Merdaneye sarılmış gibi durmadan dönüyordum..
OLACAK OKADAR,ELBET BU GÜNLERDE GEÇECEKTİR.
Serkan’ın iş yerine sabahlamasına alıştım desem yalan söylemiş olurum. Gece uykularım kaçıyor ve yatağın içerisinde sağa sola dönmekten her yanım ağarıyor ve sabahları yataktan kalkmak zor olmaya başlamıştı, tıpkı o sabah olduğu gibi. Son günlerde sabahları kalkıp işe gitmeye bayağı bir zorlanıyordum. Yorgunluğun yanı sıra ayaklarım beni çekmiyordu ve Serkan yine sabaha kadar iş yerinde kaldığı için, o şimdi hem yorgun, hem de uykusuzdur deyip mecburen kalktım.
Şöyle bir dolaştım evin içerisinde ve hiçbir şeye dokunacak halim yoktu. Aklım hep Serkan’daydı. Serkan, yemek konusunu hallediyordu ama sabaha kadar orada, o sigara dumanlarının içerisinde kalmak onu mahvedecekti. Serkan iş yerinde tek başına kalmıyordu bir gurup arkadaşıyla birlikte kalıp sabaha kadar oyun oynuyorlardı. Orada kalanların da aileleri vardı ve onların aileleri de beni suçluyordu bu duruma izin verdiğim için.. Hadi, Serkan’ın iş yeridir kalıyordu, ya onlar neden kalıyorlardı, sırf o oyunu oynamak içindi bütün bu sabahlamalar ve bütün bu eziyet. Gençler, hem oyun oynuyor hem de eğleniyorlardı ve böylelikle de bir başarı elde ediyorlardı kendilerince, bana da kalan uzayıp giden bir borç listesi oluyordu.
Kimisi ödemeden ortalıklardan kayboluyordu, kimisi de ödeyeceğim diyerek oyalıyordu bizi. Ben ise eteklerim tutuşmuş dolaşıyordum ortalıklarda, en son bu iş yerine kilidi vurup çekip gidecektim, bana yapacak başka bir şey kalmıyordu çünkü.
Parası olan gelmiyordu. Parası olmayanlar geliyor onlar da borç yazdırıyordu ve borçları çoğalınca da kaçıp gidiyorlardı; bize de avuçlarımızı yalamak düşüyordu. Serkan, ben halledeceğim, onlardan o paraları alacağım diyordu ama borcunu ödeyebilen adam neden o kadar borç yapsın ki?
Bütün bu düşünceler kafamdayken evden çıktım, zorla yürüyordum ve ayaklarım bir ileri iki geri çekiyordu beni. Kafamın içinde bin bir düşünce dolaşıyordu, bu düşüncelerin her biri bir yana dağılmış toplayamıyordum. Her sabah koşar adımlarla yürürken bu kez yavaş -yavaş gidiyordum ve midem bulanıyor durmadan yutkunuyordum. Sabah-saba bir sürahi su içmeme rağmen hala daha ağzım kuru dilim damağıma yapışıyordu. Bana bir mucize gerekiyordu ve o mucizenin adı da paraydı ve o da gelip beni bulmazdı, bundan emindim.
Öylesine çaresiz hissediyordum ki kendimi, ben bu mücadeleyi kaybediyordum galiba. Yüzümde bir gariplik, duygularım paramparçaydı artık… Ben, ben kendime çareler arıyordum ama bulamıyordum
Her gün gelip gittiğim bu yollar uzadıkça uzuyordu, ne olmuştu da bu yollar bu kadar uzamıştı?
Daral geldi ve tam oracıkta yığılıp kalacaktım neredeyse, kendimi zor toparlamıştım ve midem hala bulanmaya devam ediyordu. Bir merdaneye sarılmışçasına döndükçe dönüyordum
Zorda olsa kafeye varmıştım ve her zamanki gibi Serkan yine yüzüme bakmadı, yine her zaman olduğu gibi ona sitemler ettim. Sonrada Serkan’a dönerek, Serkan günaydın dedim. Serkan şöyle, duvarın üzerinden atar gibi kafasını çevirdi ve o da bana ‘’günaydın’’ dedi ve yine önüne dönerek, elinde telefon birisiyle konuşuyordu ve onunla konuşmaya devam etti. O sıralar en çok ben konuşuyordum; benimkisi konuşmaktan öte çok bağırıyor ve de durmadan kızıyordum. Kızdığım şey için aslında haksız değildim, müşterilerle öyle laubali olmayın, onlarla yüz göz olursanız sonra onlardan para alamazsınız, az biraz mesafe koyun müşteriyle aranıza diyordum, ne oldu? Şimdi sözüme geldiler gelmesine de, ne çare artık.
Serkan’a eve gitmesini söyledim, ben de şöyle bir dolaştım kafenin içerisini. Serkan bana itiraz etmedi ona hadi sen eve git deyince, ayakta zor duruyordu ve itiraz edecek durumda değildi. Serkan cebinden çıkardığı otuz milyonu bana uzattı ve o çocuktan kırk beş milyon daha alacağım dedi
Hangi çocuk bu?.
Serkan, ‘’hani var ya o oyunu oynayan o işte, hani yeni gelmeye başladı ya buraya’’, dedi.
Sabah- sabah kızmayayım dedim çünkü her ikimizde zor duruyorduk ayakta
Kim o?
Hem neden bu kadar çok borç yapmasına izin verdin? Deyince
Serkan, hemen sinirlenip kızdı. ‘’Tanıyorum o çocuğu hem evini de biliyorum bizim orada oturuyor’’ dedi.
Bizim orda nerde oturuyor? Hem neden borcunu ödemiyor peki? İnşallah bizim orada oturuyordur deyince de.
Serkan,, sen karışma ben halledeceğim’’ dedi. Evet, sen halledeceksin de, nasıl halledeceksin? Mesele de bu ya dedim.
Saat ilerliyordu ve henüz hiçbir müşteri gelmemişti kafeye. Bu sabah Gökhan’ı aramayacağım, bakalım saat kaçta gelecek dedim kendi kendime. Derken üst komşunun oğlu Mahmut geldi ve gelir gelmez de başladı konuşmaya. O an Özgür yoktu. Özgür ailesiyle birlikte Silivri de yazlıktaydı. Özgür’ün de çenesi hiç susmuyordu eğer onu susturacak bir şey bulamasam. Mahmut’ta onu aratmıyordu doğrusu. Mahmut, aslında hiç de fena şeyler anlatmıyordu. Mahut’un anlattıklarını biz de her gün sesiz olarak düşünüyorduk, Mahmut ise sesli konuşuyordu. Bu iş yerini devir aldığımız adamı anlatıyordu. Onunla aynı memleketliymişler ve ona bayağı bir sahip çıkıyorlardı,annesi yemek falan gönderirmiş,şaşırdım çünkü çok cimrilerdi..
İş olmadığından dolayı PC de oyun oynuyordum ve oyunu bırakıp Mahmut’u dinlemeye başladım. Bu iş yeri için düşündüklerinin hepsi doğru şeylerdi de, benim şaşırdığım o küçük haliyle bunları nasıl düşündüğü idi. Dakikalarca konuştu ve ben onu dinledim, en son bi PC’nin başına geçti ve sustu.
On dakika sonra Gökhan geldi. Gökhan geldi gelmesine de yüzünden düşen bin parçaydı ve bir karış suratla geçip oturdu, ben aramadan,
Kendiliğinden gelmişti ama yüzü çok asık ve keskindi. Gökhan o aralar hiç iyi değildi, üzgündü çünkü sevdiği kız onu terk etmişti ailesinin baskısı sonucu. Uğruna şiir yazan, Korkmadan kızla tanışmak için, İstanbul’dan kalkıp ta Ada pazarına kadar gittiği ve de milyonlarca telefon faturası ödediğimiz o kız Gökhan’dan ayrılmıştı. Gel ki Adapazarı Gökhan’ın memleketiydi ama olsun gene de çok iyi bildiği yer değildi ve kimlerle karşılaşacağını da hiç bilmiyordu.
Ayrılmalarını öyle belirli bir sebebi de yokmuş. Kızın babası, Gökhan’ın ona çektiği mesajı okumuş ve fena halde kızına kızmıştı. ‘’Kızım senin geleceğin var hem sen okuyorsun ne işin var aşkla meşkle’’ deyip bir güzel fırça atmıştı kızına. Kızın babası haksız değildi aslında ve yerden göğe kadar haklıydı kızına kızmakla. Bende baskı yapıyor, bende oğlumun okumasını istiyordum ama ne mümkün oğlumun âşık olmasını engelleyemedim bir türlü, bu ilk değildi üstelik. Âşık olmuştu bir kere, ben ona ne diyebilirdim ki?
Gökhan o kızı öylesine saf, öylesine dürüst, öylesine temiz duygularla seviyordu ki, ona kıyıp hiçbir şey diyemiyor, ona söz demeye kıyamıyordum. Bu yüzden onun bu aşkına ses çıkaramıyordum. Ben, çevremde Gökhan’ın yaşıtlarını görüyordum onlara göre her şey bir oyundan ibaretti ve ciddiye alınması gereken hiçbir şey yoktu ortada onlar için:
Ev sahibi sonunda binanın girişinde bir posta kutusu yapmıştı ve bu kutuyu yerleştirmiş oralarda dolaşıyordu, muhtemelen benim tepkimi merak ediyordu. Ev sahibine, bundan sonra yaptırsan ne olur,yaptırmasan ne olur,bana mektup yazanlara haber ettim,mektuplarınız kayboluyor yazmayın diye, artık kimse bana mektup yazmayacak deyip bir güzel sitem ettikten sonra. Gökhan’la birlikte bu kutuyu yeniden keşfetmek için bakınırken, kutunun içerisinde bir mektup vardı. Gökhan kutuyu açıp mektubu aldı, mektup Gökhan’a gelmişti. Gökhan mektubu alıp arka cebine koydu ve bana kimden geldiğini söylemedi ilk başta, ben biraz ısrara edince söylemek zorunda kaldı; mektup Adapazarı’ndan, o kız arkadaşından gelmişti.
Gökhan’a, hayret, posta kutusu benim ısrarlarım üzere yapıldı ama ilk mektup sana geldi, anlayalım bakalım dedim. Gökhan, pek sevinmiş görünmüyordu, morali bozuk ve zora ki bir gülüş vardı yüzünde.
Gökhan’ la hemen her gün konuşa -konuşa iş yerine gidiyor, sonra bir ara eve gelip yemeği yedikten sonra yine beraber iş yerine geri dönüyorduk. Genellikle Serkan, iş yerinde sabahladığından dolayı, haliyle iş yerine gelişi akşamüstü oluyordu. Serkan iş yerine gelince de Gökhan la yine tekrar konuşa- konuşa eve dönüyorduk, o gün olduğu gibi.
O gün eve gelip yemeği yedikten sonra yeniden kafeye dönmek zorunda kaldık, çünkü Serkan’ın ehliyet kursuna gitmesi gerekiyordu.
Gökhan la onca zamanı beraber geçirmemize rağmen, benimle hala konuşmamakta diretiyordu. Üzerine biraz fazla gidince baktı kurtuluş yok bana konuyu açıklamak zorunda kalmıştı ama arkasından da tembihledi, ‘Adapazarı’ndan ona bir mektup geldiğini kimseye söylemememi istiyordu benden.
Neden söylemeyeyim? İyi ya bir mektup almışsın bunda ne kötülük var deyince. Gökhan,, ‘’hayır, bu öyle bir mektup değil’’ dedi.
Peki, bu mektubun nesi var?
Gökhan, ben bu mektubu bekliyordum bana internetten söylemişti, biz ayrıldık’’ dedi.
Bunu duymak, bana soğuk duş etkisi yapmıştı, içim burkuldu, bir garip olmuştum. O an oğluma ne diyeceğimi, ona nasıl davranacağımı bilemiyor, çok üzülmüştüm. Kafamın içi karma karışık olmuştu, ben neden bu kadar üzülmüştüm acaba? Ayrıldıklarına mı? Yoksa oğluma mı? Sanırım oğlumu bu kadar üzgün görmek beni üzmüştü. Gökhan’a soru sormak istiyordum ama bir yandan da sormaya korkuyordum onu incitecek sorular sorarım diye, zaten yeterince incinmişti ve yere devrilmek üzere olan bir ağaca benziyordu hali. Ayaklarına zor basıyor adımlarını zor atıyordu.
Peki, ne oldu, neden böyle oldu? Her şey o kadar iyi giderken böyle birden bire.
Gökhan, ‘’babası yüzünden’’ dedi.. Gökhan, bir anda olanları anlatmaya başladı, anlatırken çok üzgündü, dudakları titriyor, ellerini sürekli oynatıyor bir yandan da ovuşturuyordu. Hem çok tedirgin hem de çok heyecanlıydı benimle konuşurken, bir yandan da sürekli tembih ediyordu bu konudan kimsenin haberi olmasın’’ diye.
O ana kadar yığınla genç tanımıştım, hemen hepsinin hayat hikâyesini biliyordum, hemen hepsi de bana ilk aşklarını anlatmışlardı. Üzerinden zaman geçtiği ve çoğunun o aşkları geride kaldığı için, anlatırlarken yaşadıklarına hemen hepsi gülüyordu. Nasıl başlamış, nasıl bitmişti, hepsini en ince ayrıntılarıyla anlatmışlardı bana. Gençler bana içini dökerken ben ya gülümsüyor, ya da kahkahalar atıyordum onları dinlerken. Ama bu sefer gülemiyordum, bırak gülmeyi oğluma konuşacak tek kelime bulamıyordum. Sadece, evet oğlum bu kızları anlamak kolay değil, şimdiye kadar kimse anlayamamış ki sen anlayacaksın. Bu kızlar böyle işte boş ver, diyebildim ancak omzuna dokunarak.
Gökhan, ısrarla ‘’babası’’ dedi.’’Babası ona aşkı, sevmeyi yasaklamış, ‘’sen okuyacaksın sana aşk ne lazım’’ demiş…’’ Babası ne yapabilir’’ deyince. Olur, mu öyle şey, babası her şeyi yapabilir kızına çünkü onun babası ve ondan o sorumludur. Kızının okumasını istiyorsa kızı da okumalıdır, baba kızını etkiler bu çok normaldir dedim.
Gökhan, ‘’ne demek babası etkileyebilir?’’.deyip Hala kızı babasına karşı savunuyor, kızın babasını suçlamaya çalışıyordu. Hemen -hemen ikimizde karşılıklı ayni şeyleri tekrarlıyorduk. O arada iş yerine de gelmiştik. Gökhan hemen oturdu mektubu okumak için., Mektubu açınca içinden bir mektup daha çıktı. Gökhan’ın beklediği mektubun içeriğini Gökhan biliyordu çünkü ona mail adresinden mektupta yazdıklarını göndermişti, ama içerisinden çıkan bu ikinci mektuptan haberi yoktu Gökhan’ın…
Gökhan, ‘’bu ne şimdi’’ dedi? O mektup ötekisinden daha farklı bir el yazısıyla yazılmıştı, her şeyi bitirmemişti de, sanki bir oyun oynuyorlardı gibi. Gökhan, ilk an ne olduğunu anlayamadığı için ‘’bu ne demek böyle şimdi?’’demişti
…O mektubun içerisinde de küçük bir kâğıt daha vardı, mektubu açınca o yere düşmüş, Gökhan hemen onu eğilip aldı. Gökhan kağıdı açtı ve kâğıdın içerisinde de bir hat var vardı, ekonomik olsun diye Gökhan o kıza öğrenci hattı olarak kaydedip yollamıştı. Ben günlerce o hattı aradım durdum, aha da burada vitrindeki kutuda duruyordu nereye gitti deyip, merak ediyordum hattın akıbetini,hıı, hattı boşu boşuna aramışım, meğerse kıza yollamış hattı,ben de nerde kayboldu diyordum…
Kız, o hattı da geri yollamıştı.. Aklıma, evdeki vitrinin içerisinde kızın bir resmi vardı o geldi. O resim epey den beri yerinde değildi. Demek ki o resmi de Gökhan kıza geri yollamıştı, durum onu gösteriyordu. O resim nerde diye merak ediyordum, hatta Serkan vede arkadaşına sorup duruyordum o resim nereye kayboldu diye….
Gökhan çok acı çekiyordu ve bunu en yakın arkadaşlarıyla paylaşmıyor, kimsenin de duymasını istemiyordu. Hele -Hele Serkan vede arkadaşının duymasını hiç istemiyordu.
Gökhan’a bakarken içim acıyordu ‘’Daha yaşı çok gençti Gökhan’ın, bu yaşta böyle şeyler olur elbette, bu günlerde gelip geçecektir mutlaka ama geçerken de onu biraz hırpalayacaktır, burası kesin’’. Ben hiç âşık olmamıştım, aşk acısı nedir hiç bilmiyordum ama artık tahmin edebiliyordum nasıl bir şey olduğunu. Bir kez daha, keşke âşık olsaydım oğlumu o zaman çok daha iyi anlayabilirdim belki’’ .
Gökhan’ın aşkı bitmişti ama esintiler devam ediyordu, bir sinir bir asabiyet sormayın gitsin. Hemen her şeye tepki veriyordu. Yüzü genellikle asıktı ama bu kez hem asık hem de çok üzgün duruyordu. Yerinde duramıyor sabırsız hareketlerde bulunuyordu. Olacak o kadar bu günlerde geçecekti elbette, daha ne yeni aşklar yaşayacak kim bilir. Şimdi kız bıraktı, belki ilerde sudan sebeplerle Gökhan bırakacaktır kızı, eğer bu acıların zerresi içerisinde kalırsa. İntikam yoluna gidebilir bilinçaltı da olsa, umarım böyle bir şey olmaz. Bu anlar burada kalır ve ileriki günlere hiçbir şey taşımaz, umarım.
Ben kendimi daha iyi hissediyor, biraz daha kendimi toparlamıştım. Gökhan geldiğinden beri hiç konuşmuyor PC başında durmadan bir şeyler yazıyordu. O ara bir başka arkadaşı gelmiş, o arkadaşı durmadan konuşuyor, Gökhan ise ona hiç yanıt vermiyordu. Ben konuşuyordum çocukla mecburen. Bir arkadaşı aradı, onunla kulaklıkla konuşarak kahkahayla güldü, sordum ama bana anlatmadı neden böyle kahkahayla güldüğünü.
16 / 5 / 2005 / Perşembe:
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.