- 306 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
VARA AMICAN OLMUYAYDI !
VARA AMICAN OLMUYAYDI !
Kış mevsimi çoktan geride kalmış neredeyse bahar mevsiminin ortalarına gelinmişti. Kışın kuyrukta müşterilerine ip satmaktan yorulan İpçi Erdoğan’ın sıcakların çökmesiyle işleri durmuş neredeyse “sinek avlayan esnaf” durumuna düşmüştü. Arada sırada dükkanından dışarı çıkıyor, öfkeyle bir sigara yakıyor, ümitsizce sağa sola bakıyor, “acaba dükkana ip almaya gelen bir müşteri düşer mi" diye Eski Ankara Caddesi’ni sağından solundan göz gezdiriyordu. Usanmıştı yalnızlıktan. Herkes işiyle gücüyle meşgul iken o hangi dükkan komşusunun yanına varıp da orayı rahatsız etsin. Bu kendisine yakışmazdı. Laf atmayı ve dinlemeyi çok sever, gel gör ki o gün “müşteri dursun” bir arkadaşı dahi yanına gelmemişti.
“Şuradan Dalakçı’lı berber Şık Mehmet ’in yanına bari varayım da belki lafazan bir Dalakçı’lı bulurum, hiç olmazsa ha şurada iki kulağımın pasını atayım” diye düşünerek ani bir kararla berberin dükkanından içeri daldı. Şık Mehmet iş icabı bir yere kadar gitmiş olacak ki dükkanın da yoktu.
Dükkanın lambaları içeride müşteri olmadığı için yanmadığından dolayı dışarıdan içeriye girdiği anda İpçi Erdoğan’ın gözleri loşluktan biraz etkilense de sonradan gözlerindeki pus yerini görmeye bırakmıştı. İçeri girdiğinde sandalyede koca kafalı, siyah renkli şapkalı iri kıyım bir adamın oturduğunu fark etti.
- Selamın aleyküm, Mehmet ağabey yok muydu ağabey..”
- Aleyküm selam yiğen, Memmed’i ne yapıcaan. Ağar tıraş olacağasan gendi bi yere gadar gitti, beklersen az sona gelir…”
- Yok ağabey; ben şurada onun dükkan komşusuyum, usandım, az laflarız diye gelmiştim de…”
Adam Erdoğan’ı süzüyor, Erdoğan’da adamı. Ama bunu ikisi de birbirine belli etmemeye çalışıyordu. Bakışları birbirine çakıştığında her ikisi de aniden gözlerini birbirinden kaçırıyorlar, başlarını yere eğiyorlardı.
İpçi arada sırada berberin kapısından dışarıya " dükkana gelen giden var mı acaba" diye bakıp gerisin geriye berberin dükkanındaki sandalyeye oturuyordu.
Aradan bunca zaman geçmesine rağmen sessizliğin yanında birbirini tanımayan iki adamın birbirini çaktırmadan süzmeleri de devam ediyordu. Bir müddet sonra “Yiğen nerelisin” diyen adamın gür sesi ortalıkta ki sinek tınlaması duyulacak kadar olan sessizliği bozdu.
İpçi, adamın gözlerine bakıp onu bir müddet süzdükten sonra “Karacaören’liyim ağabey” derken sesini mahsustan masumane bir ton da çıkarmıştı.
Adam da, sanki Erdoğan’ı yeni görüp tanıyormuşçasına ağır ağır başını ona çevirip gözlerini gözlerine o değilden dikerek,
-Yiğen ben Garacaören’i çok iyi bilirim, soyunuza kimler diller. Kimin oğlusun. Adın ne.”
İşin gerçeği dükkana ilk girdiğinde İpçi Erdoğan gözlerindeki loşluğun verdiği karaltıyı atınca masada oturan adamın köylerine komşu köylerden Dalakçı’lı birisi olduğunu anlamıştı. Adamın da köylülerince adının önüne konulan babasının lakabı “Canavar”dan dolayı Canavarın İrbaam’i tanımakta pek zorluk çekmemişti.
Biraz düşündükten sonra adamın kendisinden kaç kez iplik aldığını, ip alırken de “Sizi Dalgara’da çok guvaladık, onun hatirine ipi bana birez ucuz ver ha” diye şakacıktan takılmalarını hatırlamış, ama bunu karşısında oturan adama belli etmemişti.
Canavarın İrbaam, iyi giyinmeyi, ağırdan ağırdan konuşurken yerine göre kelimelerine şakalar katmayı seven, her Dalakçı’lı gibi ağzı laf yapmasını bilen birisiydi. Kimseyle hırı gürü olmayan, ekmeğinin mücadelesini yapan, herkesçe sevilip sayılan, saygıda kusur etmeyen bir kişiliğe sahipti.
Aslında o da İpçiyi dükkana girdiği anda tanımış, fakat İpçi ona tanışıklık vermeyip o değilden gelince o da karşısındakine aynı tavrı takınmıştı.
Canavarın İrbaam bütün Karacaören’lileri, çoluğundan çocuğuna, yaşlısından gencine kadar tanırdı. Zaten bu iki köy halkı ufak tefek çalı, çırpı, yaylım yeri davasından bir çok kavgalar yapsalar da birbirlerine hiç bir zaman asla kin tutmamışlardır, (Bunu ilerde sunacağım “At da vur İsmeyil Emmi” ya da “Dalgara savaşları” adı altında okuyacaksınız.)
Canavarın İrbaam’in, “Kimlerdensin, adın ne” sorusu karşısında İpçi Erdoğan biraz düşünüyor gibi yaptıktan sonra aklına gelen muziplikle,
-Adım Erdoğan ağabey, Karacaören’de filanca adamın yeğeniyim…”
Erdoğan’a tanıdığını belli etmeyen Canavarın İrbaam;
-Filanca adamın sen nerden yiğenisin, amıcan mı, dayın mı.”
Aslında her ikisi de birbirlerini pazarcı terazisinde tartarlarken kedinin fareyle oynadığı gibi adeta birbirleriyle kelime oyunlarıyla dalga geçerek oynuyorlardı.
İpçi Erdoğan sorulan soru karşısında başını mahsustan yere eğip “Amcam olur ağabey” dedi.
İpçinin bahsettiği kişi aslında çok temiz ve toplumda örnek gösterilecek cinsten birisiydi. Her kişinin olduğu gibi onunda kendisine has bir huyu vardı, parayı çok sevmesi ve onu birisine bir bardak çay ısmarlamayacak kadar gözünden esirgemesiydi. Bu zat bu huyundan dolayı kendisini insanlardan, insanlarda onu dışlamışlardı. İpçinin amacı bu konuda Canavarın İrbaam’in düşüncelerini öğrenmekti.
Canavarın İrbaam bu işten belki İpçi’den daha fazla zevk alıyor olacak ki tanışıklığını ona belli etmeden rolünü ’artistlere taş çıkartacak’ şekilde sabırla oynuyordu. Başını bir sağa, bir sola çevirdikten sonra huyunu bildiği bu kişiyi kalkıp ta oracıkta İpçiye karşı savunacak ya da "şöyle eli sıkı, böyle paracı" diye aleyhinde atacak değildi ya, zaten kişiliğine de bu yakışmazdı. Meseleyi şaka yönünden ele almayı tercih ederek ağır ağır,
-Yeğen, vara bu adam amıcan olmuyaydı, gendine bek gadirlik itmişsin” dediğinde her ikisi de gülmemek için oracıkta kendilerini zor zapt ediyorlardı.
Aradan geçen sessizlikten bir süre sonra Canavarın İbraam artık kendisini tutamamış, rolünü fazla sürdürmenin anlamsızlığını anlamış olacak ki “Ula Güdüğİreşid’in Hasan’ın oğlu Erdoğan, birbirimizi boşuna bu gadar darttığımız yeter gayri” diyerek tanıdıklığını ele verirken Erdoğan’ da onun ellerini öpmeye başlamıştı bile...
ERDOĞAN ÇALIŞKAN 14 04 2012 KIRŞEHİR. GERÇEK YAŞANMIŞLIKLARDAN
NOT: Öyküleri şahısları küçük düşürmek mirasçılarını rencide etmek için yazmadım.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.