- 739 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
-DÜŞÜNMEDEN İNANMAK MI İNANMADAN DÜŞÜNMEK Mİ?-(2)
Modern çağın gerçekliğini sınırlandıran mitolojik bir hüviyeti de var? Hangi çağın yok ki dediğinizi duyar gibiyim de çağımızın modern etiketinden başlayarak ve akılcılık, bilimsellik kavramları üzerinden devam ederek insanı güdümleyen, koşullandıran bir yapısı var ki, çok daha masumane ve inanılır kılmakta, Öyle ki modern olan değerini, önemini katlıyor, geleneksel olan ise ters orantılı olarak ivme kaybediyor dersek bilmem mübalağa mı ederiz.
Şöyle soralım mesela:
İnsanlık tarihinin en büyük keşfi acaba hangisidir?
Üretim ve özel yaşamın hemen her alanına girdiği düşünülürse elektrik olabilir mi söz gelimi? Açıktır ki, modern çağda birinci sıraya oturması şaşırtıcı olmasa gerek.
Antibiyotik/penisilin olabilir mi peki? Günümüz insanını ayakta tutan en önemli tıbbi buluşlardan biri hatta başta geleni değil mi? Toprağı bol olsun İvan İllich hayatta olsa ve bunu duysa saçmalama be moruk derdi muhtemelen. Öyle ya, insanı en kötü yaralanma ve hastalıklarda yaşatmakla beraber zamanla tüm enerjisini de alıp götüren ya da bir başka deyişle bir şeyi bozmadan bir başkasını asla düzeltmeyen bunlar değil midir?
Ne ki, bu tip kötümser felsefi çıkarımlarla felaket tellallığına soyunmadan önce, hangi şartlarda modern çağın vazgeçilmezlerinden birinin antibiyotik/penisilin olduğunu da sorgulamalıyız derim. Şöyle ki, dünya savaşları sürüp giderken gelişmiş harp silahlarının ve yoğun bombardımanların etkisiyle kapanması müşkül arz eden yaralar açılmaktadır vücutlarda. İşte bu dönemin, ikinci dünya savaşı yıllarının koşullarında imal edilmektedir penisilin.
Ya radyo? İletişim tarihinin yıldızı değil midir acaba? Yeni nesil çok daha donanımlı interneti ya da bir önceki nesil televizyonu başının tacı yapsa neye yarar? Bugün hayatta olmayan yahut ileri yaştaki nice insan radyonun prestijine şahitlik etmez mi acaba? O görüntüsüz kutunun benliği tutsak alan, insan ruhunu yutan sihri kerameti nedir? Arkası Yarın, Okul Radyosu programları, kış gecelerinin eğlentisi, ajansların gözdesi, yolculuklarda taşıma kolaylığı, deniz tarafındaki kale, köşe gönderi radyoyla tatlanmaz mı yıllar yıllar boyu? Peki ya propaganda tarihinin gözdesi de radyo değil midir? Totaliter rejimlerin başlıca iletişim silahı? Yahu bende faşo muyum ne? Öyle demeyin canlar, Goebbels ile radyo özdeş değil midir sanki?
Radyonun gelişim sürecinde oynadığı rolün yanı sıra telsizin mucidi olarak da bildiğimiz ünlü İtalyan bilgini Marconi’nin ölümü üzerine yazdığı yazıda Peyami Safa “Boynuna mektup asılı güvercin yerine, fezada elektrik dalgalarını koşturan adam öldü. Biz ki, zaman olur, yanı başımızdaki odaya sesimizi duyuramayız ve bir arkadaşı telefon başına çağırmak için duvarı yumruklayıp dururuz, Avrupa’nm garbından uzak şarka kadar, havada gözle görünür, elle tutulur hiçbir vasıta olmadan her sözü nakletmenin çaresini bulmuş bir adamın mucizesine nasıl şaşıp kalmayız?” demek suretiyle bilim tarihinin zeylini vermektedir özünde.
Oysa tüm bunlara ve nice benzerlerine meydan okuyan bir keşif, bir buluş vardır uygarlık tarihinde. Ateş… evet ateş.
On binlerce yıl öncesinin koşullarını düşünsenize. Teknoloji ya da bilim tarihi kapsamında değil doğa tarihi ekseninde ölçümü yapılacak keşiftir ateş. Ateşle yangın arasındaki muazzam farklılık bilimsel gelişmenin doğasını ortaya koyar niteliktedir. Demem şu ki, keşif icat buluş gibi unsurların doğada karşılığı, zemini muhakkak surette bulunmakta. Bunun gibi ateş fikrini ilk insanlara veren doğa olayları da var elbette. Ne var ki, orman ya da daha küçük çapta yangınlar sonucunda, bu kontrolsüz alevlerin düzenli istifade imkânı vermediği, istendik olmadığı ortadadır.
Ancak ateş iledir ki, insanoğlu arzu ettiğinde mekanizmayı işletmekte ve güvenlikten, yemeğe, bir araya toplanarak sohbete, geceleri aydınlanmaya, özgürlüğe doğru pupa yelken açılmak suretiyle ihtiyaç duyduğu faydayı elde etmektedir. Şu kadar ki, çiğ besinden pişmiş besine geçiş bile sindirimden başlayarak tetiklediği biyolojik süreçlere kadar muazzam bir farklılaşma olmalı. Dahası çok tanrılı dinlerin dayanak noktalarından biri olan korkuyu dahi minimize eden bir gelişmedir ateş. Vahşi hayvanlar başta olmak üzere ilkel tabiat karşısında çok daha korunaklıdır insan artık.
Dolayısıyla tarihin seyrini, insan denen varlığın çehresini değiştiren, giderek dönüştüren ateş olmaktadır. Öyle ki, modern insanın yaz geceleri plajlarda ateş yakıp sohbet etmesinin ardında bu ateş ritüelini arayan antropolojik görüşlere rastlamaz mıyız? Hakan Peker’in “ateşini yolla” parçasının ardındaki şuuraltı ateşleyicisi dahi bu ilkel ateş olmasın? Zuhahaha yapmayın hemen canıımm!
Yoksa en büyük keşifler sıralamasında ateş bir barut iki mi? Efendim! Atasözü de zaten ikisinin bir arada duramayacağı yönünde teyit vermiyor mu? Eh! Büyük doğa tarihi de toplum tarihine başka türlü dönüşmezdi gari. Şaka maka bu geyik muhabbeti de iyice sardı ya, sonumuz hayrola.
L.T.
YORUMLAR
Buluşların, inanmak üzerine etkileri olumsuz oluyor.
Bu; fakir daha ihlaslı, zengin daha yavan inanclıdır teziyle paraleldir. Karşı çıkılsa da bu böyledir.
Farkında olmayan daha mutludur, kıt olan daha güzel yapışır "mana"ya...
Yüzyılın bulusuna gelince bence evdeki tuvalet.
Gülmeyin ciddiyim...
Selamlar olsun.
levent taner
Tuvalet mantıksız değil
Olmadığı çağlarda ne sıkıntılara karşılık geldiği düşünülürse neden olmasın
Sosyal tarihi bile yazıldı tuvaletin
Siyasi/askeri tarihten alt kültür tarihlerine zor fırsat buluyoruz
Batılılar bu alt tarihlere daha meraklı
Diğer yandan hocam
Evet fakirin düşünme katsayısı düşük, zenginin yüksek
Bunda beslenme, dengeli beslenme/beslenmemenin de önemli payı olduğunu sanıyorum
Ancak bilimsel gelişim inanmak eğilimini zedelese dahi özellikle teknoloji üzerinden yan etkileri/komplikasyonları düşünülürse modern insan yine inançla bağ kurmaktan uzak değil kanımca
Artı inancı destekleyen hiçte yabana atmadığım sözler yok değil
Mesela Einstein'e atfen söylenen " Din duygusu ne zaman kaybolsa, bilim, ilhamı olmayan bir deneyciliğe dönüyor." söyleyişi yabana atılmamalı derim
Kuşkusuz ünlü fizikçi dine, dinin kendisini ifade ettiği kalıpta inanıyor değil
Ya da onun Tanrı algısı kutsal kitapların anlattığı biçimselliğe elbette sahip değil
O kâinatın sundukları karşısında derin bir hayranlık duymakta
Yine de sözünüzü yabana atmıyorum tabi
Genel toplumsallıkta maalesef inancın gücü arttıkça düşüncenin, sorgulamanın kudreti düşmekte
Bu eğitim/kültür seviyesi ile olduğu kadar siyasilerin özellikle şark toplumlarında sergilediği katır politikalarla da yakından alakalı olmalı
Hep derim, hamaseti şiirde sever siyasette nefret ederim
Nihayet hocam
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Saygı ve selamlarımla...