı. Son iki kızın doğumundan sonra, utancından kahveye gidemez hale geldi. Bu durum onu, evde oturmaya mecbur ediyor, öfkesi çekilmez hale geliyordu. Bütün suçlu karısı idi, ona bir erkek evlat verememişti . Karısı ise bunun kendi kusuru olduğunu düşünüyor, kocasının karşısında iyice eziliyordu. En büyük korkusu tekrar hamile kalmak ve yine kız doğurmaktı. Ve işte Allahın takdiri yeniden hamileydi.
Bu habere sevinsinler mi üzülsünler mi bilemediler. Ya yine kız olursa? Ne yaparlardı o zaman. Beş tane kız. Mülayim amca bu defa mutlaka karısını boşardı. Ona erkek çocuğu verecek daha verimli bir kadın bulurdu. Ama oğlan olma ihtimali de vardı. İnşallah oğlan olsun diye, türbe türbe gezildi. Adaklar adandı. Dualar edildi. Sadakalar dağıtıldı. Açlar doyuruldu. Dokuz ay umut ve korku dolu bekleyişten sonra mucize gerçekleşti. Mülâyım amca nihayet bir oğlan çocuğuna kavuştu. Diğer doğumlarda loğusa yatağı hazırlatılmamasına karşın, bu defa Muazzez teyzeye atlas yorganlı yatak hazırlanmış, dört tarafı göz boncukları ile donatılmıştı. Altınlar takıldı. Al basmasın diye, kırmızı kurdeleler bağlandı . Muazzez teyze böyle bir itibar hiç görmemişti.
‘’Yaa, işte ben oğlan da doğururum’’ der gibi kasım kasım kasılıyordu.
Mülâyim Amcanın sevincine ise diyecek yoktu. Artık ‘’Erkekliğini’ ’ kanıtlamış, ‘’Oğlan çocuğu’’ babası olmuştu.
.
Kurbanlar kesildi, mevlit okutuldu, mahalleye tepsi tepsi baklavalar dağıtıldı. Artık kahveye başı dik ‘’Oğlan’’ babası olarak, utanmadan gidebilecekti
İsmini ‘’SAVAŞ’’ koydular
(Aileler çocuklarına altında ezilecekleri ağırlıkta isimler koymamalılar. Büyüdükleri zaman isimleri ile kişilikleri arasındaki çelişki, çocukları incitecek kadar ironik oluyor.)
Savaş, artık evin gözdesiydi. Kızlar dahil herkes ona hizmet ediyor,
‘’Gökten zembille inmiş’’ muamelesi görüyordu. Mülâyim amcanın keyfine de diyecek yoktu.
‘’Küçük dağları ben yarattım’ ’ havalarında dolaşıyordu
.
Ancak oğlan dört beş yaşına gelince, gariplikler başladı . Çok kırılgan bir çocuktu. Hiç erkek çocuğu gibi davranmıyor, erkek oyuncakları ile oynamıyordu. Ablalarının elbiselerini, ayakkabılarını giyiyor, takılarını takıyor, ayna karşısında dudaklarına ruj sürüyordu.
Buluğ çağına geldiğinde ise Mülâyım amca, ‘’ Utancından’’ yeniden kahveye gidemez oldu.
Mülâyim amcanın bu öyküsü bana; ‘’ Kuran’ı Kerim’’ de insanları; ‘’Sabit fikir’’ haline gelmiş, ısrarlı isteklerine karşı uyaran, aşağıdaki ayeti hatırlatır.
‘’Çok istediğin bir şeyi sana vermediysem, bil ki, senin için hayırlı olmadığı içindir’’
AYTEN TEKİN