- 557 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ADIN BAHARDI
Bilmiyorum, öteden beridir bir çay muhabbeti aşığıyımdır. Kolay kolay hayır diyemeyeceğim çok az davetlerden birisidir çay daveti. Hele ki biraz da ikili muhabbet nezdinde ise pek düşüneceğimi sanmıyorum. Yazın çantamı, kışın parkamı kapar giderim bir bardak çay peşine. Yine o gün de eski dostlardan birsinin daveti neticesinde kendimi çınar ağaçlarının gazelleri arasında küçük bir çay bahçesinde buldum. Selamlaşıp hal hatırdan sonra çaylarımız geldi. Şükür ki dostum da çayı şekersiz içiyor da şıngır şıngır kaşık sesini duymamak için etrafa bakınmak zorunda kalmamıştım. Her zamanki gibi dostumun yanında bir de kitap vardı. Nurettin Topçu’nun “ahlak” isimli kitabı masanın bir kenarında bizi dinliyordu. Çay öyle güzeldi ki daha konuşmaya başlamadan kitabı elime aldım. Sayfaları öylece karıştırırken bir cümle dikkatimi çekti. O çayını içmiş bitirmiş bense hala o cümleyi tekrar tekrar okuyordum. “Yüzü gülen, çok harcayan, çok eğlenen, zevk adamının mutlu olduğu zannedilmesin. O ancak duyularını ve midesini aldatmaya çalışan kişidir.”
Defalarca okuduğum cümleninin sihrinden güç bela kurtulabildim. Aslında beni oradan alıp başka bir diyara götüren bir sebep vardı; Çay bahçesinin mini hoparlörlerinden gelen Fatih Erkoç’un ellerim bomboş şarkısı… Ne şarkıydı bir zamanlar.
Ellerim bomboş yüreğimde bir sızı
Ateşe atılmış bir demir gibi kor hala
Ellerim bomboş gözümde yaşlarla
Güneşin kavurduğu bir çöldeyim
Dalıp gitmiştim ki dostum bana “ Ne güzel günlerdi, eskiden fakirdik ama şarkılarımız çok zenginmiş” dedi. Evet, gerçekten de çok zengin, kaliteli harika şarkılarımız vardı bir zamanlar. Ama dostumun sözlerinde hata vardı. Neydi bu hata? Evet, şarkılarımız zengin belki bizler fa… Hayır, bizler fakir değildik. Hata buydu. Ona;
-Neden fakir olduğumuzu düşündün? Diye sordum. O da bana;
-Çünkü bugünkü gibi cep telefonumuz, arabalarımız, evlerimiz, hatta şuradaki gibi bir çay muhabbetimiz bile yoktu.
Dedi. Şimdi düşünme sırası bana gelmişti. Ona bakıp;
-Öyle ya, o zamanlar sadece ihtiyacımız olanı alırdık. Fatih Erkoç’un şu şarkısını sevmişsek biraz daha sevdiğimiz şarkılarla 60lık, 90lık kasetler yaptırır bütün kasetleri almak zorunda kalmazdık. Evimize sadece yiyebileceğimiz kadar ekmek alır, çöpe ekmek atmanın hayalini bile kuramazdık. Şimdiki gibi bir ailede 4 kişi bile çalışıp kredi borçlarıyla boğuşurken bizim babamız bir tek maaşıyla ev yaptırır bizi okutur annelerimize harçlık verir hatta biraz da parası kalmışsa bize çikolata bile alırdı. Fakir değildik biz. Lastik ayakkabı da olsa, pantolonlarımız yamalı bile olsa fakir değildik. Çünkü zenginliğin ölçüsü lastik ayakkabı, yamalı pantolonla ölçülmezdi. Zenginlik ek iş yapma derdinde olmadığın zamandır. Babalarımız yorgun işten döndüğünde başka bir yerde çalışma derdinde olmazdı. Şimdi öyle mi? Ya bir kişi en az iki iş yapıyor ya da bir evden en az iki kişi çalışıyor ama yine de borçlar bitmiyor.. Kim daha zenginmiş söyler misin? Oysa biz ihtiyacımız olanı değil, ihtiyacımızmış gibi gösterilen şeyleri almak için ömrümüzü heba ettik. Ya babalarımız? Onlar doya doya çalıştı, doya doya yaşadı ve bizi hiç kimseye muhtaç etmedi. Şimdi çocuklarımız değil bizler bile bir şeylere muhtaç değil miyiz? Bu mu zenginlik?
Küçük çay bahçesinin hoparlörlerinden yankılanan şarkıya daldım bu kez de. Nereden çıktı bu şarkılar? Yüreğimi yakarcasınaydı. Soner Arıca’nın sesiydi bu. Ve adı “Adın Bahardı”
Kente yalnızlık gelirdi sen uyuyunca
Yüzümde mevsim değişirdi uyandığında
Bilmezdin gizliden seni sevdiğimi
Aşkın içimde solardı adın bahardı
Eteğini koştururdun sokağımızda
Sokak sus pus olur sana bakardı
Bilmezdin gizliden izlediğimi
Gözlerim gözlerinden korkardı
Hatırlıyorum adın bahardı
Sokakta bir bayramdı durakta bekleyişin
Sanki sonsuz bir ayrılıktı okula gidişin
Bilmezdin seni her sabah yolcu ettiğimi
Yüreğim yol boyu ardından ağlardı
Hatırlıyorum adın bahardı
Dostum mırıldandı “çocukluğumuzun değilse bile gençliğimizin şarkısıydı bu. Olsun bizden değil miydi sonuçta”
Uçsuz bucaksız arazilerimiz vardı o zamanlar. Sokaklar bizimdi, hangi eve istesek girerdik. Kimden su istesek alırdık. Usulca gitmek için kalktığımda sadece “Geri dön zaman” diyebildim… O zengin günlerimizin anısıyla. ne kadar zenginmişiz oysa…
YORUMLAR
Çay muhabbetinizi okurken çayımı da yudumluyordum. Kaybettiğimiz ne çok şeyleri anlatıyordu kaleminiz.
Ah dönebilsek o güzelim yıllara tek maaşla tatillere gidebiliyorduk, çocuk okutuyorduk.o yıllara göre büyük para sayılan bugünkü maaşlarımız, faturalara yetmiyor.Say say bitmez derinlikler var .
Uçsuz bucaksız arazilerimiz vardı o zamanlar. Sokaklar bizimdi, hangi eve istesek girerdik. Kimden su istesek alırdık. Usulca gitmek için kalktığımda sadece “Geri dön zaman” diyebildim… O zengin günlerimizin anısıyla. ne kadar zenginmişiz oysa…Bencede çok zenginmişiz...
SAYGILARIMI BIRAKTIM...