- 923 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
EĞİTİMİMİZİN ÇIKMAZLARI
Hangi milli eğitim sitemine veya hangi milletin eğitim sistemine baksanız bazı çıkmazların yaşanmakta olduğunu görürsünüz. Bizdeki sorun daha fena. Sözüm ona doğru yere bakamadığınız ve doğru kişilerden ve üstelik sağlıklı verileri alamadığınız sürede de teşhisleriniz, bunlara dayalı proje ve politikalarınız, sistemleriniz de taban bulamaz sonuçta.
Sözü uzatmadan bir kaç yaşanmış öyküyle asıl konuya girelim isterseniz. Siz ki vali veya kaymakam olarak atandınız. Eğitim süreçlerinde de kaliteyi artırmada doğal olarak bir sorumluluk hisseder ve falan okulun mezunlarının ya da toplamda ortaokul mezunlarının yüzde kaç oranda fen liselerine veya diğer puanla öğrenci alan okullara yerleştiğine bakarsınız. Ardından da yorumu hemen patlatırsınız. "Yeterli değil beyler. Çok başarılı da değil mişsiniz!...."
Neden bu sayın valiler, kaymakamlar, milli eğitim müdürleri vediğer bürokratlar; ""Bravo arkadaşlar, ne de yetenekli, özdisiplinli, çevreye dutyarlı çocuklar bunlar" demezler. Çünkü akıllı her bir öğrenci, diğer yönlerden de yeterlidir onlara göre. Peki, gerçekte de öyle mi? O zaman "15 Temmuz" kalkışmasının başrollerindekilerin akılları ndan şüphe mi edelim? Etmeyeceğiz elbet. Onlar, zamanlarının en zeki çocukları değiller miydi? Öyleydiler, der gibisiniz. Bnece de öyleydiler. Fakat egoları önde, değerleri ise çok arka planda kalmış, paylaşma duyguları geliştirilmemiş, vefa, sabır, sorumluluk ve empati kurma melekelerşnden bihaberdiler belliki. O zaman alın ise akıl, alın size çok sayıda fen liseli çıkaran okullar. Zaman da kaybetmeden yazdırın çocuklarınızı oraya. Yarınlarımızı el ele cehenneme çevirelim!...
Benzeri şeyleri aile, akraba veya okuldaki akademik ortamlarda da sıklıkla duyar ve hangi okulların sözüm ona bu nitelik yarışında başı çektiğine kulak kabartır, gelecekte de çocuklarınız için planlar yapmaya başlarsınız. Bu arada, mesleki ve teknik okul mezunu olarak bendeniz, sözüm ona o puanla öğrenci alan okul öğrencilere bolca nal toplattığımı da gururla ifade etmek isterim. Mesele motivasyon meselesi ve hedeflerinizin olup olmaması. Yani, öğretim denilen şeyden daha da önem areden bir hayatî konuki, az kalsın bizi haritacak silecek "15 Temmuz Kalkışması" na kadar giden içler acısı bir durum.
Dikkat edildiyse, yaklaşık on yılı aşkın süredir, öğretim süreçleri, öğretim yılı, öğretimde reform vb ifadelerle, eğitim sözcüğü pek kullanılmaz oldu nedense. Bu durum kanımca; kaşığı, çatalı, baharat düzeni, ekmeği olmayan bir sofrada yemek yemeye benziyor. Hani öğretimin altyapısı? Eğitim olmadan öğretim de neyin nesi? Ayakkabılarını daha bağlamadan koşmaya çalışan ve arada da bu koşusunda rekor kırmayı hayal eden bir atletin dramtik sonu. Artık bağcıklara mı takılarak düşer, ayakkabıları ayağından mı fırlar,...gerisini siz düşünün bu komedinin...
Sabahalrı tertemiz teslim alınan sınıfların, lavabo ve diğer her bir zeminin daha ilk teneffüs zilinden sonra adeta yıkıma uğramış bir hale dönmesi öğretimle mi, eğitim le mi ilgili? Cevabınız "Bu normaldir zaten ve okuldaki hizmetli arkadaşların işi bu değil mi? ise, bu yazının devamını okumanıza da bence gerek yok. O zaman her piknikte bu çocuklar bir ateş yaksın ve itfaiye de (işi değil mi?) cansiperane koşarak gelsin, arazözler, helikopterler ve uçaklarıyla yangına müdahale etsinler. Onlar ne için varlar öyle ya!
Değerli olanı, sınavlardaki beşyüz tam puan üzerinden her ne pahasna olursa olsun alınan puan olarak görmeye devam ettiğimiz sürece, bizi daha çoook yıkım bekliyor demektir. Peki nereye bakalım da bu işi düzeltelim? Vicdanlara, duygusal (empatik-sosyal zeka) zekaya ve kültürel zekaya baksak nasıl olur. Bunların bir puanı yok değil mi? Bunlar değer çünkü. Öyle de değerlerki, IQ ile insanlar arasından sıyrılan ve çoğunu hayran bırakan sayısal ifade becerisinin çok üzerinde bir şey yani. Bizi daha insan kılan, bizi daha yurtsever, daha empatik, daha çoğulcul ve olabildiğince de az bencil kılan şey... Ne demek istediğimi biraz da olsa anlatabildim umarım.
Hayata sadece IQ gibi tarafımın da çok benimsemediği bir pencere yerine; yetenek, yönelim, liyakat ve değerlerle örülü bir kişilik diyorum. Milyonlarca insanın ölüm emrini verenlere, nükleer enerjiyi yıkım için için kullanan sözüm ona çok çalışkan ve akıllı bilim insanlarına, hipokrat yeminini sözde eden ve fakat biyolojik ajanların yapımında da siyasi erklere taban olan hekim ve kimyagerlere, biyologlara hayranlık mı duymalıyız? İnsanların sadece pozitif akıl ile dünyayı daha iyi bir yer yapmaları mümkün mü?...
Vicdanlarını, sorumluluk duygularını, vatan ve millet sevdalarını, tarihe dair vefalarını bir yana bırakırsak, ortada vahşice bir yaşamın hüküm sürdüğü dünyayı sahnelemeye devam etmiş oluruz. Sadece akıl, bizi biz yapmıyor malesef. "Ben zekaya değil, çalışmanın gücüne inanırım" diyen nobel ödüllü bilim insanımız Sayın Aziz SANCAR Hocamız, konuyu pek bir güzel özetlemiş sanırım. Biz bu gidişe bir dur denmesini, çocukların bu yarıştan kurtarılmasını, özlerine dönmelerini, hayatla içiçe olmalarını, birlikte gülebilmelerini, ağlayabilmelerini, birbirlerini ezerek geçen değil, ele ele yürüyerek ve hatta omuzlayarak yükselmelerini hayal ediyoruz. Bu esasları bir kenara bırakırsak, yarınımızın son derece duyarsızlıklara gebe olacağı da gün gibi ortadadır.
Güzeli hayal etmeye devam edeceğiz. Sağduyulu ve misyon sahibi, insanı salt insan olduğundan ötürü seven, sayan, koruyan bir gelecekte buluşmak dileğiyle.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.