- 506 Okunma
- 2 Yorum
- 3 Beğeni
YORGUN SAVAŞÇI...
Mevsimin kibrine yenik düşen bir vaveyla ve telaşlı bulutlarla çevreli rahmetin dokusundaki huzura nail olmak adına dört dönenmiyoruz da ne de olsa beşeri arzuların mihrabı bile ötelediği bir başkaldırı günle huzur arasına nifak sokan.
Semtinden kaçan sakinler ne de olsa aklıselim değil isteklerimiz ve makul olmayan ne çok ölçekte rest çekiyoruz duygulara.
Duygunun minvalinde bir ötenazi diliyor bellek ve elemin dokusunda hep hasret var illa ki kavuşulmazlığa derken matador iklim kırmızı örtünün sihrine vakıf acıları boynuzluyor.
Şafak sökmeden ölümü de kapı dışarı etmeli’nin meali işte yakamızdan düşmeyen korkular ve izafi bir eksende ekip duruyoruz ümitleri ne de olsa sayacı kırık zihnin ve vicdanlarda kat izi.
Mağdur düşler ve mazlum beyitler belki de sıdkı sıyrılmış insanların mizacına yenik düşen tanrısal kaçışların ki aslında aymazlığında bunca gölgenin de artık birbiri ile ne alıp veremediği varsa.
Mısralara konuyor kimi zaman alıcı kuşlar ve kodaman hüzün bekçileri geceyi kolluyor bazen mezar sessizliğinde bir öfkeyi azat edip de insanlığın hikmetine hala da vakıf olamazken.
Göğün temposuna eşlik ediyor sokak çalgıcıları.
Ve uzandığım döşeğimden kalkıp kuş bakışı b/akıyorum gerçek dünyaya.
Yorgun bir gün iken geride kalan ve şiirlerim gecenin parmaklıklarına tırmanırken gözüm bir çocuğa ilişiyor.
Gök kaygısını bertaraf etmiş ve şehir de gece de yağmura teslim.
Umarsız insanlar görüyorum acıları olmayan.
Pişkin pişkin gülen kaçkın mizaçlar ve safkan yalnızlığın da mimarı iken gece.
Çocuğa iliştiğimden beri gözüm herkesi görüş alanımdan çıkarıyorum artık nasıl bir çıkarım yapacaksam geceyi mimliyorum gece beni dinlerken.
Yağmura teslim olmuş asfalt yol ve ağacın dibini mesken tutan on beş, on altı yaşlarında zayıf bir çocuk başında kasketi uyukladığına tanığım ve az ileride kâğıt topladığı arabasına park etmiş sözüm ona ve gelen geçen herkes söyleniyor ne de olsa o çocuğun yaşama ve mutlu olma hakkı bir kez elinden alınmış.
Yorgun bedeni uyuşuk tıpkı yüreğimin üşüdüğüne tanık bir hadis gibi içimdekini dışarıya vuramıyor ve yaşlarımı içeri akıtıyorum elbette kimseler görmeden.
Bir koşu mutfağa gidiyorum artık Allah ne verdiyse sonra da masaya koyduğum parayı sayıyorum sahi yeter mi, diye.
Ve avazım çıktığı kadar bağırıyorum el işareti yapıp da yanıma çağırıyorum yorgun savaşçıyı.
Ne mazlum ne mahzun ne de müdavim… sıfatlar ve imgeler boğazıma takılıyor ve çocuk yattığı yerden irkilerek bana bakıyor artık kaçıncı hakareti duyacağına emin değilken yüzümdeki kocaman gülümsemeye de şaşkınlıkla bakıp kala kalıyor.
Yağmur şiddetini arttırmış ve üstü başı sırılsıklam.
Pencerenin dibine yaklaşıyor ürkek gözlerle.
Adını soruyorum ve utangaç bir dille heceliyor kim bilir ben bu cehenneme nerden düştüm dercesine gerisin geri kaçıyor.
Ve içi tıka basa yemek dolu kocaman torbayı aşağıya fırlatıyorum ki bir avazda kucaklıyor ve bakışları değişmiş, yüzünde pembeden bir tebessüm sonra da bir kâğıda sardığım parayı fırlatıyorum
pencereden yağmurun bile engel olamadığı o güneşin doğuşuna sadece ikimiz tanıklık ediyoruz.
Adını tekrar soracağım ama ürkütmek istemiyorum daha fazla.
Mahcup bir edayla teşekkür ediyorum ve turist Ömer selamıyla mutlu bir şekilde uzaklaşıyor. Ne üstünün ıslaklığını düşünüyor ne de… diyemem elbette çünkü bir ailesi olup olmadığını düşünüyorum ve tam içeri kaçacakken dönüp yeniden bakıyor kapatmakta olduğum pencereye.
Şimdi bana mutluluğun ve huzurun resmini yap deseler…
Rabbim tanık ve esefle bizler birbirimizi kınarken sadece O değil mi bize sahip çıkan?