- 389 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
560 - ISLAK MAVİ
Onur BİLGE
“Islak Mavi,
Yanık tende masmavi gözler nasıl olursa işte aynen öyleydi, ıslak gözlerin. Uzun, sık, kıvrık kirpikli, akı çok… Çocuk çocuk: “Çoktandır ayrıydı annemle babam. Anneannem, annem ve ben… Kendi yağımızla kavruluyor, yuvarlanıp gidiyorduk. O adam ellerinde çiçeklerle evimize gelmeye başlayınca huzurumuz kaçtı. Bende hüzün ve eziklik, anneannemde telaş ve merak, annemde sevinç ve heyecan… Belirsizlikler arasında kahroluyorum!” diyordun. Daha sonra değişti işin rengi, sana döndü bütün ilgi. Ne olduysa ondan sonra oldu zaten.
Zaten boyalıydı gözlerin. Kudretten oyalı boyalı… Ben diyeyim mavi, masmavi, sen de lacivert… O adam gözlerini nasıl boyadı? Öyle bir havalandın ki durup dururken! Neymiş? Bakara güllerle geliyormuş, adına şiirler yazıyormuş, mum ışında müzik eşliğinde okuyormuş, gözlerine ne hoş bakıyormuş. Neymiş? Özel taksisi varmış. Sizi en lüks yerlere götürüyor, her gün gezdirip tozduruyormuş.
Islak Mavi! Ben diyeyim mavi, belki lacivert… Her ne renkse, o gözler bana onulmaz dert! Annen hayal kırıklığına uğradı, hüsran içinde: “Bari o mutlu olsun!” diye bağrına taş bastı. Ben öylesine… Gurbeti var, hasreti var… “Mutlu mu mutsuz mu?” Merakı var, kahrı var.
Daha elinin kınası çıkmadan bir çuval şikâyet, dağ gibi pişmanlık… Gittikçe artan şiddet! Nasıl dayanacaksın yardımsız, desteksiz, yalnız başına? Anlattığına göre ev, ev değil, yarı açık cezaevi… Koca dediğin, gardiyan… Dayan Islak Mavi, dayan!.. Mutluluk umuduyla git, yan da yan!..
Şimdi bir de hamilelikten bahsediyorsun. Mademki geçinemiyorsunuz, neden bebek yapmaya kalkıyorsunuz? Her üçünüze de yazık! En çok çocuğa yazık! Belli ki sonunda ayrılık var, yazık ki ne yazık!..
Kayınvaliden: “İlk günden bebek istiyorum!” diye tutturmuş. Kocan, bebek olursa ayrılmaktan vazgeçersin sanmış. Sense ayrılığı kafana koymuşsun: “On çocuğum da olsa kurtulacağım senden!.. Beni zorla elinde tutamazsın!..” diye bayrakları açmışsın. Annenle anneannenle arayı açmışlar, ne geliş gidiş, ne selam kelam…
“Kimin kimsen var mı?” demiştim. “Sen varsın!” demiştin. Dünyalar benim olmuştu! Ben her zaman varım senin için. Hem de sonuna kadar varım! Fakat çağırmazsan yanına gidemem. Buradan da bir şey yapamam. “Gel!” de, gidip alıp geleyim seni, ne pahasına olursa olsun! Annene teslim edeyim. Bunun için önce kesin karar vermiş olman lazım. Yuva yıkmak kolay değil. Her şeyi enine boyuna düşüneceksin. İlerde pişman olacaksan asla öyle ayrılmaya kalkmayacaksın. Önünü göremediğin hiçbir şeye teşebbüs etmeyeceksin. Durduk yerden başına iş açmayacaksın. İyi kötü idare edilip gidiliyorsa düzenini bozmayacaksın. Monotonluktan sıkılıp, değişiklik ve heyecan arayarak riskli maceralara atılmayacaksın.
Ağlamak sana ne kazandırır? Ağlama, düşün ve karar ver! Devam edebileceksen, ağlamayı bırak, yapman gerekenleri yaparak hayatına yeni bir düzen ver. Yok, sürdüremeyeceksen, kendini daha fazla yıpratma, ya kalk gel, ya çağır, seni alıp geleyim! Aylardır sürüncemede, yılan hikâyesine döndü ailevi sıkıntıların. Hayat ümidi varsa yaşatmaya çalış, evliliğini. Öldüyse, yapılacak bir şey kalmamış. Ölüyü ne yaparlar? Gömerler.
Bugün bunları konuştuk telefonda. Telefonla halledilecek mesele değil aslında. Bir araya gelip enine boyuna düşünmek, sorunu kökünden halletmek lazım. Üzüm bağda, bağ dağda… Böyle olmaz ki!
“Bana güvenmiyorsan babanı çağır…” diyeceğim ama baba, baba değil ki! İskele babası! Üzüleceksin diye o konuyu hiç açmadım. Baban ne kadar baba olduysa, kocan da o kadar baba olacak!
Bunca sıkıntı içinde bebek rahat gelişebilir mi? Sağlıklı olabilir mi? Bir can dünyaya gelecek. Teniyle ruhuyla… Nasıl bir dünyaya gözlerini açacak garibim? Anne olamayan anneyle baba olamayan babadan her bakımdan mükemmel bir birey beklemek ne kadar doğrudur?
Okul önlüğünü çıkarır çıkarmaz gelinlik giymenin anlamı var mıydı! Birazcık bekleseydin, biraz toparlansaydın, kendine gelseydin… Kaçırılmayacak fırsat mıydı mıymıntı!
Her istediğini kolayca elde etmeye alışmış o. Tatmin edemezsin! Daldan dala atlayarak ömrünü tüketecek. Zıplayabildiği kadar zıplayacak, hoplayabildiği kadar hoplayacak. En sonunda duvara toslayacak! Artık o duvar ne olur bilemem. Kadın mı, kız mı, erkek mi, hastalık mı, kaza bela mı, ölüm mü?
Her şeyin bir sonu var. Onun da sonu gelecek, mutlaka. Ancak sen, sona kadar sabırla ona refakat edebilecek misin? Yaptığın fedakârlığa değecek mi? Hayatının baharında harcayacağın yılların karşılığını alabilecek misin?
Bence önce beklentilerini tespit etmen gerekir. Bir ayağını kaldırmadan diğerini emin bir yere basmış olmalısın. O yer muhtemelen ilk etapta annenin evi olacak. Sonrasını zaman gösterecek.
Sana kıyamamakla beraber dayanabildiğin kadar dayanmanı, aşırılıklara sabretmeni, yuvanı yıkmamanı tavsiye etmekteyken annenden sana: “Kalk gel!” demesi beklenemez. Öncelikle onunla bir araya gelmeli, en mahrem konulara kadar inmeli, ne yapılması gerektiğini kararlaştırmalısınız. Aile hayatında yalnız en yakınına anlatabileceğin sorunlar da olabilir.
Her şeyi anlayabilirim de şiddeti kabul edemem! Anlaşılan bu adam gemi azıya almış, sonunda seni zıvanadan çıkarmış. Aslında ilk tokatta evi terk etmek lazım ama bunu sana diyemedim. Bir kere başlamış, arkasının geleceği besbelli… Huylu huyundan vazgeçmez. Şaptan olur mu şeker!
Bir adam hanımına nasıl vurur! Akıl alacak gibi değil! Neden vurur? Değeri kalmamıştır, gözden çıkarmıştır da ondan. O zaman yeni bir gözdesi var demektir. Nitekim de öyle olmuş. Ayıla bayıla aldığı halde bir süre sonra bıkmış ki başkasına meyletmiş. İnsan sevdiğine vuramaz! Değil vurmak, bakmaya kıyamaz!
Ya şiddete maruz kalan ne haldedir? O artık o sadisti zerre kadar sevebilir mi! O zaman evlilik bitmiş. Aşkın yerini mecburiyet, sevginin yerini nefret, saygının yerini korku, vazgeçilmezliğin yerini de zorunluluk almış. Kocalık zorbalığa dönüşmüş. Bence daha fazla bekleterek ölüyü kokutmanın âlemi yok! Gömeceksin! Sana bunu da diyemezdim. Yanlış anlaşılmasından korktum. Kendin düşün ve bul. En doğrusu o!
Islak Mavi oldu içim dışım. Yazım kışım Islak Mavi… Aşkdeniz’e bakmaya doyamıyorum. Aşkdeniz gözlerin… Bazen füme, bazen mavi, lacivert, siyah ama hep ıslak… Ne zaman kuruyacak kirpiklerin? Ah o birer birer yüreğime saplanan, onulmaz birer yara açan, ince ince sızlatan, biteviye canımı yakan, uçları zehirli kirpiklerin… O zehir ki yavaş yavaş öldürür. Hayır! Öldürmez, süründürür!
Küçükken annem başımı yıkarken sabun kaçardı gözlerime. Bağıra bağıra ağlardım. Ciyaklardım anlayacağın… Nasıl da yanardı! Banyodan çıktığımda gözlerimin içleri kıpkırmızı olurdu. Gözlerimi açamazdım. İki elim gözlerimde… Ovalayıp dururdum. Bir süre etrafa bakamazdım.
Şimdi de Islak Mavi kaçtı gözlerime. Onun için canım yanıyor. Ellerim gözlerimde… Gözümde dünyanın değeri yok. Bağırıp çağırmıyorum. İçin için ağlıyorum. Feryat etsem kim duyar! Duvar gibi bir yar!
Bir yar diyar diyar gezdirir beni. O yar, oyar gözlerimi, canımdan bezdirir beni!
Ben kendinden gizlerim, o yâd ellere sezdirir beni. Sezdirir de bana ezdirir beni.
Senin bana ettiğini kocan sana etmemiştir ama ben hoşnudum derdimden. Derdimden bir hoşum. Öyle ki anlatılmaz! Tarife sığmaz bir haz…
Hoşnut”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 0560
YORUMLAR
Islak Mavi oldu içim dışım.
Yazım kışım Islak Mavi…
Aşkdeniz’e bakmaya doyamıyorum.
Aşkdeniz gözlerin…
Bazen füme, bazen mavi, lacivert, siyah ama hep ıslak…
Evet sevgili Onur Bilge bitmesini istemedim inanın çok güzel bir anlatım vede feyzler dolu bir sayfa olmuş kaleminizin izleri...
Kutlarım
Emeğe saygımla...