Bir Las Vegas Masalı
Yamalı pantolon giyen çocukların yaşadığı yerdi bu köy. Yetişkin olana kadar yamalı pantolon ile gezmek zorundaydı. Her çocuk yetişkin olana kadar yalanı iyi kurgulayan oyuncu olmak zorundaydı burada. En iyi oyunu ya da yalanı keşfeden lider oluyor ve egemenliğini bir kraldan farksız yaşıyordu. Yeni yalan oyun bulan, yeni yalanını yayan son liderin karşısına geçiyor, bulduğu bu yeni kurguyu birçok kişi önünde kah ağlayarak kah sızlayarak kah bin bir şekle girerek inandırmaya çalışıyordu. Eğer lider bu yalan kurgulu oyuna kanarsa, her şeyinden oluyor ve hemen hücre evine kapatılıyordu. Hücre evleri nehrin iki yanında, nehir tarafı kapalı ve üç yeri demirlerle çevrilmiş küçük bir yerdi. Eğer lider bu hücreye girerse, ailesi de bu hücrede kalmaya başlıyordu. Burayı merak edip gelen çocuklar, eğer liderin samimiyetini-dürüstlüğüne inanır ve sıkça onu görmek için ziyarete gelirse, hücre hapsinden kurtuluyor ve o topluluğun yaşamının sürmesi için dürüstçe çalışması ve tarımcılık yaparak üretime katkıda bulunması gerekiyordu. Artık kimseye oyun ya da yalan söyleyemiyordu. Ancak, çocuklarını gelecekte lider olabilmesi için toplumun geleneksel yöntemleriyle yetiştirmesi en önemli görevlerinden biri sayılıyordu. Kendisi ve ailesi yamalı elbise giymek zorundaydı. Ancak eskiden lider olmuş ve kendisi gibi yaşayan eski liderlerle arkadaşlıklarına izin veriliyordu. Lider tarafından bu mekanizma titizlikle kontrol ediliyordu. Eğer yasakları delen olursa, idam cezası veriliyor ve kendi çocukları tarafından cesedi nehre atılıyordu. Kısacası yanlışın içinden ulvi kişiliğe kişinin yükselmesine izin verilen, sanki nefsin bir savaşıydı bu. Alışkanlıklarına devamda ısrar bir kişinin buna ısrar etmesi durumunda, nihayete erdirdiği yaşamının bedelini kesinlikle bulduğu, adaletin şaşmadığı bir ince çizgiydi görünen tablo. Lider olup da, çöpçülük yapacak seviyeye gelmek gibiydi dürüstlük burada.
Başka yerlerden buraya ziyaretlere izin verilmiyordu. Herkes bu küçük topluluğu çok merak ediyor ve tutkuyla görmek istiyordu. Acaba farklı olan ne idi ki… Bu soruya cevap bulunamıyordu. Eğer kazara içeri giren olursa buradan evlendiriliyor ve asla burayı terk etmesi istenmiyordu. Ona yalanlar ve oyunlar öğretiliyordu, tıpkı esrara alışması için zorla kanına ilaç verilmesi gibi… Bu oldukça zor görülen bir durumdu. Amaç işkence etmek değil, kurulu düzenin bozulmasını önlemekti. Dürüst ve yalancı kişiler birbiriyle temas halinde olmuyor, bir sınıf farkı oluşturuluyordu. Kimse akıbetlerle uğraşmıyor, ya da lider olursa bunların başına ne geleceğini bilmiyordu, tıpkı eğitimsiz ünlü bir sporcu, manken ve ses sanatçıları gibi. Sıradan olup kendini unutturdukları bir yaşama kavuşurlarsa da onları hatırlayan da olmuyordu. Lider olmak gözde cehennem alevlerdi. Yaktıkça kavuşmak özlemi içinde taviz verecek kadar doyumsuzluğa taşıyor. Hedeflenen görüntüsü adeta gözleri kör ediyordu.
Yamalı pantolonlu çocuk, kazara babasının hatıralarını bulduğunda, pişmanlıklarını ve yaşadığı yanlışları hayretlerle okuyordu. Bu nasıl bir gerçek olabilirdi ki? Gerçekten yamasız elbise giyen birileri var mıydı ki? Aynanın karşısına geçti ve kendini süzdü hayallerinde. Yaması olmadığını düşündü. Yalan ve oyunlarla geçen eğlenceleri ile kıyasladı. Öyle bir deprem yaşadı ki, her şeyin geçici olduğunu ve böyle bir eğitim sonucunda vardığı noktadan hızla düştüğü noktaya kadar, her aşamada acı çekeceğini hissetti. Bir anlık kazanacağı liderliğin bedelini düşündüğünde gerçekten kaldırılamayacak kadar akıbeti çok ağırdı. Niçin bunu yapmalıydı ki? Yiyecek bulmaktan korkusu nedendi? Belki böyle yaşadığı her anda kendisine başka bir ölüm denk geliyordu. Lider olmak için her an yaşarken ölüyordu. Her yalanda, her oyunda, kendini unutuyor ve değişiyordu. Babasına söylemeli ve kendisi gibi dürüst yaşamalıydı. Ama yetişkin olduğunda onu ailesinden alacaklar ve bu oyunun içine-ateşe atacaklardı. Buranın kuralıda buydu. Kendisini nasıl unutturabilirdi ki… Nasıl bir toplumsal değişim ile özgürlüğünü yakalayabilirdi ki… İstemiyorum deme şansı yoktu. Eğer dese ölene kadar hücreye kapatacaklar ve oradan çıkma şansıda yoktu. Hiç kimseyle konuşmayacak, ne verilirse yiyecekti. Bu topluma göre bir hayvan olmayı yeğleyecekti. En iyisi kimseye danışmadan kaçmaktı. Böyle yaşamaktan daha iyi olmalıydı bu yol.
Evden çıktığında gece vaktiydi. İnsanlar uyuyordu. Her şey kolay olacak diye düşündü içinden. Hızlıca kaçmaya başladı… Oda ne uçuyordu. O an ağırlığını hissetmedi bile. Düştüğünde kendini bir çukurda buldu ve her yer karanlıktı. İçeride fareler, yılanlar, akrepler… Ne kadar korkutucu hayvan varsa vardı. Bağırdı fakat kimse duymadı. Kulağına bir su sesi geldi o an. İlerledi. Babasından duyduğu kazara dürüstçe yaşanılan her anda öğrendiği tılsımlı kelimeleri söyledi masum dudaklarıyla. İçinde korku yoktu o anlarda. Hiçbir canlıda ona zarar vermiyordu. Suyun başına geldi. Akan bir bengisu başıydı. Bıraktı kendini. Teslim olduğu bu güzelliğe bıraktı benliğini. Nereye götürürse razıydı, kalbine huzur veriyordu çünkü. Aktı… Aktı…
Öyküde geçen “Yalan söylemek”, yalan dünyayı öğrenmek ve yaşamak; “Lider olmak”, dünyadaki yaşamı iyice öğrenip ona tutunup asla bırakmamak, “Dürüst yaşamak”, dünyanın yalan olduğunun farkına varan kişinin; dünyada yetecek kadar rızkını kazanıp, ahireti için çalışmasıdır.
Saffet Kuramaz