CUMHURBAŞKANIMIZIN "SINIFSIZLIK"ÖĞÜTLERİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
CUMHURBAŞKANIMIZIN "SINIFSIZLIK"ÖĞÜTLERİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Yaş yetmiş.İhtiyarlık basamakları önüme konuk. Çıkabildiğimce basamakları tırmanıyorum.
Bu tırmanış uğraşsız olmuyor. Akmıyor anlar. Tüketeceğin enerji kadar uğraşmadan.
Günlük zorunlu uğraşları yerine getirdim. Yeme, içme, bahçe bakımı, getir, götür,..... Okuma edinimime başladım. Yanımda dolu çay bardağımla. Ihlamurun çiçeklerinin kokusu ve yapraklarının izin vermediği güneş ışınlarından korunaklı koltuğa oturup elimde ki BirGÜNPAZARla baş başa kaldım.
Beşinci sayfada G.Y.Özdemir’in makalesinde ki; "Toplumu yaptığı işlere göre sınıflara bölmek, bunların çatışmalarından sonuçlar çıkarmak, oradan ideolojik kurallara sıçramak gibi hususların bizim dünyamızda, bizim kültürümüzde yeri yoktur. Eğer bir fabrikada patron ve işçiler aynı iftar sofrasında buluşuyor, camide aynı safta namaza duruyor, mezarlıkta aynı sırada yatıyorlarsa ahlâken orada sınıf ayrımı olamaz. Paranın çokluğu, azlığı başka bir meseledir, bunun içinde kabiliyet, gayret vardır, hepsinden önemlisi nasip vardır. Asıl mesele hayatı paraya göre tasnif etmemektir, asıl mesele her ne iş yapıyorsan onun en iyisini yapabilme iradesine sahip olmaktır, Asıl mesele helalinden kazanarak kendinin ve ailenin geçimini sağlamaktır."( Recep Tayip Erdoğann/ alıntı: 02.06.2019 BirGÜN PAZAR Saf:5 Gamze Yücesan Özdemir) Alıntısı düşündürdü.
Yukarıda, birinci tümcedeki "bizim" sözcüğü kimi anlatıyor? Biz denilen kimdir/kimlerdir? İlk sözcükte "toplum" denilenin kapsamı nedir? Anlamam için; açıklama gereksinimi duyulan sözcükler, bence.
İkinci tümcede; "patron, işçi" ayrımı zaten yapılmış. Bunların aynı sofrada, camide "aynı safta" namaza durduğunu ve gömütlükte de aynı sırada yattığından söz edilerek sınıfsızlık kanıtlanmaya çalışılıyor.
Kim diyor bunu?
Türkiye Cumhuriyeti Devlet’inin Cumhurbaşkanı diyor. Birinci tümcede "biz"le ayrımını önce yapıyor. Çünkü bana da hitap ediyor. Bense " her toplumda sınıfsal ayrımın" varlığını kabullenmişim. Cumhurbaşkanımız farklı dedi diye de o’nun gibi düşünmek zorunda olmadığıma inanıyorum. Sofrada, namazda ve gömütlükte ayrılıkların olmadığı söylemi ile; görüp, yaşadığım yanlışları, yanlış gördüğüm mü anlatılıyor? Anlamada zorlanıyorum.
Sofrada; patronun önündeki tabak, tabakta ki yiyecek, masada ayrılan yerde ki öncelik v.s. gibi ayrılıklar yok mu? Neden? Namaza çağrıyı duyar duymaz gittiğim halde ön sırada (saf) önceliğin patronda, ya da sonra geldiği halde beni sağa sola, arkaya iteleyip yerimi alışı niye? Mezarlıkta da benzeri ayrıcalıklar kendini göstermiyor mu? Yaşayarak görüp, yaşadıklarıma mı değer vereyim yoksa cumhurbaşkanının söylediklerine mi?
Bir de "ahlâk" terimine bağlanmaz mı?
Gelelim üçüncü tümcede ki: "Paranın çokluğu, azlığı ayrı meseledir" sözlerine. " Niye bazılarında özellikle de ’az sayıda ki’ bazılarında para çok. Mal, mülk çok" sorusu da aklımı kurcaladı, doğrusu. Neden "başka" mesele oluyor? Söylediklerini okumaya devam ettiğimizde ayrılığın sebebinin; "kabiliyet, gayret, nasip" sözcüklerinin yaratığını öğütleyerek rahat olmam ve kendimde aramam anlatılıyor. Kabiliyet ve gayret sonradan edinilen birer edimler. Ama kısmet, doğuştan benimle gelen bir edim değil mi inancımıza göre? Kısmetsiz olacaktıysam neden var oldum ki?
Kendime soruyorum; kabiliyetsiz miyim?
Bakıyorum kendime; aklım yerinde. Uğraşımın en iyisi olamasam da ortalarda yer alabilecek yetenekteyim. Uğraşdaşlarım arasında; değişime açık, çağın gereklerini izleyip, uğraşıma yansıtan biriyim.
Ama paralı olamadım.
Patronumdan (devletten) hakkımı hep istedim. Ama alamadım. Kişiliğim de; yasaların dışına çıkmaya, açık kapılar aramaya, yönelmemi usundan geçirmedi,
Uğraşıma başladığım yıllarda "patronlar" GSMH’ nın %16’sını alırken; altmış yılda bu oran %56’lara çıktı . O yıllarda; ayın on beş günü cebimde para olurdu.-kendi param- İki binli yılların başında eve borçsuz, ama parasız gelebiliyordum. İki çocuğumu üniversiteye devam ettirebiliyordum, -devlet bursu katkısı dışında hiçbir katkı/destek- almadan. Yine bir kooperatif aracılığıyla konut edinme birikimi de yapabiliyordum zar/zor.
Bugün ise; halk arasında söylendiği gibi "bir köroğlu bir ayvaz"(karı-koca) sosyal yaşamı olmadan üç ayı güç bela tamamlaya biliyoruz. Ne toruna yatırım, ne mala mülke yatırım, ne de sosyal yaşamda, kültürel etkinliklerde yer alabilmede.
" Nasip değilmiş" deyip, doğanın sunduğu nimetlerden payımı vermeyenlerden hak talep etmeyecek miyim?
Çok beklerler.
Yetmiş yılın ellisini bilincimle yaşamaya çabaladım. Yaşamları gözledim. RTE’nin söylemleri gibi yol gösterip, nasihat edenleri dinledim.
Sonuçta öğrendim ki; "alın teri dökerek birilerinin istediği kadar geçim sağlana biliniyor. Açlıktan ölünmeyecek değin.
Doğanın insana sunduğu yaşam olanaklarına ulaşmak olası değil.
Dağıtıcının adaleti yok.
Hırsızlığın, başkasının emeğini, hakkını almak olduğunu öğrenmiştim. Ahlaksızlık olduğunu öğrenmiştim.
Gördüm ki; yanlış öğretmiş annem, babam, ninem, öğretmenlerim, kuran kursu hocam ve çevremdeki büyük bildiğim insanlar.
Öğreticilerimin çoğunluğundan davacı değilim. Onlar doğru bildiklerini yansıttılar.
Ama dünya kazanımlarını paylaştırıcılar adaletli dağılım yapmadılar.
Şimdi de" kısmetinizde (nasip) yokmuş diyerek sıyrılmaya çabalıyorlar.
Yok öyle yağma.
Tanrının huzurunda bile eşit olma olanağı verilmiyor.
Hangi aynı saftaymışız? Bir görebilsem.....
03 Haziran 2019
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.