Hassasiyetlerimiz...
Her daim adil kalabilmek.
Dilde söylenmesi çok kolay, ama gel gelelim bütün hadiseler karşısında adil kalabilmeyi başarabilmek öyle, hiç de kolay değildir.
Düşünün bir kez her ne olursa olsun, herhangi bir şeyi; duygularınızı, düşüncelerinizi, hislerinizi ve arzularınızı hiçbir şekilde karıştırmadan, tamamıyla hakikat merkezli kavrayabilmek ve hak üzere hareket edebilmek, hakkın hatırını her türlü hatırdan âli tutup, sonuç ne olursa olsun, hakkaniyetli karar verebilmek...
Belki hepimizin idealidir. Gerçekten samimi olarak temennimizdir. Lakin nefsimi dahil ederek söylüyorum, tüm insanlık aleminde kaçta kaçımız başarabilmişizdir bunu, bilemiyorum.
Belki birçok konuda, birçok kişi kısmi başarılar elde edebilmiştir, lakin bazı hususi alanlara girilince mutlaka mayınlar patlıyor ve bir taraflara savruluyoruz
Yani hayatın her alanında ve her konuda istisnasız, adil kalabilmek, işte bu çok zor.
Zaten sonuçta adili mutlak olan Cenabı Hak değil midir? Evet hiç şüphesiz adili mutlak olan Allah Teala’dır. Lakin biz kulları da, özellikle İslam coğrafyasında doğmuş bulunan kulları da Rabbimizin emrettiği şekilde, adil olmaya çabalama mükellefiyeti altında olduğumuzu sürekli hatırımızda tutmalıyız. Hiçbir zaman unutmamalıyız ki, biz İslam coğrafyasında yaşayan, İslam kimlikli insanlar yeryüzündeki tüm insanlık alemi için örnek ümmetiz!
Ben dahil çevremde herkesin muhakkak bir yumuşak karnının bulunduğunu müşahede etmiyorum dersem, doğru olmaz. Bunun kaynağı kiminde etnik kimliği, kiminde cemaat aidiyeti, kiminde ailesi, kiminde vatanı, coğrafyası veya ideolojisi. Sonuçta her birimizin takılıp tökezlediği bir aidiyeti bulunabiliyor. Zaaflarla donanmış insan evladı olarak bunu normal karşılıyorum aslında, lakin insanın biraz da acziyetini ve noksanlığını kabul edip, kibirden uzaklaşmaya çabalaması gerekmez mi? Böyle yaptığı taktirde, daha tahammül edilebilir olur, hiç olmazsa. Zira, hiçbirimiz mükemmel değiliz elbette ve aslında bunun farkındayız,önce her hal ve şartta, herkes için adaleti tesis etmeye çabalamalıyız. Kim olursa olsun, hangi makamda olursa olsun, kişilere adil davranmasını becerebilmeliyiz. Bunun için de sanırım şu ön yargılarımızdan da uzaklaşmamız gerekiyor. Ön yargılarımız adil kararlar alabilmemizde son derece sinsi bir şekilde, menfi tesirlerde bulunuyorlar. Belki farkındayız, belki farkında değiliz, ama öylesine kodlamışız ki önyargılarımızla beynimizi, üzerine basınca otomatik şalter atıveriyor. Bu kodlardan sıyrılabilmenin bir yolu da zannımca herkesi olduğu gibi kabul edebilme erdemini kuşanabilmektir. Hiç kimse benim gibi değildir ve olması da gerekmiyor. Ben de kimseye benzemek zorunda değilim. Ben kendime Müslüman ismini yakıştırmışım; Allah’ın istediği, Resulullah’ın örnekliğindeki gibi bir kul olmaya çalışıyorum. Hiç kimse bunu engellememeli/engelleyemez. Başkalarının kişilik sınırlarını ihlal etmeden, dilediğim hayatı dilediğim şekilde yaşayabilmeliyim. Aynı şekilde hiç kimseden de benim gibi inanmak ve yaşamak zorunda olmasını beklememeliyim. Benim gibi onlar da kendilerini tanımlama ve diledikleri gibi hayatlarını tanzim etme hürriyetlerine sahiptirler, bundan daha doğal bir şey olabilir mi?
Doğruyu araştırma ve daha güzele ulaşma çabasıyla; emri bil maruf, nehyi anilmünker, yani inanç ve düşüncelerimizi açıklama ve yayma faaliyetleri de kutsaldır elbette, ancak dayatmamak ve mecbur kılmamak kaydıyla. Sanki benim düşündüğüm ve inandığım en doğrusu imiş gibi! Kimin hakiki manasıyla doğru ve hak üzerine olduğu da aslında ahritte, hesap günü ortaya dökülecektir. Karşımızdaki kişilere inanç veya düşüncelerimizde üstünlük hisleri taşıyorsak, bu bizim yeterince olgunlaşamadığımızın bir göstergesi değil midir?
vesselam.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.