- 532 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
557 – İÇKİ KADEHİ
Onur BİLGE
“Cazibe,
Ben Kaptan’ın yanına, senden bahsetmek için gitmiştim. Evdeki pazarlık çarşıya uymadı. O, deşarj olmam için beni bir süre dinledikten sonra hemen konuyu değiştirdi. Ara ara tekrar sadede gelmek istediysem de inatla başladığı hikâyeyi tamamlamak istedi. Ne zaman araya girsem, konuyu toparladı ve kaldığı yerden anlatmaya devam etti. El mecbur, ben de iştirak etmek zorunda kaldım ama iyi oldu. Düşüncelerim bir yerde toplanmış, çıkmazlara çakılıp kalmıştı. Bahsettiği kişi ve olaylar dünyamdan fersah fersah uzak da olsalar işe yaradı, en azından bir süreliğine kafa dağıtmamı sağladı.
“Nasılmış azizim? İnsanın kafası içkiyle miçkiyle değil, ilimle güzelleşirmiş. Sohbetlerdeki ulvi konuşmalar, düşünceyi berraklaştırır, ibadete ve iyi amellere sevk edermiş. O iki kafadar da o şahsın sohbetinden istifade ederek o mertebelere ulaşmışmışlar. Her olur olmazla yarenlik etmek sakıncalıdır. Ayağı seccadeden uzak olmayanlarla arkadaşlık etmemek lazım… Kul kula sebeptir. O da biletçinin hidayetine vesile olmuş. Arkadaş, arkadaşın aynasıdır. Arkadaşını söyle, kim olduğunu söyleyeyim. Müminler, birbirlerini yıkayıp temizleyen eller gibidir. Son söylediğim hadistir.”
“Benim sana bir faydam dokunmuyor maalesef ama sen benim pas tutmuş, yosun bağlamış kalbimi sözlerinle yıkayıp arındırmaya, nasihatlerinle parlatmaya ve işletmeye çalışıyorsun. Benden adam olmaz! Kaç kere dedim ama aldırış etmiyorsun. Kara taş gibi kararmışım ben. Kırk yıl sular seller aksa üstümden, bir faydası olmaz. Zerre kadar ağarmam mümkün değil. Düşünüyorum da… Enime boyuma yüksekliğime bakmadan bir de senin dostun olamaya kalktım. Bana dil döküyor, akıl veriyor, yol tarif ediyorsun. Seni tanıdıkça cüretime hayret ediyorum! ”
“Bilen bilmeyene anlata anlata gelmiş bu zamana kadar bu yol. Senin benden alacağın malumat kadar benim de senden alacağım bir şeyler vardır. Gören gözle bakarsak, her yaratılan bilgi verir bize. Bir çocuktan, hatta bir hayvandan bile öğreneceklerimiz vardır. Allah, yerlere göklere, güneşe aya, hayvanlara bitkilere işaret eder. Neler anlatır onlar, neler neler der!”
“Sen de o yol gösteren zatlar gibisin. Bana verdiğin kitapta etraflıca bahsediliyor onların özelliklerinden.”
“O zatlar baba gibidirler. Babalar evlatlarını gökten yere indirirler, öyle babalar da vardır ki evlat edindiklerini yerden göğe çıkarır, yedi kat göklerde sema ettirirler.”
“Demek ki o mübarek zata, ecel gelip öldükten sonra yerine geçecek kişinin, bir belediye otobüsünün direksiyonundaki ayyaş olacağı ta o zamanlar malum olmuş.”
“Erenlerin sezgileri kuvvetli, algıları isabetli olur. Emr-i Hak vaki olup da Hakka yürüyeceklerinde emaneti teslim edecekleri kişiler bir şekilde bildirilir.”
“İnsanlar erdiklerini bilirler mi?”
“Bazıları bilir, bazıları bilmez. Bazıları kendilerini de bilmez, onları başkaları bilir. “Bostan tarlasındaki karpuz kavun nereden bilecek olduğunu! Onu ancak bostancı bilir. Meczup olanlar da vardır.”
“Meczup nedir abi?”
“Cezp etmek, kendine çekmek, yaklaştırmak demek. Cazibe, cezbe, çekim gücü… Meczup da Allah’ın, bir daha geri dönmemek kaydıyla kendine çektiği kişi anlamındadır. O velilerdendir. Allah dostudur yani. Daima huzurdadır. Akli muvazeneleri tam manasıyla yerinde olmadığından sorumlu değillerdir. Onlara, durumlarına göre me’hûz, meslub, ma’tûh, mağlûb, vâlih, behlül, divane ve mecnun denir. Neyzen Tevfik de onlar gibiydi.”
“Ben de bir tanemin cazibesinin esiriyim. Bedenen yanında olamasam da aklen ve ruhen çekimine kapılmışım. O zaman ben de meczup sayılırım.”
“Sen, akıllı delilerdensin.” diyerek güldü Mustafa Kaptan. “İşine geldiği gibi muamele ediyorsun. Havailikten hoşlanıyorsun.”
“Şuna serserilik diyelim!
“Bazı çaylar vardır, senin gibi yeryüzünde deli deli akarlar. Bazı akarsular da vardır ki onlar toprağın derinlerde çağıl çağıl çağlar ama seslerini kimseye duyurmazlar. Benim içimde de benzer duygular, onulmaz yaralar var. Çektiğim acıyı bir ben bilirim bir de Allah! Marifet, onu gizleyebilmektir. Olması gereken odur. Dillendirmek, yakınmaya girer. Derdi vereni kullarına mı şikâyet edeceğiz! Nasıl ibadetin bile gizlisi, içine riya karışmamış olanı makbulse, çilenin de dilsizi makbuldür. Dertsiz insan yoktur. Bazılarının sıkıntıları boylarını aşmıştır. Herkesin içinde kopan fırtınaları yalnız Allah bilir. Ağıt yakıp ağlamak çözüm yolu değil.”
“Çağlamayayım da nasıl akayım bu coşku hep bendeyken, ağabey! İçime sığsa kuyu olacağım, ağzımı sen ör, öylece kalsın! Hatta yerle bir et ki kimse evveliyatımı anlayamasın. Nasıl fışkırdıysa fışkırdı kaynaktan, farkında değilim! Nasıl çıvdı çıktı bendeki bu eğilim! Gece gündüz hiç eksilmez debisi, akar ha akar! Aktıkça dupduru kaynak suyu gibi mutluluk, huzur yayılır hayatıma ama beraberinde çakıllar, taşlar, çer çöp de gelir. Bu tutku vazgeçemeyeceğim kadar güzel ve hasret dayanamayacağım kadar acı!
Ne kadar yükseklerdeydi, o yanımdayken, “Sen varsın!” derken başım! Tüm kanatan, acıtan anılarımdan arınmıştım, ıstırap yoğun hayatım heyula gibi çökmez olmuştu üstüme. Tam anlamıyla mutluydum, anlayacağın.
Sonrasını biliyorsun. Bir elimde kadeh, bir elimde şişe… Dengemi kaybetmişim, yalpalıyorum. Kayıyor kalan ömrüm ayaklarımın altında. Ha düştüm ha düşeceğim, attığım her adımda! “Bir intihar akşamı daha…” diyordum, güneş Toroslara her yaklaştığında. Aynı mekân, aynı yer, aynı masa… Millet geliyor gidiyor… Kimisi bir şeyler getiriyor, kimisi bir şeyler götürüyor. İsterse tıklım tıklım olsun, her gece fakirhanem! Hiçbir şey ifade etmiyor. O yok, artık gelmiyor.”
“Seni anlıyorum ama elimden bir şey gelmez ki derdine derman olacak! Yılan hikâyesine döndü. Bilmem farkında mısın?”
“Ah! Şu mahrumiyet denen illet olmasa! Bir anda çıkıverse günün bir anında o köşeden! Çıksa da geliverse ilk günkü gibi! Avuçlarım açık, dilim duada… Alkollü alkollü kabul olur mu acaba? Sabahlara kadar hıçkırık, sabahlara kadar ya isyan ya da dua…”
“İçkiliyken namaza yaklaşılmaz ama dua için bir şey diyemem. Galiba o her halükarda… Gideni geri getirir mi bilemem ama seni yola getirmiş sonunda. Yardım yetişmeseydi, nasıl veda edebilirdin o meluna! Duaya devam et ki yine yapışmasın o illet yakana!”
“Tezatlar içindeyim. Nasıl dua ederse yarı gâvur bir sarhoş… Yakarış için açılan avuçlarım bomboş… Neyim varsa kaybetmişim. Bir bedenim kalmış, dalda can çekişen son sarı yaprak misali tir tir titremekte… Bir sarı yaprak kalmış canlılığımdan, tutunması bana ait değil. İple bağlanmış sanki o da düşmesin diye. Neden hitama ermiyor bu hayat denen bayat nesne niye?”
“Ne yapacaksın yani? Kendini mi öldüreceksin! Saçmalama! Hayat kutsaldır. İntihar eden doğru cehenneme!..”
Ne değişecek ki! Cehennemden farksız olmuş yaşantım! Ölmeden öldürdü beni o sevgili! Diri diri kabre girmek nasılmış, öğretti. Üstelik elleriyle gömdü bedenimi. Kürek kürek akkor attı üstüme. Olsa olsa ne olur bundan sonra? Ölümden öteye köy yok ki! Bitmişim biteceğim kadar! Yitmişim yiteceğim kadar!”
Meczup falan değilim ben. Uğrunda tükenen, yere çarpılmak için son defa kaldırılan alelade boş bir içki kadehiyim.
İçki Kadehi”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 557
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.