- 470 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
Göğsüme sonsuzluktan başkası sığmıyor
Basit şeyler hakkında konuşmaya korkuyorum. Sonrası azap oluyor çünkü. Batıp gittikleri anda kederle sıvanıyor içim. Geçici şeylerin pişmanlıkları kalıcı oluyor. Onlar etrafında dönen bir hayatın hiçliğe doğru gittiğini hissediyorum. Zamanı çöpe atmak yüreğime oturuyor. Bir yüzüyle sonsuzluğa bakabilme umudu (en azından umudu) taşımayan herşeyi bu dünyada bırakacağım. Hatta, daha bu dünyadan gitmeden önce, onları yaşandığı anlarda bıraktığım oluyor.
Geçmişim bir mezarlık. Sonlu şeyler mezarlığı. Hayata serilmiş ’ben’ler mezarlığı. Ziyan olmuş ’ben’lere bakıp üzülüyorum. Daha kalıcı olabilirlerdi. Bu beni bir boşluğa düşürüyor. İki hiçlik arasına bir varlık sığabilir mi? Kalbimin kuyularını dolduramıyorum. Göğsüme sonsuzluktan başkası sığmıyor. Ne alırsam alayım ticaretten hep zararlı çıkıyor gibiyim. Evet. Zaman verip zarar alıyorum. Peki bu alışverişi nasıl kâra dönüştürmeli? İnsan ne zaman hayatının kazananı olur? Ha?
Kesin cevapları, harçlık verir gibi, cebine bırakamam arkadaşım. Orijinallikler âlemindeyiz. Anlarımız birbirinin aynısı değil ki ’ben’lerimiz birbirinin aynısı olsun. Onlara sunulan devalar birebir yaralarını tutsun. Kanın kenarına akmasın. Fakat başta söylediğim şeye tekrar dikkatini çekeceğim. Yaptıklarımızdan ’hep yanımızda kalmayanlar’ can yakıcıdır. Aynen. Âdemoğlunda/kızında bir maraz var. Faninin fani olduğunu farkedebiliyor. Çok acı birşeydir bu. Fakat aynı zamanda nimettir bu. Rüyada olduğunu bilmek, deli olduğunu bilmek, depremde çürük bir binanın içinde olduğunu bilmek türünden birşeydir bu maraz. Parmağı tetikte bir mutsuzluk yaşatır.
Hiçbirşey yapmadan duramayız. Tamam. Ama yaptıklarımızı büsbütün arkada bırakarak da yaşayamayız. Bugünümüzün bir parçası geçmişimizdir. Oyuna onlar da dahil olur. Hem yine bir parçası da geleceğimizdir. Onlar da oyuna dahil olur. ’Hafıza’ ile ’öngörü’ bizi hayvanların körebe mutluluğundan etmiştir. O nasıl bir evrimse, arkadaşım, canlılık mutlulukta geriye geriye gitmiştir. Tutamadığı geçmişi ve bilemediği geleceği, haltercinin o son hamlesi gibi, omuzlarına alarak ömrünü yaşanırlıktan etmiştir. Kendisine ’pişmanlığı’ ve ’korkmayı’ öğretmiştir. Gülme sakın sözlerime. Evrime inananlar bile, sanki halayda yanlış adım atmışlar gibi, öncelerine(!) dönmeye çalışırlar. Hayvanlar gibi salt anı yaşamayı isterler. Bilmez misin?
Gece yastığa başımızı koyduğumuzda bu defterde açık çıkmaması lazım. Sanki, arkadaşım, içimizde bir yer hesap gününün geleceğini biliyor. ’Malikiyevmiddin’in Allah olduğunu biliyor. Her gece bu hesapla uyuyor. Ergenliğe bu hesabın tedirginliği ile uyanıyor. Ödeme günü yaklaşan borçlu gibi daralıyor. Sıkılıyor. Atarlanıyor. Sinirleniyor. Defteri kapatamıyor. Defteri kapatamıyor. Defteri kapatamadığını biliyor. Geleceğe taşıyabildiğimiz bir geçmişle uyursak rahat uyuruz. Yok. Eğer o geçmişte geleceğe taşınacak birşey yoksa başımız yastıkta huzursuzlanır. Çünkü kalbimiz de göğsümüzde huzursuzlanır. Ruhumuz, her neredeyse o, huzursuzlanır.