- 2030 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HAYATIN İÇİNDEN
HAYATIN İÇİNDEN
Yıl 2019
Aylardan Eylül...
Mevsim Sonbahar...
Havaların soğumasıyla birlikte,doğa canlılığını kaybetmekte,ağaçların yaprakları
renk cümbüşü içinde yeşilden sarıya,turuncuya ve kızıla dönüşmekte...
Rüzgarda savrulan umudunu yitirmiş yapraklar,başka bir diyara göç etmekte...
Çıplak kalan ağaçlar,gelecek baharların ümidiyle,ayakta kalabilmenin savaşında...
Karşı dağların tepesini sis sarmış...
Göğün mavisini de gri bulutlar...
Garip bir kasvet var içimde...
Arabanın camından esen ılık rüzgar yüzümü okşuyor,saçlarımı değilde,içimdeki garip bir hüznü dağıtmak istercesine...
Arabamızla yolda giderken radyoda söylenen bir şarkıya dalıyorum...
" Hüzün zaman zaman deli dalgalarla gelir " şarkısındaki,
" Her dalga ömrümden bir şeyler koparır." mısrasına takılıyorum ama yine de kopmuyorum hayattan,sevgimle hayata daha sıkı sarılıyorum.
Her ne kadar yazdan kalma günler yaşasak da,hüznün mevsimidir sonbahar...
Bize hayatın gerçeklerini göstermek ister.Toz pembe değildir.
Kurumuş,gazel olmuş yaprakların gözyaşlarını göremezsiniz.
Her ne kadar bizlere güzel görüntüler verseler de,onlar içten içe ağlar,tıpkı içi kan ağlarken gülümseyen güzel insanlar gibi.
Kış mevsiminin habercisidir,bize sıkıntılı ve zorlu günlerin geleceğini ve ölümü hatırlatır.
Bahar gibi yalancı değildir,insanları kandırmaz,gerçek dosttur.
Hüznün eşliğinde bizi yalnızlaştırarak,kendimize yakınlaştırır.
Mevsimler,insanların hayatlarındaki geçişleri anlatır.
Nasıl en çetin geçen kışın bile sonu baharsa,en kötü günler de,en güzel günler gibi hep gelip geçicidir.
Önemli olan anın değerini bilmek,iyi insan olabilmek ve geride hoş bir seda bırakabilmektir.
14 Eylül Cumartesi günü Sevgili Eşimle birlikte,ikinci memleketimiz olan Eskişehir’e gitmek için,yine çıktık yola...
Zaten hayatın kendisi de,bir yolculuk değil midir?
Dünya denilen yerde,ebediyete giden yolda,hepimiz birer yolcuyuz.
Uzun sandığımız yol kısadır aslında,göz açıp kapayıncaya kadar gelip geçiyor,telaş içinde,farkında olamadan.
Bir su gibi akıp giden zamanın kıskacında,her ne kadar eski heyecanlar olmasa da,
torun heyecanını yaşayabilmek için geldik,eski şehrimizdeki evimize.
Evimiz derken,eşimle birlikte emekli olduktan sonra memleketimiz Samsun’a yerleştik.
Oğlum üniversiteyi,askerliğini bitirip Eskişehir’de çalışmaya başlayınca,
kiralık ev tuttuk.
O evi tutmamıza sebep olan,yıllarca birlikte çalıştığımız arkadaşım Şaziye,ilk zamanlar yalnızca iş arkadaşım,meslektaşımdı.
Daha sonra arkadaşımın geçirdiği bir operasyonda,eşimin ona kan vermesiyle,eşimin kan kardeşi oldu.
Kader bazen ağlarını öyle güzel örüyordu ki,insan istese de bu kadarını denk getiremez.
Arkadaşım Şaziye’nin önerisiyle ve üstün gayretleriyle tam karşısındaki evi,görünüşte oğlum için tuttuk ama yine birlikte duruyor,zaman zaman Samsun’a gidip geliyorduk.
Artık arkadaşlığımızın yanı sıra komşuyduk,hem de sıradan bir komşu değil,
canciğer kuzu sarması gibi.
Giderek arkadaşlığımız dostluğa ve aile görüşmelerine dönüşmüştü.
2014 yılının Mart ayında,oğlumun bekar evine bütün arkadaşlarımı çağırıp,onlarla tekrar bir arada olmanın keyfini yaşamak istemiştim.
Hepsi de benim için ayrı bir değer olan arkadaşlarım,sağ olsunlar,gelmişlerdi ve beni inanılmaz mutlu etmişlerdi.
Gittiklerinde heyecanım hala geçmemişti,o an hissettiklerimi oturup yazdım.
O zamanlar oğlum bana facebook sayfası açmıştı.
O sayfa,o günden bu yana işte bu sayfa.
Yazdığım " İçimden Geldiği Gibi " isimli yazımı,facebook sayfamda yayınladım.
Kısa ve öz yazım çok rağbet gördü,tanıdığım herkes bana, "Sen hep yaz,biz de okuyalım" dediler.
O gün,bugündür,bende içimden geldiği gibi zaman zaman yazıyorum.
Asıl söylemek istediğimi atlamışım.
Arkadaşlarımı çağırdığım günün sabahında Şaziye beni aradı,
" Var mı bir ihtiyaç " diye.
Ben de yok, " Siz gelin,yeter " dedim.
Anlayışlı arkadaşım Sevgili Eşiyle birlikte sehpalardan,tabaklardan tutunda,kaşık çatala kadar yüklenmişler,bizim asansörsüz 3.katın dik merdivenlerinden çıkarak getiriyorlar,hem de büyük bir zevkle,hiç yüksünmeden.
Üstelik o günlerde Şaziye’nin annesi hastanede yatıyordu ve onun da yanında kalması gerekiyordu.
Küçük kızı cici Tuğçe’nin annesine...
" Anne,anneannemin yanında ben kalırım,sen Ayla teyzeme git " demesi ve annesinin de bana gelmesi beni çok mutlu etmişti.
Yardımların ardı arkası kesilmiyordu,paylaşmanın verdiği mutluluk,karşılıklı olarak parlayan gözlerden okunuyordu.
Her Samsun’a gidişimizde,oğlumuz için gözümüz arkada kalmıyor,içimiz de rahat ediyordu,arkadaşımın ve değerli ailesinin varlıkları sayesinde.
Bu arada Şaziye’nin oğlumla yaşıt olan büyük kızı Didem,Ordu / Akkuş’a Savcı olarak atanmıştı.
Şaziye,eşi Muzaffer beyle Didem’in yanına Akkuş’a gitmişlerdi.
Onların da orada olduğunu haber alınca,Samsun’a davet ettik ve akabinde Ünye’ye onları karşılamaya ve almaya gittik.Samsun’da hep birlikte dolu dolu iki gün geçirdik.
Gittiğimiz yerlerde resimler çektik,güzel sohbetler ettik.
Bugüne güzel hatıra olacağını,kısa bir süre sonra Sevgili Eşimin amansız hastalığa yakalanacağını ve Sevgili Muzaffer beyi yakın zamanda kaybedeceğimizi hiç düşünmeden...
Can arkadaşımla birlikte o kadar anılarım çok ki,geriye döndüğümde,her günümüz,ayrı güzel anıydı sanki.
Hiç unutmuyorum,yıllar öncesi çocuklarımızın ortaokula gittiği zamanlardı.
Cep telefonları yeni çıkmıştı.
Çocuklarımız da cep telefonu almayı çok arzu ediyorlardı.
Eşim eğitimine engel olur düşüncesiyle almak istemiyordu.
Bir gün iş yerinde arkadaşım Şaziye bana dedi ki...
" Ayla markette deterjanla birlikte cep telefonu veriyorlarmış,haydi gidip,çocuklarımıza alalım " dedi.
Ben de eşimin istemediğini,alırsam bana kızacağını,hem de askeri lojmanlara kadar o kadar ağır deterjanı nasıl götüreceğimi söyledim.
O eşinden için " Muzaffer’e söyleriz,hem benimkini,hem de seninkini arabayla bırakır " dedi ve beni ikna etti.
Çünkü oğlumun sevinci,benim sevincimdi.
İçinden cep telefonu çıkan yüklü deterjanı büyük bir mutlulukla aldık.Muzaffer bey bizi arabayla evlerimize bıraktı.Hem bizi mutlu etti,hem de çocuklarımızı.
Burada tüm hatıralarımızı yazamam kuşkusuz.
Hem siz sıkılırsınız,hem de eşim her zaman çok uzatıyorsun diye kızıp duruyor.
Neyse kaldığım yerden atlayarak devam edeyim.
Bir süre sonra oğlum evlendi.
Hemen yakınımızda bir ev tutup taşındılar.
Biz oğlumun bekar evini kapatmadık,hem oğlum rahat etsin,hem de biz rahat edelim diye.Çok da iyi yapmışız,her gidişimizde eşle,dostlarla,arkadaşlarımızla hala çok güzel günler geçiriyoruz.
6 ay öncesiydi...
Can arkadaşım Şaziye,Sevgili eşi Muzaffer bey,eşim ve benle hep birlikte yine hoş vakitler geçirmiştik,günlerce.
Biz Samsun’a döndükten sonra Muzaffer bey uzun bir süre grip olmuş.
Doktora gittiklerinde hastaneye yatırıp ameliyat olmuş,devamında birbirini izleyen tedavi silsilesi...
Meğerse o sinsi düşman onların içine de girmiş,bizim gibi.
Tedavilerimiz bile çakışmıştı.
Aynı günlerde kemoterapiyi onlar Eskişehir’de alıyordu,biz Samsun’da.
Birbirimizi sürekli arayıp,karşılıklı bilgi alışverişinde bulunuyor,birbirimize destek oluyorduk.
Torunumuzun doğumu dolayısıyla Eskişehir’e gittiğimiz günün akşamında arkadaşımı aradım.
Önceleri o hep beni arardı,hoş geldiniz diye.
Bu defa hem aramamıştı,hem de arada sırada camdan baktığımda evlerinin ışıkları yanmıyordu,arabaları da kapı önlerinde yoktu.
Aradım ve dedim ki...
"Arka odada mısınız,ışığınız yanmıyor,nasılsınız " diye sorduğumda," Hastanedeyiz Ayla " der demez nerede olduklarını öğrendim.
Arkadaşıma hep bizleri soruyormuş.
" Geldiler mi acaba diye merak etmiş bizi."
Çünkü ben yoldayız diye facebook’a yazmıştım,O da okumuş.
Sevgili Eşim,ablam ve ben,pazar akşamı geç de olsa hemen bir solukta hastaneye gittik.
Hasta odasına girdiğimizde,Muzaffer beyin bizi görme sevincini,heyecanını görmeliydiniz.
Sanki yine onların evine gitmişiz gibi hissettim kendimi.
Allah bizleri tekrar kavuşturdu diye hep birlikte sevindik,hoşbeş ettikten sonra,
Eşim,Muzaffer beye dönerek " Hocam ziyaretin kısa olanı makbuldür." diyerek ayrıldık.
Oğlum iki gün sonra Muzaffer beyin hasta olduğunu bizden duyunca,eşi hamile olduğu için,benimle birlikte ziyaretine gitmek istedi.Zaten bende bu sıkıntılı ve zor süreçlerinde hep yanlarında olmak için can atıyordum.
Bu defa gittiğimizde Muzaffer beyi oldukça sıkıntılı gördük.
Yardımcı olmaya hazırdık ama elimizden de bir şey de gelmiyordu,üzülmekten başka.
Onlar hastanede yattıkları sürece,beni ne geceleri uyku tuttu,ne de gündüzleri eve sığamadım,üzüntümden.
O kadar çok sevmişiz,alışmışız ki birbirimize,gözlerimiz her yerde onları aradı.
Eskişehir onlarsız olmazdı sanki.
Eşim kalabak su almaya aşağıya her indiğinde,ben balkondan bakardım.
Eşim Muzaffer beyle karşılaşır,birlikte sohbet ederlerdi,benim de hoşuma giderdi.
Eşimin yalnız başına suyu alıp gelmesi bile beni çok hüzünlendiriyor,bu duruma bile üzülüyordum.
Can arkadaşım Şaziye ve kıymetli eşi Muzaffer beyle birlikte,bir elmanın iki yarısı gibiydiler.İkisi de bizim için,iyi bir arkadaş,iyi bir dost,iyi bir komşuydu.
Arkadaşım ve güzel kızları benim ve bizim için yine öyleler.
Çarşamba günü yine birlikte çalıştığımız arkadaşımız,benim de aynı zamanda kardeşim addettiğim Gonca bana gelmişti.
Onunla konuşurken Muzaffer beyin Cuma günü öleceğini hissettiğimi ona ve eşime üzülerek söylemiştim.
Cuma günü sabaha karşı biraz uykuya dalmışım,bir rüyayla birden uyandım.
Eşime anlatıyorum,diyorum ki...
Şaziye ve iki kızı evlerine gelmişler,yanlarına gidiyorum ve soruyorum Şaziye’ye...
" Hepiniz buradasınız,Muzaffer beyin yanında kim kaldı? " diyorum.
O " Muzaffer artık yalnız kalacak " diyor,umudunu kesmiş vaziyette.
Sonra ben,gündüz geniş yemyeşil ağaçlıklı,kalabalık bir alana gidiyorum ve orada uyanıyorum,tilki uykusundan.
Sabah arıyorum arkadaşımı,kızı Didem çıkıyor telefona.
" Rüyamda sizi gördüm,yeşillikler gördüm,inşallah güzel haber verirsiniz " diye aradım diyorum.
O ise, " Ayla teyze babamı yoğun bakıma kaldırdık " diyor ve başka şey konuşamadan,üzüntüye boğuluyor sözcüklerimiz,gerisi gelmiyor.
Akşam üzeri yine yerimde duramıyorum.
Eşime,arkadaşımı arayıp evlerine geldilerse gideyim de,yanlarında olayım diyorum.
Eşim " Rahat bırak insanları,rahatsız etme,zaten kaç gündür yorgunlar,dinlensinler " diyor,ama bana söz dinletemiyor.
Bu defa mesaj yazıyorum arkadaşıma evdeyseniz,müsaitseniz geleyim mi yanınıza diye...
Tam da bu mesajı yazdığım sırada,Muzaffer bey son nefesini vermiş.
Günlerden 20 Eylül Cuma ve akşam saat 7,5 da telefonum çalıyor ve Şaziye’nin kız kardeşi Semra...
" Eniştemizi az önce kaybettik " diyor ve hemen geliyorum diyorum,gözyaşlarımı tutamayarak,arkadaşımın acısını içimde hissederek.
Ertesi gün,rüyamda gördüğüm yere,arkadaşlarımla birlikte,çok kıymetli,güzel insan Muzaffer beyi şaka gibi ama gerçek,acı içinde sonsuza kadar uğurlamaya gidiyoruz.
Ölüm sessizliğinde,sözün bittiği yerdeydik.
Muzaffer Bey defnedilirken içimden ona şunları söylüyordum...
O da beni duyuyor,yine gülümsüyordu sanki...
Sen yakından tanıdığım,herkese örnek ne güzel bir insandın.
Eşine çok yardımcı,uzağını yakın eden,paylaşımcı,mülayim,hoşgörülü,tevazu sahibi,mütevazi,merhametli,
yardımsever,ne zaman bir tanıdığını görse gülümseyerek hemen hal hatır soran,hiç kötülük düşünmeyen,hiç kimseye zararı olmayan,dürüst,yalanı dolanı olmayan,riya ve kibirden uzak,saygılı,sevgili,erdemli,oldukça nezaketli olan,eşim ve benim çok sevdiğimiz insandın.
Gözlemlediğim kadarıyla çocuklarına çok iyi bir baba,yakınları,akrabaları,komşuları,öğrencileri tarafından da çok sayılan ve sevilen,herkesin olması gereken bir insandınız siz.
Sizi aramızda görememek,yokluğunuzu hissetmek çok acı.
Can arkadaşımla yine eskisi gibi dost kalacağız elbette.
Birlikte zaman zaman sizi anıp,hüzünlenip,ağlayacağız.
Ama kızmayın,kaşınızı karartmayın öyle ağlıyoruz diye...
Benim bildiğim sulu gözlü Şaziye,sizin hastalık döneminizde,karşınızda hep dik durdu,hiç gözünden yaş akıtmadı.
Parklara gidip ağladı,içini döktü,üzüldüğünü sen görme diye.
Çok nadir ağladığını gördüğüm eşimi bile,ölümünüzle kaç sefer ağlattınız.
Çocuklarınızdan ayrı,ne güzel çocuklar eğitip,yetiştirmişsiniz ki,baş sağlığına gelen
öğrencilerinizin dinledim.
Rahat uyu,iyi,güzel insan,için rahat uyu...
Allah rahmet eylesin,mekanın cennet olsun...
Birlikte yaşadıklarımız film şeridi gibi,gözümün önünden gelip geçiyordu...
Hayat da her şeye rağmen,kendi akışında kaldığı yerden yine devam ediyordu,
edecekti de...
Gecenin hüznü çökünce yüzüme,ufukta bir gün daha batarken,bir ömür de son buluyordu.
Muzaffer beyin ölümünden 5 gün sonrası...
Oğlum eşiyle birlikte,doğumdan bir gün öncesi,son tetkik ve kontrollerinin yapılması için hastaneye gidiyorlar.
Aynı gün İstanbul’da deprem oluyor ve bazı cep telefonlarına ulaşılamıyor.
Merak içinde oğlumu ve gelinimi arıyorum,her ikisine de ulaşamayınca,evlerine gidiyorum.
Henüz kapılarından içeri girmeden eşim arıyor...
" Ayla hastalandım,taksi tutup eve geliyorum,konuşamıyorum kapatıyorum " diyor ve telefonu kapatıyor.
Evde annesiyle birlikte olan gelinimle ben,ayaküstü telaş içinde konuşuyorum.
Konuştuktan sonra,alelacele,endişe içinde,bu yaşımda dahi yolda koşarak,üç katı nefes nefese nasıl çıktım bilmiyorum.
Eve girdim,eşim 40 derece ateşle,başının üzerine battaniyeyi çekmiş,yüzü morarmış bir vaziyette,titriyor,titremekten konuşamıyor bile.
Eşime,"Taksi çağırıp,seni hemen hastaneye götüreyim" diyorum,şiddetle reddediyor.
Ben yine hemen oğlumu arayıp ulaşamayınca,acısı çok taze olan arkadaşım Şaziye’yi arıyorum,ona da ulaşamıyorum.
Şaşkın bir vaziyette tam camdan dışarıya baktığım sırada Şaziye’nin kızları Tuğçe,Didem ve eşleri ile birlikte çarşıdan geliyorlar.
Hemen seslendim onlara...
" Hilmi amcan rahatsızlandı da hangi hastaneye götüreyim? "
dedim.
" Hepsi birden biz götürürüz Ayla teyze " dediler ve hep birlikte eve geldiler.
Her ne kadar eşim hastaneye gitmek istemese bile,zorla da olsa ikna ettiler.
Tuğçe kızımız,hemen babasının yerine,geçti direksiyona.
Sevgili Eşim,Tuğçe kızımızın yanında,önde...
Şaziye’nin Ankara’dan gelen kız kardeşi Semra ve ben arkada hastaneye gidiyoruz.
Yolda giderken Semra,eşim hakkında benden bilgiler alıyor,aldığı bilgiler dahilinde,hastanede bizi oturtup,hasta sahibi olarak işlemleri yaptırıyor,bu sırada Tuğçe’miz arabayı uygun bir yere park edip,yanımıza geliyor.
Onun tatlı dili,güler yüzü bizde sakinleştirici etkisi yaratıyor.
İnsan sıkıntılı ve zor zamanlarında da mutlu olur mu?
Olur,çünkü ben hem mutlu oldum,hem de gurur duydum.
Can arkadaşımın güzel kızlarının,anne ve babaları gibi güzel yürekli,iyi insan olduklarını çok iyi biliyordum da,
Ankara’daki kız kardeşi Semra’yı yakından tanımıyordum.
Bu vesileyle onu da tanımış olmaktan çok mutlu oldum.
O da,Şaziye ve diğer kardeşleri Şadiye ve Sadiye gibi merhametli,yardımsever,cana yakın,samimi,candan insanlar...
Hepimiz hayatımız boyunca,değişik zaman süreçlerinde çeşit çeşit buna benzer zor günler ve sıkıntılarla
karşılaşıyoruz.
Kime sorsanız herkesin mutlak bir derdi,bir sıkıntısı var.
Dertsiz insan yok.
Önemli olan acılarımızı,sevinçlerimizi paylaşabileceğimiz,bize güven ve huzur veren,çıkarsız seven,erdemli,candan yakınlarımızın,dostlarımızın ve arkadaşlarımızın olması değil midir?
Onun içinde,ne kadar yoğun olursak olalım,sevdiğimiz insanlara mutlak zaman ayırmalıyız,zamanımızı da paylaşmalıyız.Paylaşmak mutluluktur.
İyi ki bu hayatta ne güzel,ne çok dostlar biriktirmişiz.
Onlar sayesinde yıllarca çok güzel hayatımız oldu.
Allah izin verirse,ömrümüz de varsa eğer,son baharımızda da yine sevdiklerimizle,dostlarımızla güzel yıllarımız olur inşallah!
Türkiye’nin bir çok yerindeki dostlarımızın olması ve onlarla zaman zaman iletişimde olup,onlarla güzel günler geçirmek gibisi var mı acaba?
Hep söylerim ve şu duayı ne çok ederim...
Allah hepimize de,her zaman,her yerde,iyi,güzel insanlarla karşılaşmayı,birlikte olmayı nasip etsin,eksikliklerini göstermesin.Her türlü kötülüklerden,kötü insanların şerrinden korusun.
AYLA CERMEN TÜFEKÇİ 16.10.2019
Yakın zamanda kaybettiğimiz,can arkadaşım Şaziye’nin eşi Muzaffer Uyar anısına...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.