- 535 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DOLUNAY IŞIĞI
DOLUNAY IŞIĞI
Akraba ya da dostlarla kalabalık sofralarda bulunmak, beni oldum olası çok mutlu eder. Hele hele sohbetlerde eskiye ait yaşanmış anlatılara bayılırım. Çoğu anlatılar, bire bir yaşanılmış, yaşamın içinden olduğu için de bir başka ballı ağdalı oluyor benim için
Yine bu yaz, bir hafta sonunda akşam üzeri amcamın bahçesinin arka tarafında masalar kuruldu, çifte mangallar, yöresel yemekler, içecekler, sohbetler gönlümüzce güzel bir zaman dilimi yaşadık. Bu sofrada Teyze kızı Hatice’nin eşi, köylümüz Eşref de vardı. Onun, Artık aramızdan ayrılan yaşlı bir yakınım için anlattığı yaşanmış olay, çok hoşuma gitti, fazlasıyla ilgimi çekti. Yani o yıllara gitmek, o günün şartlarında köylük yerde yaşam savaşımlarını, güçlüklerini öğrenmek kısacası, insana ait eski yaşanmışlıklara yolculuk etmek güzel oluyor...
Kıbrıs’ta İngiliz sömürgeciliği dönemi sürmektedir. Ada İngilizler tarafından yönetilmekte. Halk köylerde hayvancılık, bağcılık ve çiftçilik yapmaktaydı. Elektriğin olmadığı zamanlar. Yaşam ihtiyaçlarını karşılamak için tamamen kendi üretimine, emeğine dayalı. Ekersen, biçersen ekmeğin var. Ağaç yetiştirirsen meyven, bahçene ekersen sebzen, bağın varsa üzüm ve üzüm suyu ürünlerin vardı ambarda. Davarın varsa, süt ürünlerin. Evdeki ağılda dahi en az üç beş keçi besliyorsan; ailen, çocukların daha kolay bakılıyordu. Ulaşım hayvan sırtında olurdu. Memurluk yok. kültür yok, iş sahası yok, satın alınan şeyler; kıyafet, ayakkabı, ( çoğu kez ölçü alınır, çangar
ayakkabısı, ya da çangar çizmesi yaptırılırdı) gaz lambası için gazyağı, tuz, şeker ve sıvı yağ ( yer fıstığı yağı). Halk o yıllarda zor geçiniyordu, zaman zaman da, akrabalardan ya da köyün zengininden, köy hocasından borçlanırdı düze çıkmak için. İngiliz kanunları gereği de işaretlenmiş ormanlık alanda keçilerin ağaçlara zarar vermesi gereği yasaklanması da başka bir konuydu. Geçmiş, eski yıllarda çok fakirlik, parasızlık vardı, geçinmek çok zor olduğundan halk bazen başkalarına ait hayvanları, yetiştirilen ürünleri, yasak konulan orman ürünlerini çalıyordu. Fakir halk, zaman zaman yasalara uymadığından da davalık olurdu bir çok konuda. Gelelim bu yaz bahçede toplanıp akrabalarla yemek yediğimiz sofra muhabbeti sırasındaki; Eşref enişteden dinlediklerimi anlatmaya...
Yusuf Aslan Dayı, davardan yorgun argın eve döndüğünde kötü haberi verdi eşi Müsteyde Hanım. Yaşadıkları köy Trodos eteklerinde kurulu, şirin mi şirin dağlık bir köydü. Isınmak için, ekmek yoğurup taş fırında pişirmek için, çamaşır yıkarken kazanı ısıtmada, banyo suyunu kazanda ısıtmada; kısacası yaşam için gereken odun ihtiyacını karşılamada odun kesmek, hayvan otlatmak için genelde dağlık alanı kullanıyorlardı. Çikko Manastırı vardı köyün doğu yakasındaki dağ eteklerinde. Manastıra ait beslenen davarlar da otlatılıyordu bu dağlık alanlarda. Manastıra ait hayvanların çalındığı da oluyordu o zamanlar. Çünkü kültürün gelişmediği, fakirliğin olduğu, geçimin kısıtlı zor olduğu yıllar...İngiliz idaresi olduğu için, İngiliz kanunlarıyla Kıbrıs halkı yönetiliyordu haliyle. Yasak konulan bölgelerde sorumlu yönetim, yasak alanları işaretlerle belirlemiş, yasak dağlık alanlarda hayvan otlatmak ve yasaklanan ağaçların kesilmesi halinde de sorgular, cezalar işliyordu... Duruma göre ceza alan, hapse düşen bir çok kişi de bulunmaktaydı.
Dağlık bölgeden, İngiliz yasaları gereğince yasaklanmış merteklerden bir tanesi kayıptı yani birisi kesip götürmüştü. Kesilmesi yasak olan bu merteği kimin çaldığını bulabilmek için şüphe edilebilecek dört beş kişi sorguya çekilmişti. Kabak, Yusuf Aslan Dayı’nın başına patlamıştı. Sorguya çekilmiş daha sonra da iki köylünün şahitlik yapması üzerine davalık olup mahkemeye çağrılmıştı.
Mahkeme günü, İngiliz Hakim önce şahitlik yapanlara söz hakkı verdi ve Yusuf Aslan’ın yasaklanmış dağlık alandan merteği çalarken gördüklerine şahitlik yapmalarını istedi.
Her iki şahit de gördüklerini ısrarla yinelediler. Hakim; olayın ne zaman olduğunu bu işlenen hırsızlık olayını yeniden anlatmalarını istedi. Yeniden her iki şahit de bu olayın geceleyin olduğunu söylediler. Geceleyin, merteği köye eşeğin üzerinde taşırken gördüler Yusuf Aslan Dayı’yı diye de ifade verdiler. Hakim, "bu olay geceleyin olduğuna göre suçluyu nasıl tanıdınız, ve nasıl emin oldunuz, merteği çalanın Yusuf Aslan, olduğunu". Diye sorunca
’Efendim o akşam dolunay ışığı vardı. Her yer apaydınlıktı. Kim görse, uzaktan dahi anında tanırdı.’
Sıra Yusuf Aslan Dayı’ya geldi ve hakim sorusunu yineledi.
-Dağlık alandan merteği sen mi çaldın Yusuf Aslan?
-Hayır, ben çalmadım hakim bey.
-Köylü arkadaşlarınız Mustafa ve Mehdi sizin çaldığınızı söylüyorlar. O akşam ay ışığında merteği eşek sırtında köye getirirken görmüşler, tanımışlar.
- Hayır, hakim bey o akşam, köylüye su dağılım sırası bizdeydi. Ben bahçeyi suluyordum karım Müsteyde ile. Karanlık olduğundan gazyağı ile çalışan el fenerini eşim tutup bana sulamada gece boyu yardımcı oldu.
Hakim sorusunu yineleyince, Yusuf Aslan Dayı da yeniden cevapladı .
- Hakim Bey. o akşam zifiri karanlıktı, ay ışığı yoktu. Bu nedenle bahçeyi sularken eşim fener tutarak yardım etti bana ve bahçedeki ağaçları, zerzevatı beraber suladık...
Hakim, takvime bakıp araştırır ki o akşam ay ışığının olmadığını öğrenir. Yusuf Aşlan Dayı böylece serbest bırakılıp köyüne döner. Döner dönmesine de, öteki şüphelilere göre; kendileri ve de şüphelendikleri Yusuf Aslan çalmadıysa merteği, kim çalmıştı! Elbette akan zaman içerisinde öğreniliyor ki o akşam; Yusuf Aslan Dayı’yı olmayan "DOLUNAY IŞIĞI " kurtarmıştı (mapusa) hapse düşmekten...
Gülşen Şenderin
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.