- 299 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Teslimiyet 5
Mülkünden pay vereceğini vaat eden El karşısında ahitçilere pay verilene kadar bir pay da verilse, beş pay da dağıtılsa; dağılana kadar herkesin şansı eşitti. İşte süreç gerçekleşene kadar herkes bu eşit şansa oynuyordu.
Tamahın, bencilliğe çağrının ve iç ses ile "sen pay sahibi olacaksın. En büyük pay sahibi olan şanslı kişi sensin" gibi beklentileri oluşan vaadin geciktikçe artan yoğunluğu kişilerde algı çarpılması ortaya koyuyordu. Algı yanılsaması El adamını El gibi görmelerine neden oluyordu.
Beklentiyi oluşan kişiyi (İbrahim-i-Nemrut-u) beklentinin kendisi gibi görüyorlardı. El gibi sanallık izafesi, Firavun gibi Yakup gibi somutluğa dönüp; beklenti, beklentiyi müjdeleyenle, beklentiyi mesaj kılanla somutun kendisine izafe oluyordu
El malı ve El mülkü vekaleten birinin olmalıydı ki o da mülkü pay olarak kişilere versindi. Bu saik ve beklentilerle El adamını El yapmaya hazırdılar. Ve şu anda pay olarak dağıtılacağı düşünülen topluluk malı onun yediemininde emanetten görülmekle bu algı pekişiyordu.
Bu algı bozulmasıyla artık El adamı ne derse ahitti. Ve kolektife ait güçler mal mülk El adına iradesi olan El sözcüsü olan El adamınındı. Bu beklenti ile El adamı zaten mal mülk sahibi olmuştu. İşte bu süreç diğer tüm ilahi ittifaklardan, inançlardan, bu özellikleri nedenle tamamen ayrılır iman ahdiydi.
Keldani’lerin Ur kentinde ayrılan bir çoban kült İbrahim üzerinde, İbrahim tanıklığında İbrahim’in El ’i ile ahit yaparak Ur’dan ayrılmışlardı. "Beni tanıyana ahdimdir (sözümdür) mülkümden ahitlere pay vereceğim" diyen
İbrahim’in El ’i Ahililerini de bulup göç ettikten sonra yavaş yavaş ağız değişir. İbrahim’in El ’i artık başka türlü konuşuyordu.
"Seni büyük bir topluluk yapacağım. Seni kutsayıp sana ün kazandıracağım. Bolluk bereket kaynağı olacaksın. Seni lanetleyecek olanı lanetleyeceğim" diyordu. Övgü vaat tehdit hepsi bir aradaydı. Vesselam böylece kolektif yapılar türlü öykü, hikâye ve tecrübelerle özeleşip özel mülk sahiplerinin eline geçiyordu. Epey bir gürültü toz duman oluşuyordu.
Ortalığın tozu dumanı yatıştıktan sonra, mülkü olanlarla mülkü olmayanlar eş deyişle mülkü olanlarla mülkü olanlara muhtaç mülkü olana çalışmaya ve emrine girmeye amade yapılar ortaya çıkmıştı. Artık huzur bozulmuş mal mülk kavgaları; mal mülk yüzünde ilk cinayetler, hırsızlıklar gasp darp başlamıştı.
Malı mülkü olan zengin maldan mülkten yoksunlar fakirdi. Böylece kolektiften özelleşen mülk sahipliği ve mülkten yoksunlukla tarih ilk zengin ve fakirleriyle tanışmıştı. Ne mülk sahibinde huzur kalmıştı. Ne mülksüzlerde açlık eksik oluyordu.
Bunca çelişki karşısında mal mülk sahibinin mülkü elinde tutması dahi zora girmişti. Mülk sahibi mülkü elinde tutmak köleyi çalıştırmak için yaptığı ahidin yetmediği yerde adaleti zülüm ile sağlayıp mülkünü koruyordu. Herkes şaşırmıştı bunca kötülükler nereden geliyordu? Kolektif sistemden dönüşen özel mülkiyetçi sistem zenginliği fakirliği iyi kötü çatışmasını tarihe armağan etmişti.
El ahdinin temeli teslimiyettir. İbrahim’in peşine düşenler El ’e ahitle teslim olanlar olmakla El adına El sözcüsü olup El gibi konuşan İbrahim’e teslimdiler. İbrahim’in razı olduğu El ’in de razı olduğu kişilerdi.
El kendisine teslim olanlar için ecir (sevap) olduğunu; kendisine teslim olanlar için korku olmadığını müjdeleyip vaat ediyordu. Teslim olmanın alameti neydi? Taat, itaat, biat ve ibadet olucu uysallık içindeki kişilerin boyun eğici tevekkül içinde olmaları alametti.
İlk mukavele ahitleri içinde El ona "Teslim ol" diyordu. Kime diyordu? El ’in iradesini duyup dinleyenlere diyordu. Kime teslim olacaklardı? Mülk sahibine. Neden?
Çünkü El onlara ait kolektif mülkü ele geçirmiş, olanların muhtaçlıklarını eline almıştı. Yani kişilere eşeği (mülkü) kaybettirip vaat üzerinde yitikleri bulduracak olmanın muktedirliğini kazanmıştı.
El kişilerin bu muhtaçlıkları üzerinde muhtaçlıklarına göre onları; mamur ederek, hayatın en temel can noktası olan açlık ve korku üzerinden vuruyordu.
Örneğin; El teslim olanlara teslim olanların iş ve mesleklerini garanti edip; iş ve meslekleri üzerinde en gerekli üretim verimliliği olan teknik ve teknolojilerin ayrıntılarına kadar öğretmiyordu.
Kişileri doğaya muhtaçlıktan uzak tutmak için ekme, dikme, uğraşlarını bilecekle herkese o topluma ait meslekleri, işleri gereği ve layığı gibi yapmalarına vesile olmuyordu. Teslim olanları meslek erbabı yapmayıp teslim olanların bolluk içinde yaşayacaklarının müjdesini verip, vadini yapmıyordu.
Ya ne yapıyordu? El ’in mülk hakkını ve sahipliğini tanımanızı istiyordu. Bu sahiplik içinde, sahiplerden acıma, merhamet, ihsan, lütuf ummanızı, bu durum olan kadere katlanıp sabretmenizi istiyordu.
El işine geldiği gibi mülkünden rızk paylaştırıyordu. El ’in sahipliği ve paylaştırma işi El’e yaptırım gücü veriyordu. Dahası "yeryüzünü El ahdi içinde El’ e teslim olanlarla, yeryüzünü El mülkü (El toprakları) yapana kadar size çapul ve öldürüşüme şart oldu" diyordu.
El doymuyordu. İnsanın kendi emek ürünü olan inşa ve ürünlerle, insanın malı mülkünü, çapul geliri olan ganimet ve fey diye önce zavallılara yetimlere yolda kalmışlara verip pay edeceğim diye duyguları okşama üzerinde kendisine ve El adamına paylaştırıyordu. Kutsal yerlerin gelirini ve idaresini paylaştırırdı nedendi acaba?
Öyle ki El ’in kişileri rızk tehdidiyle köle kıldığı yetmez gibi, birde soylarını da köle yapmağa göz dikmişti. Ahitlerine duasında diyordu ki; "şanı yüce El ’imiz, soyumu da sana teslim olan Salih kullardan et", Yani ; " Ey El soyumuzdan sana teslim olmuş Salihler çıkar" diye dua ediniz demeye getiriyordu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.