- 691 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
SON DÖVENİN TÜRKÜSÜ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
SON DÖVENİN TÜRKÜSÜ
Yorgundum, bu denli yorgunluğumun sebebi de; yeni bir işe başlamanın ve acemiliğin verdiği fazla efor harcamamdan olsa gerek. Çıkış saatine çok az bir vakit kalmıştı ki o acil telefonla sarsılıp irkildim, şaşkınlık ve telaş içinde hemen hastaneye koştum, o ruhi ve bedeni yorgunluğumu unutarak.
“- Sakın eve uğrama kızım, hemen hastaneye gel!” Diyordu annem, ağlayışla içini çekerek.
Kafamın içi allak bullak olmuştu, günün yorgunluğunun yanında annemden gelen telefonla ne yapacağımı bilmez bir halde, öylece şaşakaldım iş yerinde. Hastanenin yoğun bakım ünitesinde anneannemi komada o halde görünce kabullenemedim, koskoca bir dünya başıma yıkıldı sandım. Babam işten geç saatte yanımıza gelince az da olsa rahatladım. Doktorun, “yapılacak ne varsa yapıldı, beklemekten başka çare yok” demesi üzerinde buruk bir acı içerisinde, evin yolunu tuttum üzgün üzgün…
“Anneannem, ailemizin güzel varlığı, senin hakkın ödenmez asla! Hepimiz çok seviyoruz seni, sakın bizi bırakıp gitme. Şimdi zamanı değil. Evet, şimdi zamanı değil, olmaz! Kusura bakma ama hiç de sırası değil anneaneciyim! Unutmuş olamazsın, işe girer girmez ilk aylığımla Beyoğlu-Cumhuriyet Meyhanesi’nde yemek yiyecektik ikimiz, senle ben ve canlı müzik!”
Ne yaman kadındır anneannem, nineliğin tam hakkını veren, torunları için eşsiz bir kadın. Ninnilerle uyuttu, öğütlerle büyüttü, okula götürüp getirdi, derslerime bir öğretmen gibi her zaman yardımcı ders kitabı gibi desteklerde bulundu. Okumak, öğrenmek ve sonunda başarı; mutluluğun yolu diyordu her zaman. Oysa makinelerin içinde korumasız, her saniye aramızdan göç edecekmiş gibi hareketsiz öylece yatıyordu şimdi. Kim bilir sağlık yönünden ne sıkıntıları vardı neden aniden komaya girdi! Gecenin ilerleyen saatlerinde bir türlü uyku tutmadı, beklediğim müjde telefonunun henüz gelmemesi, onu kaybetme kaygısı. Bu umutsuz bekleyişle, içimin acısına dayanamayıp kalkıp kütüphaneye geçtim. Daha çok annemin aldığı çeşitli konulardaki kitaplarla, çok zengin bir kütüphane. Anneme anneannemden geçmiş kitap okuma sevdası. Annemden de bana tabi ki. Babam daha çok tarihi kitapları ve de spor dergileri okuyordu boş zamanlarında. Ayrıca anneannemin odası olduğu için kokusu sinmiş, odanın yalnızlığına karışmış, mis mis tüten, yasemin, gül, zambak karışımı gizemiyle. İnternete girdim bir ara, ama hiç de sosyal paylaşımlara bakacak gücüm, keyfim yoktu, usumda anneannemin durumu varken. Derken yazdığı kitaplardan birini alıp şöyle karıştırmaya başladım. Güzel şiirleri vardı, paylaşımları vardı şiir sitelerinde. Ta öğrencilik yıllarından geçkin yaşına kadar hep yazıyordu bildiğim, yaşam umudunu bu yazılarda, şiirlerde buluyordu belki de dedemi kaybetmenin o derin acısıyla. Tam ki elimdeki kitabı yerine koyacaktım; sanki eskilerin büyüsünü saklayan, yaprakları yıpranmış ciltli bir defter düştü ayaklarımın önüne sessizliği yırtarak.
Zaman tütsülü defter yapraklarını, kutsal bir itina ile çevirdim ki anneannemin şiir ve kısa kısa notlarının olduğu kırk elli yılı aşkın eski bir çalışma defteriydi yalnızlığıma ortak olan. Arasında ise süslü mü süslü, safir gül desenli, içi kabarık, kapalı bir sarı zarf vardı. Heyecanlandım birdenbire, merakla eski yaşanmışlıkların sihri işledi iliklerime. Aniden suç işlemiş gibi içim ürperdi, sonra belki de okunmayı bekleyen satırlara, dizelere kavuşma zamanı olduğunu düşündümse de zarfı açmadım. Zarfın ön yüzünde; çok güzel bir el yazısı, mürekkepli dolma kalemle: “ Can Ateşim Ceyda’ma”, diye yazıyordu. Bir aşk mektubu olduğunu hissettirdi bana bu yazı…
Gerçeği söylemek gerekirse, anneannem, yayınlanan şiir kitaplarını imzalayarak hep armağan etmiştir bizlere. Annem kütüphaneden alıp okurken kitaplarından; ’yazmış da yazmış kadın, dünyayı yazmış, bitmeyen sevdası, insanlığa mücadelesi, bitmedi gitti’ diyerek şaşkınlığını hissettirirken mırıldanıyordu arada. Hemen incelemeye başladım sayfaları ta en başından. Onlara baktıkça, gönlünün gül bahçesinde, esintilerle düş bahçesinde duygu seliyle, sevgi pınarlarıyla kaynayan bir anneanne gördüm. Hüzün, neşe, esrik duygulardı, geçmiş zamana yürüyüştü şuan odayı dolduran sessizlik ezgileri arasında ruhuma dolan o ulvi duygusallıktı…
Kısa notlardan birisinde:
Kavrulan bedenimde söner mi bu kor ateş
Buz dağlarına inat, hep böyle yanar mıyım?
Tutku yüklü sevdamsın, ömrüme doğan güneş
Yandıkça bu sonsuz aşk; sevgine kanar mıyım?
Bir vuslat pınarında çılgına döner miyim?
“”Sevgi bir anahtardır yedeği dökülemez.”
“Açan sevgi çiçeği sonsuzun sonsuzudur”
“Sevilmeyi yaşamak, verdiğin mutluluktur.”
“yaşanılan her şey, yaşamın öz tuzudur.
“Kalpte açan sevgiyi, bil kimse terk edemez.”
“Sağlık en büyük servet; sevdaya düşmek kadar”…
Bana, kardeşime anneme, babama, isim ve soy isimlerimize akrostiş şiirleri vardı. Önceleri konusu geçtikçe ara ara şiirler okumuştu bana duygulu sesiyle. O zamanlar, tam ergenlik çağlarımda derinlemesine inmeden dinler geçerdim onun şiirlerini ve de bana geleceğim için yaptığı öğütleri. Ona az değer verdiğim, ya da onunla az ilgilendiğim duygusuyla ezildim içten içe. Yaşlılarla gençler arasında kuşak farkı elbette vardır ama olgunluk evresindeki insanların da bilgi, yetenek ve deneyimleri artmakta olduğunu annemden kaç kez dinlemişimdir. Anneme göre; hayatın gerçeklerini anlamaya zorlanırmış genç kuşaklar. Gençlik diye düşünürsek derinlemesine yaşanan çağın sorunları. Çağa uyum sorunları olması da doğaldır yaşlıların bir yerde. Yaşarken büyükleri anlamaya çalışmak gerekiyormuş… Aslında hoşgörülü davranışlarla iletişim söz konusu, İlke ve görüşlere önem verme konusu. Gençliğin elinden tutmak, yol göstermek de yetişkinlerin işi. Kırmadan, kırılmadan ortak paydada, toplum değerleri çizgisinde birlikte yürümektir. İki tarafın da zorlanmaması için duygudaşlık yapması gerektiğine inanıyorum…
Sabah ezanı okunurken, dış kapının kilit sesini duyunca, uykusuz gözlerle, kalp atışlarımın gümbürtüsüyle kapıya doğru koştum. Annem, el işaretiyle durumunun ayni sabit olduğunu belirtti. Üzüntüden yüzü sapsarı, gözler şişmiş, içleri kanlı, halsizlikten ayakta duracak durumda değildi. Güçlükle yorgun vücudunu kanepeye atarken solgun bakışları içime ürküntüler yaydı. Yüreğimde yanıp tutuşan o müjdeli haberi veremiyordu bana henüz…
- Aysema, niçin erken uyandın? Ay, yoksa sen hiç mi yatmadın? Yarın işe gideceksin kızım uyumalısın ki ayakta durabilesin. Ben de dört saat kadar uyusam, baban hastanedeyken. Yarın zor bir gün bekliyor bizi, yirmi dört saati ah, bir atlatsa anneannen! Verdikleri çok özel bir ilaç varmış, umudum o ilaçta. Umut ışığımı söndürme yarabbi!
İşten eve geldiğimde annemden beklediğim o müjdeli telefonunu alamamanın hüznü yaktıkça yakıyordu ciğerimi. Can sıkıntısı bu ya, yeniden o eski deftere göz attım. Sayfalar arasında kurşun kalemle bir şiirine rastladım. ‘Son Dövenin Türküsü’ idi şiirin başlığı. Hızlı hızlı okudum, köy yaşamından bahsediyordu. Arkadaşım Selma’nın araması üzerine bir kafeteryada buluşacağımız için acele ile hazırlanıp çıktım. Güncel konular, derken anneannemin durumunu anlattım arkadaşım Selma’ya. Umudumu kaybetmememi öğütledi.
Öyle ya; ‘umut yaşamın ivmesi’ demişler. Umut solmayan, en güzel, en görkemli yıldızdı sabaha kavuşturan bizleri aslında. Sohbet tam da bitmişti ki, çantamdan ona vermem gereken dosyayı alacakken fark ettim ki o eski defteri de yanıma almışım.
- Selma, anneannemin eski bir defteri geçti elime, öyle duygulandım ki, sana anlatamam. Ah, komadan bir çıksa tonton yanaklarından öpüp öpüp koklayacağım doya doya. Biliyorsun iki ay oldu annem yanımıza alalı onu. Arada evine de gidip birkaç gün kalıyor, sonra alıyoruz yeniden yalnız kalmasın diye. Dayımlarda da kaldı iki ay kadar şimdi bizde. Babamla da araları bir iyi ki sorma. Hep siyasetten, sosyal güncel olaylardan bahsedip duruyorlar. Tatillerde yazlık evimize gidiyoruz ya; okey oyununda yeniyor bizleri inan ki. Hele yan komşu amcayla bir tavla oynayışı var ki şaşırırsın. Ruhumu katmer katmer çiçekleyen bir duygu var içimde, sanki dallarda bir bahar tomurlanması gibi. Umudum çok büyük anneannem uyanacak Selma, sen de söyle uyanacak değil mi? Onsuz ne yaparız biz, onu her şeyden çok seviyorum...
Selma çeviri kitaplarını çok seviyordu, yeni aldığı iki kitabı paketten açıp göstereceği sırada: ; ‘Guguk Kuşu’- yazarı Ken Kesey ve ‘Bülbülü Öldürmek’- yazarı Harper Lee ‘, halime biraz da şaşırarak umutla beni teselliye çalıştı.
“ – Tabi ki Aysema, anneannen kuvvetli kadındır, atlatacaktır inan bana. Naz yapıyor sizlere, bak göreceksin akşama kadar gözlerini açacak, konuşacak sizlerle”…
Üç katlı hastanenin merdivenlerinden çıkarken bacaklarım titriyordu, yüreğimin yine o gümbürtülü çarpıntısı içinde usum karmakarışıktı. Annemin yanına gittim camdan bakıyoruz bir değişiklik yok gibi görünüyor. Umutsuzluk beslemek istemiyordum, dünya ters dönüyor gibi geldi bana bir an hemen hızla koşup doktorundan izin alıp önlüğümü de giyince doğru yoğun bakım odasına girdim o eşsiz varlığın yanına. Dedemin emaneti, ailemizin sultanı öylece yatıyordu, olanlardan ve bizlerden habersiz. Titreyen ellerimle bir elini okşayarak usumdan geçenleri sesli sesli aktarmaya başladım.
“ Anneanneciğim, bak ben geldim, O küçük, yaramaz kız, Aysema geldi. Uyan artık, üstelik sana karşı bir de suç işledi. Senden izinsiz defterini okudu haberin olsun. Hani eski büyülü sen kokan, zamana yürüyüş esintileri savuran defterin vardır ya! İçindeki aşk mektubunu açmadım, okuyamadım ne yazık ki zarf kapalıydı. Ama neydi o süslü püslü zarfta saklanan, zaman gergefinde dokunmuş; yaşanmış mı, yoksa yaşanmamış düşlerde kalmış sevdalar mı var bu zarfın içindeki mektupta. Başka şeyler de olabilir elbette. Merak ettiğim, gerçekten bir aşk mektubu muydu yoksa! Bayıldım inan ki; neydi o safir güllerle süslü püslü zarfın güzelliği öyle”?
Aniden elim çantama gitti o defteri bilerek yanıma almamış olsam da yanımda idi o ciltli, zamanın tanığı sarı yapraklı defter. Birden şimşekler çaktı usumda. Defteri açtım ve akşamdan işaretlemiş olduğum o şiiri okumaya başladım.
SON DÖVENİN TÜRKÜSÜ
Hiç türkü dinledin mi; çakmaktaşlı dövende
Veya annenden mani; ezgisi köy ağzıyla
Ya, dövenle dönerken, kızgın güneş tepende
Özgürlük bekledin mi, ürün almak hazzıyla
Rüzgârın efkârında, harman yeri tozuyla!
Gün bitse de iş bitmez, köylük yeri hep böyle
Sapı, daneyi ayır, yanık türküler söyle
Tınaz yığılır, umu büyür gülşence öyle
Gelecek kaygısı var, eğrisiyle düzüyle
Okuma sevdası var, ana gönlü gözüyle.
Ürün dolu ambarlar, samanlıkta samanlar
Ne güzeldi o günler, umu yüklü zamanlar
Emek kokan, ter kokan, bereketli harmanlar
Eşek, at koştuğumuz; geçmişin gül yüzüyle
Ne güzeldi o günler, insanlığın özüyle!
Toprağa insan olmak, emek vermektir sihir
Başaktan; buğdayı ve samanı ayıran sır
Yaşama asılmaktır, açlığı gidermektir
Son dövenin türküsü, anıların tuzuyla
Karışmış zamana, göç yollarının tozuyla…
Ceyda Algın
Sesimin titreyişini umuda asılarak yenmeye çalıştım, bir yandan da anneannemin durumunda bir değişiklik, gözlerinde bir kıpırdama var mı diye göz ucuyla takip ettim. Şiiri bitirirken kirpiklerinin titrediğini görmüş gibi oldum ama heyecanımı içime gizleyip son beşliği yeniden daha yüksek sesle okumaya başladım ki:
“-Aysema, o dövendeki çocuk benim, biliyor musun? Kadın ise annemdir. Ne türküler ne maniler dinlerdim annemden, hele döven dönerken offf ki offf…
-“ Söyleyin Güneşe anam bu gün erken doğmasın.
Nazlı yârim bağa gitmiş, o gül benzi solmasın”
…………..
*Fislikânım bir sıra
Yârim gitti Mısır’a
Bileydim ayrılık var
Giderdim ardı sıra.*
Bu ses, yeniden bu diriliş Ceyda Sultan’a aitti ve artık çığlıklarımı gizlemeden, dünyanın en mutlu torunu olarak bizimkilere coşkuyla:
“Anneannem uyandı, Ceyda Sultan uyandı hem de * Son Dövenin Türküsü* şiiri ile.
Anneannem, Ceyda Sultan uyandı…
Gülşen Şenderin
YORUMLAR
Konumuz mademki edebiyat...
Payımıza düşen içimize çekip bir solukta okuduğumuz kalemi yürekten kutlamak.
Sevgilerimle.
GÜLDAMLASI**
Sevgili yazar güzel bir yazı olmuş ama yaznın karekteri olan Ceyda sultanı pek tanıyamadım .
Ceyda sultan bir yönü ile köylü kızı diğer yönü ile edebiyatçı yazar mı?
mektep medrese gördümü yoksa halk evlerinde mi okur yazar oldu ?
Belkide okula okumaya hasret kaldı ?
Şiirlerini dövenin tokmağının tınısında mı buldu ?
Yunus emrede bir ırgattı gönül gözü milyonları ağlattı
Ceyda sultan güzel bir anne torunlarının gözünde çok çok güzel anne anne ama dahası lazım okura.
Hayırlı çalışmalar
GÜLDAMLASI**
MEDAMED Selçuk KORKMAZ
MEDAMED Selçuk KORKMAZ
Sevgili yazar güzel bir yazı olmuş ama yaznın karekteri olan Ceyda sultanı pek tanıyamadım .
Ceyda sultan bir yönü ile köylü kızı diğer yönü ile edebiyatçı yazar mı?
mektep medrese gördümü yoksa halk evlerinde mi okur yazar oldu ?
Belkide okula okumaya hasret kaldı ?
Şiirlerini dövenin tokmağının tınısında mı buldu ?
Yunus emrede bir ırgattı gönül gözü milyonları ağlattı
Ceyda sultan güzel bir anne torunlarının gözünde çok çok güzel anne anne ama dahası lazım okura.
Hayırlı çalışmalar