- 460 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KEMANIN GÖLGESİ
Alev/Kızıl kahve saçları omuzlarını takip ederek gür dalgalar halinde beline dökülüyordu. Yüzü küçük olmasına rağmen iri gözleri vardı. Yosun yeşili gözleri kuzeyin soğukluğunu barındırıyor, sertliği içine işliyordu. Doğallık burnu ve dudaklarında belirgindi. Uzun boynu belirgin köprücük kemiklerine eşlik ediyordu. Ufak tefek bir kızdı, bu çarpıcı duruşuna engel değildi.
Deniz/Gür siyah saçları, koyu kahve gözleri vardı. Saçları dalgalı, bakışları kahvenin sıcacık tonunda gizliydi. Elmacık kemikleri belirgindi. Geniş omuzları yerini yapılı vücuduna bırakıyordu. Uzun boyu kendini gizleme ihtiyacı duymamıştı.
“Hayır, bana bir sol çekmeni istiyorum.”
Becerikli parmakları kemanın tellerine dokundu ve re telinde yerini buldu. Deniz gerçekten yetenekliydi, parmaklarının kıvrak hareketlerinden belliydi. Kemanı tutuşu ve notaları hızlı kavrayışı müzik kulağının iyi olduğuna işaretti.
“Güzel, iyi gidiyorsun.”
Alev’in de ondan kalır yanı yoktu. Bu aleti beraber tanımışlar, birlikte yol almışlardı. Birbirleriyle yarışır gibi, birinin eksiğini öteki tamamlıyordu.
“Sana yetişmek mümkün mü, Alev?” Gözlerinin içine bakarak gülümsedi.
“Eh, belki biraz uğraşırsan bir ihtimal olabilir, Deniz.” Aynı vurgu ve tonlamayla seslenerek bakışlarına karşılık verdi.
“Bir fa daha, sonra la teline geçeceğiz. Parmakların biraz dinlensin.”
Kemanı bıraktı, sonra parmaklarını esnetti. Notalara şöyle bir göz attı, ölçüleri tekrar çalışması gerekiyordu. Alev’e baktı, eşyalarını düzeltiyordu.
Çalıştıkları yerin manzarası harikaydı, gökyüzünün içinde yüzüyormuş hissi veriyordu. Balkonu küçük, demirleri alçaktı. Demirler kıvrımlı motiflerle şekillenmişti. Kahverengi, pek de yeni sayılmayan bir koltuk odada yerini benimsemişti. Koltuğun üstündeki tabloda bir at şaha kalkmıştı. Duvarların boyanması gerekiyordu, ama şimdilik de idare eder durumdaydı. Nota sehpalarının yanındaki tabureler çalışırken dağılmıştı. Tahta zemin ara sıra gıcırdıyor, odanın eskiliğini tazeliyordu.
Birden aklına bir fikir geldi. Alev’e dönüp tekrar baktı, neden sonra seslendi.
“Nefes almak ister misin? Hadi gel dışarı çıkalım.” Alev bir süre tepeden tırnağa genç adamı süzdü.
“Müzikle beslenen sen, nefes almaktan bahsediyorsun öyle mi? Hadi öyleyse, madem canın istedi çıkalım.”
Hava soğuktu, çıkarken koltuğun üzerindeki montlarını aldılar. Yürürlerken döşeme gıcırdadı, kısa süreli sessizliğin bitişini haber verir gibiydi. Genç adamın yüzünde hafif bir tebessüm belirirken gözleri huzurla doldu.
“Hatırlıyor musun, yine çalışmamız bitmişti. Yine böyle dışarı çıkıyorduk, hava soğuk, üzerinde aynı mont vardı. O anda kalmak istemiştim. Gözlerinin içindeki mutluluk ışıltılarının kaynağı bendim.”
Alev’in gözleri muzip bir edayla devrildi.
“Nasıl unuturum? Şapşal, sakarlığın yüzünden neler oldu. Ellerin titriyordu heyecandan.”
Hocanın karşısına çıktıkları zaman Deniz’in yüzü bembeyaz kesilmiş, elleri titremişti. Deniz kemanı elinden düşürmüş, diğeri kendini tutamayıp gülmüştü. Erdem hoca bir an duraksamış, o da kahkahayı koyuvermişti.
“İyi güldürdün Deniz, hadi tekrar alalım.”
Tanrım, tam bir fiyaskoydu gerçekten. Adam Alev’in amcasıydı. Alev de az değildi hani, hiç fire vermemişti. İkisinin karşılaşması pek de hoş değildi doğrusu.
O günü asla unutamayacaklardı. Üzerinden hayli zaman geçmesine rağmen hatırlarken yüzlerindeki gülümseme eksik olmuyordu. Ki onca zaman, bu anıyı da yenememişti. Geçmiş, hep yüzlerini güldürecekti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.